Belarus'un savaştaki rolü ne?

Riga merkezli Rusça yayın yapan Meduza sitesinin abonelik platformu KİT, Belarus’un savaştaki rolüne ve Rusya-Belarus ilişkilerine ilişkin kapsamlı bir analiz hazırladı.

1. resim
16.06.2022

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısında Belarus’un rolü, Minsk’in Moskova’nın işgal ve savaş ortağı olarak öne çıkması, Belarus lideri Aleksandr Lukaşenko’nun Ukrayna’ya karşı açıklamaları, savaşın ilk haftalarında çokça tartışıldı. 

Riga merkezli Rusça yayın yapan Meduza sitesinin abonelik platformu KİT, Belarus’un savaştaki rolüne ve Rusya-Belarus ilişkilerine ilişkin kapsamlı bir analiz hazırladı. Analizi, Belaruslu eski diplomat ve siyaset bilimci Pavel Slyunkin yazdı. Slyunkin, 2020 senesinde ülkede yapılan seçim sahtekarlığını ve sivil göstericilere şiddet uygulanmasını protesto ederek Dışişleri Bakanlığındaki görevinden istifa etti. “2020’den sonra Belarus’ta her şey daha da kötüye gitti” diyen Slyunkin, ülkesini bu kelimelerle tanımlıyor: “Bugün çoğu Rus için kurnaz kolhozcuları ve temiz sokakları ile eşleşen Belarus, 9 milyon insan için büyük bir yüksek güvenlikli koloniden ibarettir. Bu koloniyi kendini “vatansever” adlandıran insanlar kuruyor. 24 Şubat 2022’de ise onlar Belarus’u hem de askeri suç ortağına çevirdiler”…

Slyunkin’in kapsamlı makalesini GDH okurları için çevirdik: 

Lukaşenko Rusya'ya nasıl sürüklendi ve neden Belarus'ta özgür seçimler diktatörlük ile sonuçlandı?

1994 senesinde Belarus’da ilk ve tek demokratik seçim yapıldı. Bu seçim sonucunda Aleksandr Lukaşenko Cumhurbaşkanı seçildi.  İktidara geldiyi ilk günlerden itibaren Lukaşenko Rusya’yı çok da verimli olmayan Belarus ekonomisinin en önemli dayanağı olarak gördü. İlk basın toplantısında Rusya’yı Belarus’un en önemli siyasi müttefiki ilan etti. 

SSCB içerisinde Belarus “ittifakın montaj atölyesi” fonksiyonunu yerine getiriyordu – tüm Sovyet cumhuriyetlerine ürün sağlayan büyük sanayi tesisleri burada bulunuyordu.  Belarus tüm ittifaka traktör, televizyon, radyo cihazı, elektronik ürünleri, otomobil ve kimyasal gübre sağlıyordu. Ancak aynı zamanda doğal kaynaklarla zengin diğer cumhuriyetlerin aksine, ekonomik açıdan kendine yetemiyordu. 

SSCB’nin çöküşü Belarus ekonomisine ciddi darbe vurdu – ülke, Rusya hammaddesine bağımlı kaldı, ancak üretim zincirinde kırılma ile karşı karşıya kaldı, gümrük ve döviz engellerini aşamadı. Aynı zamanda Sovyet yanlısı olarak kalan Belarus toplumu Rusya ve Ruslara sempatisini de sürdürdü. 1991 senesinde yapılan referandumda Belarus halkı ekonomiden memnuniyetsizliğine, kitlesel grevlere ve Komünist Partili emeklilerin iktidardan yorulmasına rağmen SSCB’nin kalmasına oy verdi. 

Lukaşenko, bir çok açıdan Rusya yanlısı popülizmi ve Sovyet yönetimine aktif eleştirisinin birleşimi sayesinde siyasette hızlı başarıya ulaştı.  Sovhoz (Sovyetler dönemindeki tarım çiftlikleri) başkanlığından devlet başkanlığına geçişi 7 seneden bile az sürdü.

Lukaşenko için en önemli sıçrama noktası milletvekili statüsü alması  idi – 1990 genel seçimlerinde beklenmedik şekilde zafer kazandı.  “Halk içinden çıkmış sıradan köylü” imajını etkili biçimde kullanmaya başladı. O yıllarda parlamento toplantıları devlet televizyonunda canlı yayınlanıyordu. O toplantılarda Lukaşenko hükümeti ve siyasi rakiplerini karizmatik biçimde eleştiriyor, onları yolsuzluk ve milliyetçilikle suçluyor, ülkede düzen sağlayacağını söylüyor, fabrikaların yeniden açılacağını, emekli maaşlarını zamanında ödeyeceğini ve suç oranını düşüreceğini vadediyordu.  1993 senesinde yaptığı konuşmaların birinde ise Belarus’un gelecek başkanı Rusya’ya doğru “dizleri üstünde sürünerek” gitmeye hazır olduğunu ve ülkenin yok olmaması için tek yolun eski Sovyet ülkeleri, özellikle de Rusya ile ortak devlette birleşmek olduğunu söyledi. 

Bu sırada ülkede oluşmaya başlayan demokratik enstitüsüler ve basın özgürlüğü Lukaşenko’nun cumhurbaşkanlığına giden yolunu açtı. Çiçeği burnunda cumhurbaşkanı, bu yolu diğerlerine kapatmak için hızlıca taşları döşemeye başladı – önce tüm basını ve televizyonları kontrol altına aldı, sonra parlamento ve Merkezi Seçim Kurulu’nu itaat ettirdi, sonra ise siyasi rakiplerini fiziksel olarak ortadan kaldırmaya başladı…

Lukaşenko, devlet başkanı olarak halk sevgisinin doruklarına ulaştı. Hem de sadece Belarus’da değil. 90’lı yıllarda o Rusya’nın bazı bölgelerine seyahatlar ediyor, kendi ülkesinde demir elleriyle yapattığı ekonomik başarılardan bahsediyordu. O dönemlerde Lukaşenko Rusya’da, özellikle de Sovyetlerin yeniden geri gelmesinin hayalini kuran kesimde çok popüler idi. Bu popülarite Belarus liderine hatta Kremlin kabinesinde yaşlanan Boris Yeltsin’i devirebileceğine işikin umutlar da veriyordu. Gerçi Lukaşenko kendisi sonra bunu inkar etti. Ancak Rusya’dakilerin kendisi ile rekabet etmekten korktuklarını da sözlerine eklemeyi unutmadı…

Lukaşenko sayesinde Rusya ile Belarus’un ittifak devleti oluşturması fikri doğdu – bu ittifak ortak yönetim organlarını ve ortak döviz kullanımını içeriyordu. İki ülke arasında anlaşma 8 Aralık 1999’da imzalandı. Büyük olasılıkla, Belarus lideri ittifakın onun iktidarını genişletmesi için bir yapısal mekanizma olacağını düşünmüştü. 

Ancak 1999 senesinde Boris Yeltsin’in organize ettiği “varis”  operasyonu bu planı bozdu. İki devletin ittifakını yönetmesinin imkansız olduğunu anlayınca Lukaşenko iki ülkenin entegrasyonu fikrinden vazgeçti ve ekonomiye odaklandı - Rus piyasalarına, ucuz enerji kaynaklarına ve kredilerine erişim sağlamak için…

Şimdi 2020 senesinden itibaren gözlemlediğimiz kariyerinin kademeli düşüşünde de Lukaşenko’nun siyaset güneşinin doğduğu yöne gittiğini görüyoruz – yine Rusya’ya doğru “sürünüyor” (Son bir buçuk yılda Lukaşenko Putin’le 11 kez görüştü) ve yine Sovyet imparatorluğunun yeniden kurulması çağrısı yapıyor.

Lukaşenko "Öpücük" ile petrol almayı nasıl başarıyor ve neden Moskova her zaman baskı yapmak zorunda kalıyor?  

Lukaşenko’nun yönetimi döneminde Belarus ekonomisinin Rusya’ya bağımlılığı azalmadı ve tüm sistem sorunları da olduğu gibi kaldı. On yıllardır Rusya Belarus’un en önemli ticaret ve yatırım ortağı. Mesela, 2021 senesinde Rusya’nın Belarus ihracatındaki payı yüzde 41, ithalatta yüzde 57, yatırımda ise yüzde 42,6 oldu. Bunun yanı sıra, Rusya, Belarusun en büyük kredi sağlayıcısı. 1 Nisan 2021 itibarıyla Belarus’un 18,1 milyar dolarlık dış borcunun 8 milyar dolarlık kısmı Rusya’ya idi.  

Belarus sadece ekonomik açıdan değil, siyaseten de Rusya’ya bağımlı.  Moskova Lukaşenko’yu ilk kez 1996’da güvenoylamasından asılı kaldığında ipten aldı.  O zaman Lukaşenko parlamento ile çatışma içerisindeydi ve kendi yetkilerini arttırmak için referandum yapılmasını istiyordu. Ancak bundan dolayı ülkede siyasi kriz çıktı ve parlamentoda Lukaşenko’ya yönelik güvenoylaması prosedürü başlatıldı. Araya Moskova girdi, Lukaşenko, referandum sonucunun tavsiye niteliği taşıyacağını vadetti, bazı milletvekilleri de kolluk kuvvetlerinin tehdidi altında güvenoylaması talebinden imzalarını geri çektiler. Lukaşenko yeniden iktidarı kendi kontrolüne alınca vadini bozdu ve referandum sonucunu zorunlu ilan ederek parlamentoyu feshetti. Rusya Lukaşenko’yu destekledi ve böylece Belarus’ta tek adam iktidarı kuruldu.  

Ondan sonra Rusya Belarus’taki tüm seçimlerin ve referandumların sonuçlarını  tanıdı. Ve tabi ki, Belarus ekonomisinin eteğini topladı – ülkeye kredi desteği verdi, kendi doğalgaz ve petrolünü ise çok ucuza sattı.  Bu da yetmedi, Belarus’ta gösterilerin en yoğun olduğu dönemde (2020 Ağustosunda Minsk’te 250-400 bin kişi protestolara katılıyordu) Rusya Belarus sınırına Ulusal Muhafızlarını gönderdi. 

Kısacası, Rusya’nın ekonomil, mali ve güç desteği olmadan Lukaşenko rejiminin yaşayamayacağını çok büyük eminlikle söylemek mümkün. Özellikle de 2020 protestolarından sonra. Zira halen daha Belarus ekonomisi sonu gelmeyen uluslararası yaptırımların baskısı altında, Batı ise Lukaşenko’yu meşru Cumhurbaşkanı olarak görmüyor. Yaptırımlar arttıkça Belarus ekonomisinin Rusya’ya bağımlılığı da artıyor. Ancak Lukaşenko’nun davranışı asla değişmiyor – halen Rusya’dan kredi-finans desteği alacağını, ucuz ve hatta sübvansiyon yoluyla petrol ve doğalgaz alacağını, Rusya pazarlarına kolay erişimi sürdüreceğini, karşılığında ise çok az bedel ödeyeceğini umuyor.  Rusya ile Belarus arasındaki bu sadaket ilişkisinin Belarus’ta şaka karışık bir adı da var – “öpücük karşılığında petrol”…

Ancak bu tür ilişkiler her zaman sorunsuz ilerlemiyor. 28 yıllık süre zarfında Rusya ile Belarus birkaç kriz atlattı – doğalgaz,  petrol, süt ve şeker savaşları yaşandı. Lukaşenko bu savaşlar sırasında birkaç kez Rusya’ya bağımlılığını azaltmayı denedi, Batı ile anlaşmaya çalıştı,  Pompeo (2018-2021 ABD Dışişleri Bakanı) ve dönemin Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroşenko ile kucaklaştı. Batılı ve Ukraynalı liderler ile görüşmelerde Rusya emperyalizmine karşı koymanın zorluklarını bir sır olarak anlattı,  hatta Rus petrolünün yerine Belarus’a Amerikan petrolü getirmek niyetinde olduğunu söyledi.  Ancak 2020’deki protestolardan ve ardından gelen yaptırımlardan sonra doğal olarak bu konu kapandı. 

Her defasında Belarus’da protesto havası yoğunlaştığında ve kitlesel mitingler gerçekleştiğinde (2015 hariç, 2006’dan itibaren tüm cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra) Lukaşenko baskıları güçlendirdi, geçici olarak AB ile “dostluk” dönemini frenledi,  Batı yaptırımları ile karşı karşıya kaldı ve yeniden Soçi’ye, ya da Moskova’ya – Putin’e koştu.  Rusya da Belarus ile bağın ve bu ülke üzerindeki çeşitli baskı araçlarının farkında olduğu için Lukaşenko’nun bu davranışlarına sabırla yaklaştı. 

Sonuçta ülkelerin bağımlılığı her zaman karşılıklıdır. Örnek vermek gerekirse, Lukaşenko’nun Rusya yanlısı pozisyonuna rağmen Moskova 30 yılda Belarus’da iç politikayı etkilemek için kendi mekanizmasını kurmayı başaramadı. Ülkede Lukaşenko’dan önce Rusya’ya sadık olan siyasi parti veya harekat kurulamadı. Moskova, hiçbir Rusya yanlısı partiyi Belarus parlamentosuna sokamadı, hatta kaydını bile yaptıramadı (sadece uzak yıllarda bir kez yapabildi).  Kremlin, Belarus’un daha karlı devlet varlıklarını almayı da başaramadı. 

Yani öyle veya böyle, Moskova, Belarus’un iç meselelerinde son karası Lukaşenko’ya bırakmakla barışmak zorunda kaldı.  Dış politikadaki hassas konularda destek almak için ise bazen baskı kurdu, bazen de iyi ödeme yaptı.  Mesela, Lukaşenko Belarus’un Abhazya ve Güney Osetya’yı tanıması karşılığında Medvedev’e şartlar öne sürdüğünü asla utanmadan anlattı…,

Ancak görüldüğü üzere, baskı ve ödeme de her zaman işe yaramıyor. Lukaşenko, verdiği vaatlere rağmen Güney Osetya, Abhazya, Donetsk ve Luhansk’ı halen tanımadı…

Neden Belarus hala Rusya ile birleşmedi ve Belarus otoriterizmi bu süreçte nasıl rol oynadı?

Rusya ile Belarus arasında 90’lı yıllardan beri devam eden entegrasyon görüşmeleri Moskova ile Minsk arasındaki dostluğun karakterini çok iyi ortaya koyuyor. Lukaşenko, Rusya’ya siyasi ve ekonomik bağımlılığına rağmen,  tarafların oldukça farklı gördüğü bu entegrasyon sürecini sürükleyerek uzatmayı başardı. 

Rusya her zaman entegrasyonu Belarus’un Rusya norm ve standartlarına, Rus parasına geçmesi şeklinde görüyor. Bu mantığa göre, Belarus’un yeni ittifaktaki karar alma ağırlığı kendi ekonomisinin büyüklüğüne orantılı olacak. Yani çok az.  Lukaşenko ise ittifakın yönetim organlarında eşitlik, enerji kaynaklarında tek fiyat ve yeni ortak dövizde eşit hak talep ediyor. 

Aralık 2018’de dönemin Rusya Başbakanı Dmitri Medvedev Minsk’e ültimatom verdi. Moskova, Belarus yönetimini bir tercih karşısında bıraktı – ya 1999 senesinde Lukaşenko ile Yeltsin arasında imzalanan ittifak devleti anlaşması yetine getirilecek, ya da Rusya Belarus’a ekonomik destek vermekten vazgeçecekti.  Lukaşenko, bu öneri karşısında sert tepki vermesine rağmen anlaşmanın detaylarını görüşmeyi kabul etti ve böylece derinleştirilmiş entegrasyon adlandırılan süreci başlattı. 

Ancak bu müzakereler de tahmin edildiği gibi, sonsuz tartışmalar ve danışmalar içinde sıkışıp kaldı.  Müzakereleri kah devlet başkanları ve hükümetler düzeyine çıkarttılar, kah uzmanlar düzeyine düşürdüler. Ve her seferinde taraflargeçen 20 senede aşılamayan çelişkilerde takılıp kaldılar. 

2020’de Belarus’da yaşanan siyasi kriz ve ardından gelen uluslararası izolasyon olmasaydı, bu hikaye ne ile biterdi, belli değil. Ancak 2021’de Moskova nihayet Lukaşenko’yu anlaşma imzalama noktasına getirmeyi başardı – 28 ittifak programı imzalandı. Gerçi sonuç bildirisinde uluslar üstü organların ve ortak dövizin oluşturulması konusunda tek kelime bile yok.  Taraflar  “vergi ve gümrük mevzuatlarının uyumu”, “ulaşım piyasasının düzenlenmesi”, “makroekonomik politikaların yakınlaştırılması” gibi daha az önemli konularda anlaştılar. 

Belarus’un “Anschluss”u daha gerçekleşmedi. Ancak bunun sebebi  bazı Batılı lobicilerin ve Minsk’teki propagandistlerin iddia ettiği gibi Lukaşenko’nun ülkenin “egemenlik garantisi” olması değil. Sebep, Lukaşenko için kendisinin mutlak iktidarının en büyük değer olmasıdır. 

Uzun yıllardır süren iktidarı sırasında Lukaşenko Rusya’ya çok taviz verdi, ona bağımlılığını derinleştirdi. Ancak her zaman Belarus’un tek “sahibi” olması için gereken miktarda kaynağı elinde tutmaya çalıştı. Fakat 2020’deki meşruluk krizi ve ardından Ukrayna’ya karşı savaş gösterdi ki, artık bu görevi yerine getirmekte zorlanıyor. 

Belarus'un bu savaştaki rolü nedir ve Lukaşenko Putin'in planlarından haberdar mıydı?

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı Belarus’u ağlanacak duruma düşürdü. 2020 seçimlerinden sonra Belarus rejimi öyle derin bir uluslararası izolasyonla karşı karşıya kaldı ki, tek yabancı müttefiki olarak Putin’i buldu. Belarus’taki uzmanlar Lukaşenko’nun Ukrayna işgaline hazırlıktaki rolü konusunda iki farklı görüş öne sürüyorlar. 

Bu görüşlerin birine göre, Ukrayna’ya saldırı planını Putin ve Lukaşenko birlikte yaptı ve bu, bir aylık bir plan da değildi. Lukaşenko ile Putin’in toplumlara içeriğine ilişkin hiçbir açıklama yapılmayan sık görüşmeleri de bu iddiayı güçlendiren gerekçe olarak gösteriliyor. Lukaşenko’nun savaştan önce yaptığı  “Kiev’i 3-4 güne alacağız”, “Ukrayna’yı Slav kucağına geri getireceğiz” gibi açıklamalar da bu iddiayı güçlendiriyor. Bu düşünceyi destekleyenlere göre, Lukaşenko, Rus tanklarının ardından Kiev’e zafer kutlamasına gitmeyi planlıyordu ve Ukrayna’nın Rus ordusu karşısında hiçbir şansının olmadığından emindi. 

Bir diğer görüşe göre ise Kremlin Lukaşenko’yu savaş gerçeği ile karşı karşıya bıraktı. Belarus’a tatbikat adı altında Rus ordusu gönderildi ve Lukaşenko buna sesini çıkaramadı. Bu olabilir mi? Olabilir. Zira Lukaşenko savaş öncesi verdiği birkaç röportajda da savaş olasılığına inanmadığını ifade etmişti, 17 Şubat’ta ise Rusya’nın Ukrayna’ya saldıracağına ilişkin ABD istihbaratı ile dalga geçmişti. Belarus Dışişleri Bakanı Vladimir Makey ise hatta özel basın toplantısı düzenleyerek tatbikatın sonunda tüm yabancı askerlerin Belarus’u terkedeceğini söylemişti. 

Bu düşünceyi destekleyen analistlere göre, Ukrayna’ya tam kapsamlı saldırı fikrinin kendisi aptalcaydı ve Lukaşenko’nun çevresinin bunu anlamaması imkansızdı. Dolayısıyla, Belarus yönetimi Putin’in sadece bilerek el yükselttiğinden, blöf yaptığından emindi. Onun Batı’dan belli tavizler aldıktan sonra 2021’de olduğu gibi ordusunu geri çekeceğini düşünüyorlardı.  Bu fikri destekleyen en önemli gerekçe olarak Belarus’ta savaşın ilk günlerinde – 27 Şubat’ta yapılan Anayasa referandumu gösteriliyor. Bu Anayasa değişikliği Belarus’un kendi topraklarından diğer devletlere askeri saldırı olasılığını reddeden madde de içeriyor. 

İki fikrin de zayıf noktaları var, ancak sonuç olarak önemli olan Belarus’un saldırganlıkta bir şekilde yer alması gerçeğidir. Ukrayna’nın kuzey sınırları güvenli olsaydı, Rus ordusu bırakın Kiev’i kuşatma planı yapmayı, yakınına bile  gidemezdi. 

Rus ordusu bugün bile Belarus’un askeri ve sivil altyapısını kullanıyor. Baranoviç, Lide, Gomel, Mozır ve Maçuliş’deki askeri havalimanlarından Ukrayna şehirlerini bombalayan Rus uçakları kalkıyor. Rus askerleri Belarus hava savunma sistemleri tarafından korunan füzeleri Ukrayna’ya fırlatıyor. Rus tankları ve askeri araçları Belarus’ta bedava yakıt ikmali yapıyor, Rus askerleri (büyük olasılıkla, Buça’daki katliamı yapanlar da dahil) Belarus’ta tedavi ediliyor. 

Bu olguların toplamı BM Genel Kurulu’nun 1974 senesinde kabul ettiği kararda belirtilen saldırganlık tanımına tam olarak uyuyor.  Zira saldırganlık tanımı hem de devletlerin, kendi topraklarını bir devletin başka devlete saldırısı için kullanma izni vermesini de içeriyor. 

Ancak bir başka tartışılmaz gerçek de var – Belarus ordusu şimdilik Ukrayna’ya müdahaleye katılmadı. Bu, AGİT’in Nisan ayındaki raporunda da yer alıyor. AGİT, Belarus’u çatışma tarafı olarak görmüyor ve hatta onun rolünü Ukrayna’ya silah gönderen NATO ülkelerinin rolü ile eşitliyor. 

Belarus ordusunun Ukrayna’ya müdahalesi ile ilgili özellikle savaşın ilk haftasında çok söylentiler yayıldı. Ukraynalılar da, Belaruslular da bundan korkuyorlardı. Ve büyük olasılıkla Kremlin de bunu istiyordu. Peki Rus ordusu Kiev, Çernihiv ve Hostomel’de bataklığa saplanarak yardıma ihtiyaç duyduğunda müttefik ülkenin askerleri neden destek için gelmedi? Bu sorunun kesin ve ikna edici bir cevabı yok. Bu soru, savaşın bulmacalarından biri olarak kalıyor…

Lukaşeno'nun batılı partnerler için gerekçeleri nasıl tükeniyor ve bundan sonra ne olacak?

Lukaşenko’nun retoriği sürekli değil, cephe hattından gelen haber rüzgarına göre şekilleniyor. Savaşın ilk günlerinde Lukaşenko Rus ordusuna yardım edeceğini vazediyor, Kremlin isterse Belarus ordusunu Ukrayna’ya sokacağını söylüyordu, ancak şimdi sigortası söndü.  Şimdi sürekli Belarus’un “özel operasyona katılmaya hazırlanmadığını” sürekli tekrarlıyor, savaşa karşı ve barıştan yana olduğunu söylüyor. (Gerçi hiçbir şartta Rusya’yı satmayacağını da ekliyor). 

2022 yazına kadar çok şey değişti. Daha önce Belarus Dışişleri Bakanlığı, Batı ile ilişkilerini iyileştirmek için iki argüman kullanıyordu. Birincisini “biz ne yapıyoruz” diye tanımlamak mümkün  – “siyasi tutukluları serbest bırakıyoruz, baskıyı azaltıyoruz, mevzuatı libaralleştiriyoruz” ve s…  İkinci argüman ise “yapabiliriz, ama yapmıyoruz” idi – örneğin, “Kırım’ın ilhakını tanımıyoruz, Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanımıyoruz, kendi ülkemizde Rus askeri üslerine izin vermiyoruz” ve s.  Ancak şimdi birinci tür argümanlar kalmadı. 

Elbette, Belarus yönetimi Batı ile diyaloğu yeniden başlatmayı çok istiyor. Bunun için Belarus’taki Rusya-Ukrayna müzakerelerini başarısızca kullanmaya çalışıyor, Rus ordusunun bir kısmını ülkeden çıkartmaya uğraşıyor, hatta BM Genel Sekreterine ve AB ülkelerine müracaat ediyor. Ancak AB’nin minimum beklentileri ile Lukaşenko’nun verebileceği maksimum tavizler arasındaki makas artık çok büyük.   

Bu nedenle de Belarus iktidarı için ikinci tür açıklamalara yönelmek daha kolay. “Siz şunu istemiyorsunuz, değil mi?” “Şunu” ifadesinin yerine sonra her şey konabilir – Rusya nükleer silahlarının Belarus’a getirilmesi, Belarus’un savaşa katılması, sözde Luhansk ve Donetsk cumhuriyetlerinin bağımsızlığının ve işgal edilmiş toprakların meşruluğunun tanınması, Rusya ve diğer bölge ülkeleri ile daha derin ittifakta birleşme ve s…

Bu taktiğin sonuç verdiğini de dikkatten kaçırmamak lazım. Senden iyi bir şey beklenmiyorsa, kötülük yapmaman bile bir ilerleme olarak görülüyor. 

Lukaşenko’nun “özel operasyonun uzamasından” şikayet etmesi veya satır altında Ukrayna ordusunu övmesi gibi durumların ardından uluslararası konferanslarda gazeteciler sık sık bu soruları soruyor: “Lukaşenko ayakkabı mı değiştiriyor?”, “Acaba şimdi onunla diyalog mantıklı değil mi?”

Bu soruların cevaplarını bulmak kolay. Belarus cezaevlerinde halen binden fazla siyasi tutuklu var.  Çoğu tutuklunun ailesi korkudan yakınlarının adının siyasi tutuklu listesine alınmamasını rica ediyor. Facebook’ta dikkatsiz bir yorumdan veya saçına taktığın sarı-mavi bir tokadan dolayı bile Belarus’ta tutuklanabilirsin. 

Bu nedenle Lukaşenko gerçekten ayakkabı değiştirmek istiyorsa, emin olun biz bunu anlarız. Şimdilik ülke eskisi gibi onun hayvani korkularının ve ilkel arzularının rehini olarak kalmaktadır. 

******

Putin rejimi yaptırımları ve yıpratıcı savaşı ciddi sosyal ve siyasi sallantılar olmadan atlatmayı başarırsa, bunun Belarus için sonuçları çok korkunç olacak.  Dünyadan tecrit edilmiş, rövanşist Rusya ile tekbaşına kalan Belarus devletinin kendi egemenliğini kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır.  Hatta ülkenin uluslararası sistemin bir parçası olarak formalite gereği bağımsızlığı korunsa bile, artık iç konularda da kararlar Moskova tarafından alınacaktır. 

Bu durumda iyimserliği bekleyen tek şey sosyoloji (gerçi total baskı şartları altında ona da güvenilmez). Ülkede Belarus’un savaşa katılmasına karşı güçlü bir konsensüs oluştu. Çeşitli sosyolojik anketlere göre, Belarus’un savaşa katılmasını halkın sadece yüzde 11’i destekliyor. Ve halkın sadece yüzde 4’ü ülkenin Rusya’ya bağlanmasından yana.

Ancak bu insanların ülkelerini uçuruma düşmekten kurtarmak için bir şansları daha olacak mı?