Bir Sırp diplomatın gözüyle II. Abdülhamid

Sırbistan'ın doğuşuna büyük katkı sağlayan Sırp diplomat Chedomille Mijatovich'in hatıratı Osmanlı dönemi ile ilgili önemli detaylar barındırıyor. Özellikle Sultan Abdülhamid Han'ı ve Osmanlı'nın son dönemlerini anlattığı kısımlar Türkler hakkında çok önemli bilgiler içeriyor.

1. resim

Chedomille Mijatovich [Čedomilj Mijatović], 1842 yılında doğup uzun bir hayat sürmüş, 1932 yılında, 90 yaşında hayata gözlerini yummuş, Sırbistan'a büyük emeği geçmiş bir diplomat. Hatıralarını A Memoirs of A Balkan Diplomatist (Balkanlı Bir Diplomatın Anıları) adlı bu hâtıratın sahibi,

Kitap kendisinin İngiltere görevine ait kısımlarla başlayıp Osmanlı dönemi ile devam ediyor ve Hariciyeci olarak diğer bazı ülkelerle olan ilişkilere ait notlarla sona eriyor. Bizi ilgilendiren kısımlar, elbette çöküşün son günlerinde Osmanlı’yı anlattığı pasajlar…

Mijatovich'in hâtıralarını okuduğunuzda, karşınıza vatansever ve fakat aynı zamanda "aydın namusu" taşıyan bir insan çıkıyor. Yakın zamanda wikileaks adıyla bildiğimiz, bazı "bilgi notları" deşifre olmuş ABD'li diplomatların epeyce ders alması gereken bir insan.

Nitekim kitabına yazdığı önsözde şöyle diyor: "Diplomat olmadan önce bir tarihçi idim. Bu kitabı yazarken en büyük amacım, yaşadıklarımı olduğu gibi, hakkaniyete uygun bir şekilde yansıtmaktı. Bu yaklaşımı, görevim esnasında da şiar edinmiştim.” (s. VIII)

Bu ilginç hariciyecinin hâtıralarının tümünü okumakta fayda var. Umarız bir gün Türkçe'ye çevrilir ve modern zamanların en hızlı döneminde, hep olayların içinde yer almış bu ismin tecrübelerini herkes öğrenme fırsatı elde eder. Şimdilik ilgi çekici birkaç iktibas yapalım...

Londra’dan İstanbul Sefareti’ne

Mijatovich, Londra'da Sırbistan Büyükelçisi olarak görev yaptıktan sonra, 1900 senesinde Osmanlı Büyükelçiliği'ne tayin edilir ve İstanbul'a gelir. II. Abdülhamid o dönem tüm dünyada efsane bir isimdir. Sevenleri kadar nefret edenleri de vardır. Mijatovich o zamana kadar kendisi hakkında sadece kulaktan dolma bilgilere sahip olduğunu söyler:

“İngiltere'den ayrılacağım için çok üzgündüm. Çünkü oradaki politikacılar ve tanıdıklarım, bana karşı her zaman nazik davranmışlardı. (...) İstanbul'daki görevim son derece önemliydi, çünkü bu ülkeye karşı bağımsızlık mücadelesi vermiş ve bir dönem düşman olmuştuk. 

Osmanlılardan bağımsızlığını kazanmayı başarmış ilk ülke bizdik. (...) İstanbul'da birçok enteresan insanla tanıştım, ki bunların en önemlisi de Sultan Hamid idi. Bunun sebebi sadece ülkenin Sultanı olması değil, bulunduğu makama göre epey şaşırtıcı bir kişiliğinin bulunmasıydı. 

İngiltere'de onun hakkında konuşulan iki şey vardı: Birincisi 1892 yılındaki Ermeni katliamı ve ikincisi de Osmanlı devletinin geleneksel "İngilizci" politikasını terk ederek Almanlarla yakınlaşması ve ülkeyi "Almancı" yapmasıydı. (...) 

Onunla, ülkedeki diğer diplomatlar gibi, kendi yaptırdığı Yıldız Sarayı'nda sık sık görüşme imkânı buldum ve bu görüşmelerimde kendisinin anlatıldığı gibi "kana susamış bir canavar" olduğuna dair hiçbir intiba edinmedim. Bilakis çok nazik kalpli, içinde Tanrı korkusu olan, sessiz, fevkalade sabırlı, müzikten, şiirden, felsefeden anlayan ve hoşlanan bir insan gördüm. 

Huzuruna ilk çıktığım gün aramızda geçen konuşma esnasında, eski padişahların Sırbistan'da daima adaletle hükmettiklerine dair inancımdan bahsettim. Bir yabancı diplomattan, ecdadına ilişkin takdirâne sözler işitmiş olmaktan dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirdi:

 "Biz Türkler biliyoruz ki, ecdâdımız hep âdil olmaya çabalamıştır. Bu gerçeği dile getiren ilk yabancı diplomat sizsiniz!” Bunun üzerine "Öyle...” diye cevap verdim ve ekledim: “Çünkü bendeniz sadece bir diplomat değil, aynı zamanda bir tarihçiyim ve söylediklerimi ispat etmeye muktedirim!” (s. 82-84)

- Chedomille Mijatovich

Abdülhamid’in kadın-erkek ilişkilerine dair bakışı

Mijatovich devamında ilginç bir olayı aktarır. Sırp Kralı, hayatını kaybetmiş olan bir bakanının dul eşiyle nişanlanmıştır ve haberi alan Abdülhamid, Mijatovich'i Yıldız'a çağırır. Olayın aslını astarını, müstakbel eşin genç kraldan büyük olduğunu işittiğini, doğruysa ne kadar büyük olduğunu, evlilik kararının sebebini filan sorar.

Mijatovich haberi doğrular ve müstakbel eşin, Kral'dan 8 veya 9 yaş kadar büyük olduğunu söyler. Sonra yanında bulunan bir fotoğrafını Abdülhamid'e gösterir. Abdülhamid fotoğrafı dikkatlice inceler ve “Evet, hakikaten çok güzel gözleri var. Ancak çok genç olmadığı da aşikâr.

Kralınız birkaç sene önce ziyaretime geldiğinde bana çok zeki bir delikanlı intibaı bırakmıştı. Bu evliliğin neresi zekice? Düpedüz budalalık!” der. Akabinde kadın-erkek ilişkisi üzerine derinlikli laflar eder, “Biraz önce söylediklerim aramızda kalsın. Siz yine de kralınıza mutluluk dileklerimi ve yaptığı eş seçimi sebebiyle tebriklerimi iletiniz!” der.

Mijatovich, yaptığı bu görüşmeyi şu çarpıcı cümleyle açıklamış: “Çok güçlü bir erkeğin, âşık olduğu vakit nasıl zayıf düşeceğine ilişkin, son derece felsefî açıklamalar dinlediğim için oldukça şaşırmıştım!” (s. 84-85)

* * *

Mijatovich, Osmanlı tarihine ilişkin takdirkâr yaklaşımlarının semeresini fazlasıyla almış. İki devlet arasında halledilmesi gereken pekçok problemde Abdülhamid bizzat devreye girmiş ve çözümlerin seri bir şekilde çıkmasını sağlamış.

Bu hususta, özellikle Üsküp Metropolitliği'ne tayin edilecek isim konusunda aralarında epey bir müzakere geçmiş ve Mijatovich arzuladığı neticeyi almış. (s. 87-91)

Abdülhamid’in İngiltere seyahatine dair notlar

Yine bir konuşmalarında, Abdülhamid Mijatovich'e İngiltere'de ne kadar kaldığını sorar.

Hemen hemen yedi sene görev yaptığı cevabını alınca, “O halde İngiliz toplumunun özelliklerini tanıma fırsatı bulmuşsundur” der Abdülhamid.

“Gayet yeterli fırsatım oldu” diye cevaplar Mijatovich.

Bu cevabının üstüne gelen soru biraz şaşırtıcıdır:

“Peki, İngiliz kadınları hakkındaki fikriniz nedir?”

“Majesteleri bu soruyu hangi maksatla sordu bilemiyorum ama, tesbitime göre İngiliz kadınları gayet güzel, sağlıklı, iyi birer anne, sâdık eş ve güvenilir arkadaştırlar!”

Abdülhamid bu cevap üzerine şöyle bir yorum yapar:

“Evet, ben de orada bulunduğum vakit, gördüğüm kadınların güzel olduklarını hatırlıyorum...”

“Majesteleri İngiltere'de bulunmuş muydu? Bakın, bunu bilmiyordum!”

“Ah evet... Biraderim Murad ve ben, amcamız Abdülaziz'in Kraliçe Victoria'ya yaptığı ziyarette kendisine eşlik etmiş idik.”

İçki davetini reddeden şehzadeler

Mijatovich'in ilgisini gören Abdülhamid anlatmaya devam eder:

“Londra'ya vardığımızda, mihmandarlığımıza genç ve yakışıklı bir Albay verilmişti. Kendisini takdim ettikten hemen sonra ortadan kayboldu ve bir şişe ve iki tane de bardak ile geri döndü. 

“Ekselansları, bendeniz aslen İskoç'um ve topraklarımın ürettiği her şeyle gurur duyarım. Hassaten de viski ile! Ekselansları lütfedip ülkemi şereflendirirse fevkalâde memnuniyet duyarım ve bu vesile ile sizlere viski ikram etme bahtiyarlığına erişirim!” dedi. 

Bunun üzerine biraderim Murad: “Sanırım siz, bizim Peygamberimizin alkollü içeceği bizlere yasak ettiğini bilmiyorsunuz. Teşekkür ederiz Albay, ancak tatmak için dahi olsa, içki içmeyiz biz!”Albay bu cevap üzerine: “Ama belli peygamberiniz İskoç viskisini bilmiyormuş, bilseydi eminim viskiyi yasak etmezdi!” dedi. 

Elbette tüm ısrarına karşı direndik ve ikram ettiği içkiden içmedik. Albay “Bu güzel içkiyi reddettiğinize üzüldüm, ancak bizim iklimimizde bu, sağlığımıza fevkalâde iyi geliyor. Benim içmemde umarım bir sakınca görmüyorsunuzdur?” diye sordu. 

“Kesinlikle bir sakınca yok” diye cevapladı biraderim Murad, “Sizin dininiz alkollü içecekleri yasaklamamış, dolayısıyla arzu ettiğiniz kadar viski içebilirsiniz!”

- Chedomille Mijatovich

Abdülhamid'in anlattıkları devam eder. Bu hadiseden sonraki 3 gün boyunca, Albay'ın sürekli içki içtiğini farkettiklerini, biraderi Murad ile konuyu aralarında konuştuklarını ve bu kadar fazla içmesinin sağlığı açısından çok tehlikeli olduğunu kendisine söylemeye karar verdiklerini anlatır:

“Bir akşam biraderimle bu hususu müzakere ettik ve sonunda kendisiyle konuşmaya karar verdik. Ertesi sabah bir araya geldiğimizde Albay yine içmekteydi. Biraderim Murad söze girdi: 

“Albay, ben ve kardeşim sizi bir dost olarak belledik. Umuyoruz ki, siz de bizi öyle bellemişsinizdir. Bu dostluğumuzun hatrına istinaden söylemek istiyoruz ki, haddinden fazla içki içiyorsunuz!” Albay bir an şaşakaldı, bir sandalyeye ilişti ve gözlerini ikimizin üzerine dikerek şöyle dedi: 

“Ne? Ekselansları çok içtiğimi mi düşünüyor? Sizler karımı içerken görseydiniz ne düşünürdünüz, çok merak ettim doğrusu!”

- Chedomille Mijatovich

Bu hadiseyi naklettikten sonra Abdülhamid şöyle der: “Şimdi söyleyin bakalım, sayın Mijatovich; İngiltere'den epey uzun müddet kalmış biri olarak, İngiliz kadınlarının haddinden fazla içki içtikleri doğru mu?”

Mijatovich cevaplar:

“Sizi kesinlikle temin ederim ki Majesteleri, böyle bir durum yoktur! İçki içen kadınları çok nadir gördüm ve onlar da aşağı tabakadan insanlardı. Orta veya üst tabaka arasında ise kesinlikle görmedim!”

Saray’dan Opera Daveti

Mijatovich, daha önce de belirttiğimiz üzere, kendisini tanıyana kadar Abdülhamid hakkında ciddi önyargılar beslediğini samimiyetle dile getirmişti. Karşısında "kana susamış bir canavar" göreceğini sanırken, sanattan, felsefeden, müzikten, edebiyattan, tiyatrodan... anlayan ve bu konularda ilmî münakaşalar yapacak kadar bilgi sahibi olan bir insanla karşılaşmıştı. Nitekim bu çerçevede bir gün kendisine Yıldız Sarayı'ndan bir davet gelir:

“Bir gün Saray'dan akşam yemeğine davet edildim. Yemek sonrası, Yıldız Opera Salonu'nda haşmetmeaplarının da bizlere hususi locasında eşlik edeceği söylendi.

Oraya vardığımda Rus Büyükelçi Zinovieff ile İranlı ortaelçi Mirza Ali Han'ın da geldiklerini gördüm. Yemekten sonra İbrahim Paşa bizleri Opera Salonu'na götürdü. 15 dakika sonra Padişah da teşrif etti. 

Hepimize tek tek geldiğimiz için teşekkürlerini ifade etti. Hep birlikte genişçe, mobilyalarla dekore edilmiş birkaç odayı geçtik ve dar ancak uzunca bir koridora vardık. Bu koridorun duvarlarındaki tablolar beni epeyce şaşkınlığa uğrattı. 

Bütün tabloların konusunun, Türk ordusunun savaşlarına ilişkin olduğu dikkatimden kaçmadı. Ben, en önde yürüyen Abdülhamid ile Mirza Han'ın hemen arkasında Zinovieff ile birlikteydim. 

Padişah birden durdu ve bana döndü. Ağzından tek bir kelime çıkmadan, hemen sağ yanındaki tabloyu işaret etti. İbrahim Paşa kulağıma eğilerek fısıldadı: "Alexinatz Savaşı!"

- Chedomille Mijatovich

Tabloya hızlıca baktığımda, ricat halindeki Sırp askerlerini takip etmekte olan Türk ordusunu tasvir ettiğini gördüm (1876). Yüksek bir sesle İbrahim Paşa'ya seslendim: “Lütfen haşmetmeaplarına söyleyiniz, bu savaşa ilişkin bizde de böylesi yağlıboya tablolar vardır.

Ancak her nasılsa, kompozisyon farklı resmedilmiş!” Abdülhamid, tercüme edilmesini beklemeden ne söylediğimi anlamıştı ve anında kahkahayı patlattı. O an gördüğüm, neşeli bir dost idi.

Sahnede soyunan aktrist!

İngiliz tiyatrolarında birinci balkon "İmparatorluk Locası" olarak düzenlenmiştir. Bu locanın sağ ve sol yanında diğer localar bulunur. Bu salon kâfi büyüklükteydi ancak gayet mütevazı bir şekilde dekore edilmişti.

Abdülhamid dışında, üç misafiri ve İbrahim Paşa, İmparatorluk Locası'ndaki yerimizi aldık. Padişahın maiyetindeki yâverler ile sâir askerî erkan hemen iki yanda bulunan localara oturdu. Bunun dışındaki izleyici yerleri tamamen boştu. Bir İtalyan opera grubu, Fra Diavolo adlı operayı sahneye koyacaktı.

Bu grubun çok iyi ses sanatçıları vardı, ancak senaryo zayıftı. Abdülhamid müzikten epey hoşlanmışa benziyordu ve pürdikkat sahnedeki oyunu izliyordu. İşte bu esnada, Marianna adlı oyuncu, duasını edip yatmak üzere üzerindeki elbiseleri çıkarmaya başladı.

Abdülhamid bunun üzerine telaşla doğruldu ve yanındaki Zinovieff'e dönerek şöyle dedi: “Ekselansları Avrupalı kızların âdetlerini bilir, bilvesile sahnedeki kızın tamamen soyunup soyunmayacağını bilmek isterim!”

Zinovieff'in gözleri parladı, hemen cevap verdi:

“Böyle kızlar, patronlarının beğenilerine hizmet eder. Majesteleri de bu grubun patronu olduğuna göre, hiç şüphe yok ki, siz nasıl istiyorsanız öyle yapacaktır!”

Abdülhamid, beyaz eldiven taktığı sağ elini havaya kaldırdı, alnına vurdu ve şöyle dedi: "Estağfurullah!"

O alkışlamayınca, kimse alkışlamadı. Ama oyun sonunda İbrahim Paşa'yı gönderip, oyunda rolü olan tüm aktör ve aktristlere tebriklerini iletti.”

* * *

Mijatovich'in Abdülhamid ile ilgili hâtıraları burada bitiyor. İktibasımızda da görüldüğü üzere, Abdülhamid'in sahne sanatlarına olan ilgisini, bir Batılı diplomatın anlatımıyla doğrulamış oluyoruz.

Bir asrı aşkın bir süre önce, opera izlemek üzere sarayına salon yaptıran, bunu misafirleriyle paylaşan bir devlet adamı...

Tartışma