Bir seçimden fazlasını kaybetmek: Fransa ve Beşinci Cumhuriyet
Fransa Ulusal Meclisi’nin 577 üyesinin belirleneceği seçime 10 gün kaldı. Anketler, seçim sonuçlarının Cumhuriyetçi-Gaulliste partilerin parlamentoya girememesiyle noktalanabileceğine işaret ediyor. Fransa raf ömrünü doldurmuş bir siyasi sürecin içerisinde.
6-9 Haziran tarihlerindeki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı/popülist sağın yerel (ülkeler) ve genel (parlamentodaki dengeler) olarak oy oranını artırmasındaki sebep sonuç ilişkilerini tahlil etme konusundaki umursamazlık ilginç bir seyir izliyor. Almanya’da oy oranı dibe vuran koalisyon hükümeti (Sosyal Demokrat Parti-Yeşiller-Hür Demokratlar) ıslık çalarak havaya bakmak suretiyle 2025 yılının Ekim ayına kadar dayanmayı umuyor olsa gerek.
Fransa’da ise Cumhurbaşkanı Macron yaz tatilinin de etkisiyle pek çok kişinin evlerinde olmayacağı günlerde, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde sandığa ilgi göstermemiş olan Fransız halkını erken seçime davet etti. Bu makale yazıldığında Fransa Ulusal Meclisi’nin 577 üyesinin belirleneceği seçime 10 gün kalmış durumda.
Kamuoyu yoklamaları 49 milyon kayıtlı seçmenin, genel seçime olan ilgisinin Avrupa Parlamentosu seçimi düzeyinde kalması halinde, aşırı/popülist sağın bu seçimden de birinci parti olarak çıkacağına işaret ediyor. Tahminler 7 Temmuz’da ikinci turu gerçekleştirilecek seçimde 500’den fazla seçim bölgesinde aşırı/popülist sağın adaylarının finale kalacağına işaret ediyor.
Sosyalist Parti mensubu, 2014 yılından bu yana Paris Belediye Başkanlığı görevini yürüten Anne Hidalgo gibi siyasetçiler, tam da başkentin yaz olimpiyatlarına ev sahipliği yapacağı dönemde “bu seçime ihtiyaç var mıydı?” sorusunu gündeme getiriyorlar. Fransa ve Avrupa genelindeki manzara bu yönüyle Rus Çarlığı’nda “Ekim Devrimi”nin hemen öncesinde 20 Ağustos’ta yapılan “Petrograd ( St. Petersburg ) Kent Konseyi Seçimi”nin benzeri gibi.
1917 yılının karmaşa dolu o günlerinde de Çarlık Rusya’sının başat siyasi güçleri, ülke çapında çoğunluğun oylarını olmasını mümkün olmayan Bolşeviklerin arka kapıdan dolanarak iktidarı ele geçirmeye hazır olduklarının farkında değillerdi.
Petrograd’da birinci parti olan Sosyalistler dahi kazandıkları seçim zaferinden gayet eminlerdi ve yalnızca 3 ay sonra “Kızıl Muhafazlar” eliyle yaşanacakların farkında değillerdi. Anne Hidalgo’nun “seçim şimdi gerekli miydi?” sorusuna dönecek olursak, Macron’un misyonu açısından bu seçimin zamanlamasının “mükemmel!” olduğu tespitini de yapabiliriz.
Seçim kararı Macron'un misyonunun gereği mi?
Macron’un siyasi yaşamının yol haritasını inceleyen bilinçli her Türk vatandaşı, yakın geçmişimizde yaşanan bir süreçle, Macron’un takip ettiği yol haritasının ne kadar örtüştüğünü fark edebilir. Bakalım bu yol haritası size kimi hatırlatacak?
2008-2012 yılları arasında ABD’de Rothschild Yatırım Bankacılığında yöneticilik
2012 yılında Sosyalist Parti’den Cumhurbaşkanı olan François Hollande’ın Elize Sarayı’ndaki ekibine katılması
2014 yılında Sosyalist Parti’den Manuel Valls’in hükümetinde bakanlık görevine getirilmesi
2016 yılında hükümetten istifa ederek 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimine aday olması, bu esnada merkez sağda yer alacak Rönesans Hareketi’ni kurması
Rönesans Hareketi’ne beraberinde götürdüğü isimlerle Sosyalist Parti’yi ve merkez sağdaki Cumhuriyetçi-Gaulliste hareketleri aynı anda bölmeyi başarması.
Bu biyografi bana ister istemez, 2001 yılında ABD’deki finans çevrelerinden Türkiye’ye bakan olarak transfer edilip, 2005 yılına kadar ülkemiz siyasetinde spektaküler eylemelere imza atan ancak bugün hayatta olmayan birini hatırlattı.
Ölmüşlerin ardından konuşmama prensibi gereği ismini yazmıyorum. Okuyucularımızın yaşları yetenler hatırlayacaktır, yetmeyenler de lütfen bir internet araştırması ile sonuca ulaşsınlar.
Bu biyografilere bakınca insanın komplo teorisyeni olup, ABD finans çevrelerinde özel olarak yetiştirilen bazı insanların, Avrupa’daki siyasi dengeleri bozmak üzere bir misyonla donatılıp yollandıklarına inanası geliyor. Bu konuyu bir kenara bırakıp, 30 Haziran-7 Temmuz seçimlerinden çıkacak sonuç neticesinde Fransa’da Ulusal Meclise aşırı/popülist sağ hakim olursa neler olur sorusu üzerine biraz fikir jimnastiği yapalım.
Bu Avrupa De Gaulle-Adenauer Avrupası değil
Şu anda Avrupa Birliği’nin kurulmasına sebep olan iki ülkenin siyasetlerinde (Fransa ve Almanya) aşırı/popülist sağın giderek hakim olduğu bir süreç izliyoruz. Şüphesiz aklı başında hiç kimse, Avrupa Birliği’ne şüphe ile yaklaşan bu partilerin vizyonlarının Charles de Gaulle-Conrad Adenauer ikilisinin Avrupa vizyonları ile örtüştüğünü iddia edemez.
Özellikle Fransa perspektifinden baktığımızda, 2008 küresel ekonomik krizinden bu yana, endüstri ve tarım kesimindeki çalışanların hakları sürekli aşınmakta. Aşırı/popülist sağın parlamentoda sağlayacağı ağırlığın, mevzu bahis ezilen kesimler yararına bazı adımlar atması halinde Cumhurbaşkanlığı makamının kapılarının da aşırı/popülist sağa açılacağı aşikardır. Bunun için de Cumhurbaşkanı seçiminin yapılacağı 2027 yılının ilkbaharına kadar beklemek gerekmeyebilir.
Fransa’da gelecek 2 yıl içerisinde değişecek siyasi kompozisyon, 1958 yılında teşkil edilen Beşinci Cumhuriyet’in tedavülden kalkmasına kadar varabilir.
Fransa Beşinci Cumhuriyeti yitirebilir
Beşinci Cumhuriyet İkinci Dünya Savaşı’nın ardından derin bir sosyo-ekonomik krize yuvarlanan Fransa’nın kurtarıcısı olmuştu. 1954 yılında utanç verici askeri yenilgilerle Güneydoğu Asya’daki sömürge topraklarını kaybeden Fransa, 1954’ten itibaren Cezayir’in bağımsızlık talepleri karşısında bölünmüştü.
Fransız siyaseti çareyi İkinci Dünya Savaşı kahramanı General de Gaulle’ü göreve çağırmakta buldu. De Gaulle, Fransız silahlı kuvvetleri içerisindeki, Cezayir’e bağımsızlık verilmesine karşı çıkan “Gizli Ordu ( OAS )” örgütünün suikast girişimlerine rağmen Beşinci Cumhuriyeti’n kuruluşunu ilan ederek, Fransa’yı yeni bir siyaset yörüngesine soktu.
Cezayir’e bağımsızlığı tanındı, Federal Almanya ile işbirliği artırılarak, Avrupa Birliği projesinin güçlendirilmesi için çalışıldı. Bu sırada de Gaulle, ABD’nin NATO eliyle Avrupa’daki müttefiklerini istikrarsızlaştırma operasyonlarına giriştiğini fark edip, NATO karargahını Paris’ten gönderecek kadar vizyon sahibiydi.
Bugün Türk solunun kimi kesimlerinin sitayişle bahsettiği ancak gün yüzüne çıkan bilgi ve belgelerle CIA tarafından desteklendiği anlaşılan 1968 yılının Mayıs ayında Paris’te patlak veren öğrenci olayları de Gaulle’ün son büyük sınavıydı. Paris’teki öğrenci olaylarından iştahla bahseden popüler tarihçilerin, 30 Mayıs günü de Gaulle’ün çağrısıyla Paris’te toplanan 1 milyondan fazla destekçisinden bahsetmemesi herhalde tesadüf olamaz.
Nitekim Mayıs 1968 olaylarının hemen ardından Haziran ayının 23 ve 30’uncu günlerinde düzenlenen seçimlerde Gaullistler ve Cumhuriyetçiler sandalye sayılarını 111 artırarak 354 milletvekilliği kazandılar. Mitterand liderliğindeki sosyalistler 60 sandalye yitirip 57 vekilliğe gerilerken, sokaklara ve öğrenci olaylarına hakim olduğu görüntüsü veren Fransız Komünist Partisi de 39 kayıpla 34 vekilliğe geriliyordu.
Paris’teki öğrenci olayları ile yaratılan imajla parlamento seçim sonuçları arasında tam bir ters orantı vardı. Bu süreçte dikkat çekici bir başka gelişme ise, Moskova’nın bağlantılı olduğu Fransız sendikaları aracılığıyla sürece doğrudan müdahil olmasıydı. Sovyet yönetimi etki ettiği sendikaların öğrenci eylemleriyle ilişkisini tek hamlede kesti. Kremlin Sarayı, de Gaulle’e karşı yürütülen yıkıcı faaliyetlerin kaynağının Fransa’nın ulusal dinamiklerinden kaynaklanmadığını fark etmişti.
İşte sevgili okuyucular Fransa’da 10 gün sonra başlayacak seçim sürecinde kaybedilmesi muhtemelen olan şey, General de Gaulle’ün Beşinci Cumhuriyet ile inşa ettiği Avrupa merkezli, Anglo-Sakson etkilere karşı dirençli siyaset yapısı olacak.
Anketler, önümüzdeki seçim sonuçlarının Cumhuriyetçi-Gaulliste partilerin parlamentoya girememesiyle noktalanabileceğine işaret ediyor. De Gaulle’ün siyasi mirası, Beşinci Cumhuriyet ve temsil ettikleriyle beraber tasfiye edilmek üzere. Fransa’da Napolyon Savaşları sonrasında en uzun istikrarlı dönem 1870 ile 1940 arasındaki 70 yıllık Üçüncü Cumhuriyet dönemiydi.
Beşinci Cumhuriyeti’n de 66 yılını geride bırakmakta olduğunu dikkate alırsak, Fransa’nın bugün raf ömrünü doldurmuş bir siyasi sürecin içerisinde olduğunu da düşünebiliriz. Fransa’daki seçim sonuçları görünenin ötesinde uzun vadeli sonuçlara gebe.