Batı'nın Ukrayna'ya olan "sarsılmaz" desteği bir illüzyon mu?
Kellogg Planı, yalnızca Trump yönetiminin nasıl bir Ukrayna politikası uygulayacağının mesajını vermiyor; aynı zamanda Batı'nın Ukrayna'ya olan desteğinin bir illüzyondan ibaret olduğunu gösteriyor.
NATO Dışişleri Bakanları Zirvesi, Rusya - Ukrayna Savaşı'nı sona erdireceğini iddia eden Donald Trump göreve başlamadan önce son kez Kiev'in desteklenmesi gündemiyle toplandı. Trump ise Ukrayna Özel Temsilcisi olarak eski Genelkurmay Başkanı Keith Kellogg'u atadı. Bu da Ukrayna için Kellogg Planı'nı bir kez daha gündeme getirdi.
Kellogg Planı, Kiev'e kayıplarının hatırlatılması ve Batı'nın Ukrayna'ya ne zamana kadar desteklemeyi sürdürebileceği sorusunun tartışılmasına dayanıyor. Bu kapsamda Kellogg, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in şeytanlaştırılmamasını, Rusya ile diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasını ve Rusya'ya uygulanan yaptırımların aşamalı olarak kaldırılmasını savunuyor. Ayrıca Kellogg, Kiev yönetimine güvenlik garantileri verilmesine karşılık Ukrayna'nın NATO üyeliğinden vazgeçmesi gerektiğini savunuyor.
Donald Trump'ın Ukrayna Özel Temsilcisi olarak atadığı Keith Kellogg'un temmuz ayında verdiği röportajın Voice of America tarafından yeniden yayınlanması, Ukrayna için Kellogg Planı'nı gündeme getirdi.
— gdh (@gundemedairhs) December 2, 2024
Kellogg Planı:
💢 Rusya'nın izole edilmesine son vermek, Moskova ile… pic.twitter.com/3WwA3PWqqu
Kellogg'un Temmuz ayında bu konudaki görüşlerini paylaştığı röportajın ön plana çıkan noktaları, geçtiğimiz günlerde Voice of America tarafından tekrar yayınlandı. Bu röportaj, her ne kadar Kellogg Planı'nın yeniden tartışmaya açılmasına yol açsa da aslında Kellogg, yalnızca Ukrayna'nın geleceği için Trump yönetiminin nasıl bir politika uygulayacağı konusunda mesajlar vermiyor. Aynı zamanda Kellogg, Batı'nın Ukrayna'ya olan desteğinin bir illüzyondan ibaret olduğunu ortaya koyuyor.
Batı'nın Ukrayna'ya olan sarsılmaz desteği
Kellogg, savaşın akıbeti konusunda Batı'nın Ukrayna'ya anlatıldığı kadar abartılı bir desteğinin olmadığı kanaatinde. Bunu röportajında şu sözlerle ifade ediyor:
Batı, Ukrayna Devlet Başkanı Volodymir Zelenskiy'nin istediği ekipmanı sağlamış olsaydı, o zaman muhtemelen işi bitirebilirdiniz. Herson üzerinden Azak Denizi'ne girebilir, onları ikiye bölebilirdiniz ve yapmak istediğiniz de buydu. Bu yüzden, Ukrayna'yı desteklemeleri gerektiğinde desteklemedikleri için bu yönetimi ve Batı'yı bir dereceye kadar suçluyorum.
Kellogg, ABD'nin Ukrayna'ya olan sarsılmaz desteğinin de Rusya'nın yenilgiye uğratılmasını sağlayacak mahiyette olmadığını şu sözlerle savunuyor:
ABD, Ukrayna'ya F-16 desteği sağladı mı? Hayır. Ukraynalıların Rusları vurması için erken dönemde uzun menzilli ateş sağladık mı? Hayır. Rusya'nın derinliklerine ateş etmelerine izin verdik mi? Hayır. ABD onlara ihtiyaç duydukları zırhlı kabiliyetleri sağladı mı? Onlara 31 tank verdik. 31 tank, ABD ordusunda bir tabur bile değil.
Yıpratma savaşının sorumlusu kim?
Aslında özelde ABD ve İngiltere ve genelde ise Batı, Ukrayna Savaşı'nı başından itibaren Sovyetler Birliği'nin 1979-1988 yılları arasında savaştığı ve çekilmek zorunda kaldığı Afganistan örneğine benzetmek için elinden geleni yaptı. Nasıl mı?
Batı'nın amacı, Rusya'nın kısa süre içerisinde yenilgiye uğratılması değildi. Bilakis Joe Biden yönetimi ve müttefikleri, Ukrayna'daki savaşın uzun ytıllar devam eden bir yıpratma savaşına dönüşmesini amaçladı. Bu çerçevede Batı için Kiev'in düşmemesi önemliydi. Ancak Ukrayna, kazanmaya yetecek kadar değil, kaybetmesi önlenecek düzeyde desteklenmeliydi. Dolayısıyla Batı'nın Kiev'e sarsılmaz desteği, bir illüzyondan ibaret ve Ukrayna'nın zafer elde etmesi hedefini barındırmıyor. Kellogg da bunu itiraf ediyor. Olan bundan ibaret. Hatta Ukrayna'nın savaşın içine sürüklenmesi de Batı'nın kışkırtmalarının bir neticesi.
Elbette Rusya-Ukrayna Savaşı'nın tek sebebinin Batı'nın Kiev'i kışkırtması olduğu söylenemez. Bu objektiflikten uzak bir yorum. Zira her şeyden önce Rusya, Ukrayna'nın Birleşmiş Milletler tarafından tanınan toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saldıran işgalci bir devlet. Ancak Sovyetler Birliği'nin dağıldığı dönemde NATO'nun Rusya'ya verdiği sözleri tutmadığı da bir gerçek. Çünkü NATO, Rusya'ya doğuya doğru genişlemeyeceği sözünü vermiş olmasına rağmen aşama aşama tampon bölge görevi gören devletleri bünyesine dahil etmeye yöneldi.
2008 yılının hatırlattıkları
NATO'nun doğuya doğru genişleme stratejisinde 2004 yılında Romanya ve Bulgaristan'ın üyeliğiyle yeni bir eşik aşılmış ve Rusya, bu genişlemenin NATO'nun eski Doğu Bloku ülkelerinde ulaşabileceği azami sınıra gelmesi anlamını taşıdığını ifade etmişti. O dönemde Rus yetkililer, NATO'nun doğuya doğru genişleme stratejisini sürdürmesini savaş sebebi olarak göreceklerini dile getirmişti.
2008 yılı, bu konuda Rusya'nın kararlılığının test edildiği gelişmelere sahne oldu. Nitekim Gürcistan'ın NATO yönelimi, 8 Ağustos 2008'de başlayan ve beş gün süren Rusya - Gürcistan Savaşı ile bir süreliğine de olsa son bulmuştu. Bu yüzden de Ukrayna'daki savaşı ele alırken, Batılı başkentlerin, Kiev'in ve Moskova'nın tutumunu 2008'in hatırasını göz önünde bulundurarak yorumlamakta yarar var.
Bu noktada ilk olarak ifade edilmesi gereken husus, Ukrayna'nın egemen ve bağımsız bir devlet olarak istediği jeopolitik yönelimi ortaya koyabileceği. Dolayısıyla hiçbir gerekçe, Rus işgalini haklı çıkarmıyor. Ancak vurgulanması gereken ikinci konu Moskova'nın bu yönelimi savaş sebebi olarak gördüğünü belirtmesine rağmen Batı'nın Kiev'i NATO üyeliği konusunda cesaretlendirmesi.
Gelinen nokta itibariyle Şubat 2022'de başlayan savaş yalnızca üç ay sonra 3. yılına girecek. Ancak Batı, Ukrayna'nın NATO üyeliği konusunda somut bir adım atmadı. Hatta NATO üyeleri içerisinde Ukrayna direnişine S/İHA'larla verdiği büyük destekle öne çıkan Türkiye dışında, Kiev'in üyeliğinin zamanının geldiğini açıkça ifade eden bir aktör de yok. Bu da Batı'nın Kiev'e olan desteğini tartışmak gerektiğini gösteriyor. Kellog'un açıklamaları ise bizzat ABD tarafından başlatılacağının göstergesi.