BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin kısa sömürge tarihi
Batı emperyalizminin ve müdahaleciliğinin tarihsel mirası, etkilerini tüm dünyada göstermeye devam ediyor. İşte BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin kısa sömürge tarihi...
BM Şartı'nın temel ilkelerinden biri devletlerin egemenlik haklarının korunmasıdır. Ancak 1945'ten bu yana, BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi (Sovyetler Birliği/Rusya, Fransa, İngiltere, ABD ve Çin) bu kavramın altını oymak için sürekli olarak askeri güç kullanmıştır.
Bu ülkelerin toprak ele geçirme eylemleri azalsa da, süregelen askeri hakimiyet yaklaşımı, emperyalizmin ekonomik, siyasi ve kültürel kontrol yoluyla daha fazla tezahür etmesine olanak tanımaktadır.
Yeni-sömürgeci politikaların, genellikle tarihi ve kültürel bağları savunma ve jeopolitik istikrarı koruma ihtiyacını vurgulayarak, sistemi haklı çıkaran anlatıları güçlendirmek için "yeniden çerçevelendirilmesi", uluslararası ilişkilerin statükosunu sürdürmek için gerekli olmuştur.
Doğal olarak BMGK'nın beş üyesi, eleştirileri kendi uygulamalarından uzaklaştırmak için sık sık birbirlerini emperyalizm ve sömürgecilikle suçlamışlardır.
Oysa eski sömürgelerde ya da etki alanlarında bu ilişkileri sürdürmek sadece bağımlılığı devam ettirir, ekonomik kalkınmayı engeller ve eşitsizlik ve sömürü yoluyla istikrarsızlığı teşvik eder.
Fransa
Rusya Dışişleri Bakanlığı'nın Şubat 2023'te yaptığı ve Fransa'yı Afrika ülkelerine "sömürgeci geçmişinin bakış açısıyla" davranmaya devam ettiği için eleştiren yorumlara cevaben Fransa Dışişleri Bakanlığı, Rusya'yı Afrika'daki "yeni sömürgeci siyasi müdahalesi" nedeniyle tepki gösterdi.
Geçtiğimiz Haziran ayında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, en son 1977 yılında Fransız paralı askerlerinin darbe girişimine sahne olan eski bir Fransız sömürgesi olan Benin'e yaptığı ziyaret sırasında Rusya'yı "son sömürgeci emperyal güçlerden biri" olmakla suçlamıştı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa sömürgelerindeki bağımsızlık hareketleri önemli ölçüde arttı ve Paris 1945'te çoğu Afrika'da bulunan sömürgelerine daha fazla özerklik verdi.
Yine de Fransa imparatorluğunun büyük bir kısmını elinde tutmaya kararlıydı. Fransız gazeteci Raymond Cartier'e göre "sömürge halklarının özgürleşmesi kaçınılmaz" olduğundan ve imparatorluğun aslında Fransa'yı ekonomik olarak geri bıraktığına inanıldığından, Fransa'da "faydacı sömürgecilik karşıtlığı" olarak adlandırılan ve giderek artan kamuoyu duyarlılığı, çok sayıda ülkenin sömürgecilikten kurtulmasını destekledi.
Fransa 1954 yılında Çinhindi'ni yenilgiyle terk ederken, 1960 yılında Fransa'nın eski sömürgelerinden 14'ü bağımsızlığını kazandı. Cezayir'in 1962'de bağımsızlığını kazanmasının ardından Fransa'nın imparatorluğu neredeyse yok olmuştu.
Ancak diğer yeni bağımsız devletler gibi, birçok eski Fransız sömürgesi istikrarsızdı ve Fransız askeri gücüne karşı savunmasız ya da bağımlıydı. Fransa 1960'lardan bu yana, kendisine dost hükümetleri istikrara kavuşturmak, düşman olanları devirmek ve çıkarlarını desteklemek için Afrika'da düzinelerce askeri müdahale ve darbe gerçekleştirdi.
Son dönemde Fransız ordusu 2002'den bu yana Fildişi Sahili'ne, 2013'ten bu yana Sahel bölgesindeki ülkelere (özellikle Mali) ve 2016'dan bu yana Orta Afrika Cumhuriyeti'ne sürekli olarak müdahale etti.
Fransa'nın öncülük ettiği kampanyalar önemli ölçüde ABD yardımı almıştır. 2019 yılında Fransız konuşlandırmaları hakkında konuşan Macron, Fransız ordusunun "neo-sömürgeci, emperyalist ya da ekonomik nedenlerle orada olmadığını" belirtti ve “Kolektif güvenliğimiz ve bölge için oradayız." ifadelerini kullandı.
Ancak son yıllarda eski sömürgelerde artan Fransız karşıtı duygular Paris'in tarihsel askeri hakimiyetini zayıflattı.
Mali ile Rusya arasındaki yakın ilişkiler, Fransa'nın 2022 yılında ülkedeki son askerlerini de çekmesine ve yerlerine Rus özel askeri şirket güçlerinin gelmesine neden oldu. Benzer bir durum aylar sonra Orta Afrika Cumhuriyeti'nde de yaşandı ve 2023'te Fransız birlikleri Burkina Faso'dan çekilirken, ülkede Rus varlıklarının gözlemlendiği bildirildi.
Fransa'nın eski sömürgelerinde devam eden nüfuzunun olumsuz etkilerinden duyulan hayal kırıklığı, Fransa'da yaşayan göçmen topluluklarındaki sorunlarla da doğrudan bağlantılıdır.
Haziran 2023'te Paris'in banliyölerinde Kuzey Afrikalı bir gencin polis tarafından vurularak öldürülmesi geceler süren ayaklanmalara neden olmuş, Rusya ve Çin Fransa'yı güvenlik tepkisi nedeniyle otoriterlikle suçlamıştı.
İngiltere
Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden kısa bir süre sonra İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Rusya Devlet Başkanı'nı hala "emperyal fethe" inanmakla suçladı.
Oysa tıpkı Fransa gibi İngiltere de on yıllardır, İngiliz bankalarının, finansal hizmetlerinin ve diğer şirketlerinin baskın rolü de dahil olmak üzere, eski imparatorluğundaki İngiliz çıkarlarını desteklemek için askeri güç kullanmakla suçlanıyor.
Nazi Almanyası tarafından yenilgiye uğratılmayan tek Avrupalı sömürgeci güç olarak İngiliz kuvvetleri, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Fransız ve Hollanda kuvvetleri geri dönmeden önce Çinhindi ve Endonezya'yı güvence altına almak için gönderildi.
Ancak Londra'nın odağı kısa süre sonra kendi imparatorluğunu ve yeni ortaya çıkan bağımsız devletleri korumaya yöneldi. İngiliz kuvvetleri 1948-1960 yılları arasında Malezya'daki komünist isyanın bastırılmasına yardımcı oldu. 1952-1960 yılları arasında Kenya Acil Durumunda savaştı ve Afrika, Orta Doğu, Karayipler ve Pasifik adalarındaki eski sömürgelerine müdahale etti.
Ayrıca İngiliz, Fransız ve İsrail güçleri, Mısır hükümetinin Süveyş Kanalı'nı millileştirmesinin ardından 1956'da Mısır'ı işgal etmiş, ABD ve Sovyetler Birliği'nin diplomatik baskısıyla geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Sonraki birkaç on yıl boyunca, neredeyse tüm eski İngiliz sömürgelerine istikrarlı bir şekilde bağımsızlık verildi ve 1980 yılına gelindiğinde İngilizlerin yurtdışındaki askeri müdahalelerinin hızı yavaşladı.
Bununla birlikte, 1982 Falkland Savaşı, İngiltere'nin gerileyen, emperyal bir güç olduğu algısını bir şekilde tersine çevirdi. Falkland Adaları'nın küçük ve savunmasız nüfusunun Arjantin saldırganlığına karşı başarıyla savunulması, İngiltere'nin insan hakları savunucusu ve kendi kaderini tayin hakkı olarak algılanmasını güçlendirdi.
Buna ek olarak, İngiltere'nin deniz gücüne odaklanması "imparatorluğun kendi imajı için önemliydi" çünkü deniz gücü genellikle kara ordularından daha az tehdit edici olarak algılandı. Eski Başbakan David Cameron gibi önde gelen İngiliz siyasetçiler de benzer şekilde İngiltere'nin adaları Arjantin sömürgeciliğinden koruma taahhüdünü yineledi.
İngiliz ordusu 2000 yılında Sierra Leone İç Savaşı'na müdahale etmiş ve 2001 yılında Afganistan'da ve 2003 yılında Irak'ta ABD liderliğindeki savaşlarda önemli bir ortak olmuştur.
Action Against Armed Violence tarafından hazırlanan bir rapora göre, devam eden resmi görevlerin yanı sıra, İngiliz Özel Kuvvetleri 2011-2023 yılları arasında 11 ülkede gizlice faaliyet göstermiştir.
Sovyetler Birliği / Rusya
1945'ten sonra Sovyet birlikleri NATO'yu caydırmak ve muhalefeti bastırmak için Doğu Bloku'na konuşlandırıldı.
Doğu Almanya (1953), Macaristan (1956) ve Çekoslovakya'da (1968) "karşı devrimci" protestoculara karşı komünist hükümetleri destekleyen birkaç askeri operasyon onaylandı. Sovyet güçleri ayrıca 1979-1989 yılları arasında Afganistan hükümetini desteklemek için on yıl süren bir çatışmada yer aldı.
Asya, Afrika ve Latin Amerika'da ise Sovyetler Birliği kendisini önde gelen sömürge karşıtı güç olarak sundu.
Çok sayıda bağımsızlık yanlısı/komünist hareketi ve hükümeti mali, siyasi ve askeri olarak desteklemeyi ideolojik bir görev olarak ilan etti ve bu çabaları sömürgeci Batı ile yüzleşmeye bağladı.
Sovyetlerin çöküşü Moskova'yı Rusya'nın eski Sovyet devletlerindeki nüfuzunu korumaya öncelik vermeye zorladı.Ancak bugün bile pek çok Rus, Sovyetler Birliği ve Rus İmparatorluğu'nu imparatorluk olarak görmüyor. Zira Ruslar, İngiliz ve Fransızların aksine, sömürgeleştirdikleri tebaalarıyla "Halkların Dostluğu" çerçevesinde birlikte yaşadıklarında ısrar ediyor. Bu duygu, Rusya'nın eski Sovyetler Birliği'nin bazı bölgelerinde devam eden hakimiyetini savunan söylemin çoğunu yönlendiriyor.
Şubat 2022'de Ukrayna'nın işgali arifesinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir kez daha Ukrayna'nı aslında bir devlet olıp olmadığını sorguladı.
Ukrayna, diğer eski Sovyet devletleri gibi Rus siyasetçiler tarafından da sık sık “yapay bir oluşum” olarak nitelendirildi. Rus yetkililer, “Rusça konuşanları” korumak için askeri gücün gerekliliğini her zaman savundu ve 1990'ların başından bu yana Gürcistan, Moldova ve Ermenistan/Azerbaycan'daki çeşitli bölgelerde Sovyet sonrası kırılgan sınırların çatışmasını ve istismarını meşrulaştırdı.
Rusya ayrıca eski Sovyet devletlerinde askeri gücüne olan bağımlılığı sürdürmek için de çalışmıştır. Kazak hükümetinin Rusya liderliğindeki Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) askeri ittifakına olan bağımlılığı, Ocak 2022'deki protestolar sırasında KGAÖ'nün müdahalesi sırasında açıkça görüldü.Sergey Lavrov gibi önde gelen Rus siyasetçiler KGAÖ'yü sürekli olarak NATO ile kıyasladılar, ancak KGAÖ üyesi ülkelerin (Belarus hariç) Ukrayna ile savaşında Rusya'ya destek vermemesi örgütün sınırlarını ortaya koydu.
Rus ordusu 2011'den bu yana Suriye'de de faaliyet gösterirken, düzinelerce Rus özel askeri şirketi de son on yılda Afrika'daki operasyonlarını arttırdı. Kremlin bu çatışmaları ve Rusya'nın Ukrayna'daki savaşını, Moskova'nın geleneksel sömürge karşıtı güç rolünü pekiştirmek için giderek daha fazla birbirine bağlıyor.
ABD
Sömürgecilik karşıtı bir mücadeleden doğduğunu iddia eden ABD, doğal olarak sömürgeci bir güç olarak algılanmaktan çekinmiştir.
Başta John F. Kennedy olmak üzere ABD Başkanları İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dekolonizasyona destek vermişlerdir. Ancak "anti-komünizm anti-sömürgecilikten önce geldiği" için Washington, Sovyet etkisinin yayılmasını önlemek ve Batı çıkarlarını güvence altına almak için Avrupalı güçlerin yeni-sömürgecilik uygulamalarını sık sık desteklemiştir.
ABD, Monroe Doktrini'nin ilk kez ilan edildiği 1823 yılından bu yana Latin Amerika'ya yönelik emperyal davranışları nedeniyle de eleştirilmektedir.Amerika Birleşik Devletleri'nin Amerika kıtasına müdahale etmek için özel bir hakka sahip olduğu düşüncesi Soğuk Savaş sırasında Washington'un komünizme karşı temkinli olmasıyla artmıştır.
ABD askeri güçleri Washington'un siyasi iradesini uygulamak için 1954'te Guatemala'ya, 1961'de Küba'ya, 1965'te Dominik Cumhuriyeti'ne, 1983'te Grenada'ya ve 1989'da Panama'ya müdahale etmiştir.
Bu arada 1945'ten bu yana ABD güçlerinin dahil olduğu başlıca dış çatışmalar arasında Kore Savaşı (1953-1953), Vietnam Savaşı (1955-1975), Körfez Savaşı (1991), Yugoslav Savaşlarına müdahale (1995,1999) ve Terörle Savaş (2001-günümüz) yer almaktadır.
ABD kuvvetleri ayrıca 2004 yılında Haiti'ye müdahale etmiş, Libya (2011) ve Suriye'deki (2014) uluslararası müdahalelere öncülük etmiştir. Bu müdahaleler genellikle istikrarsızlığı sürdürmek ve yerel kurumları zayıflatmakla eleştirilmiştir.
Bununla birlikte, ABD'nin küresel askeri varlığı büyümeye devam etmiştir. ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) 2007'den bu yana ABD'nin Afrika'daki askeri ayak izini genişletmiş ve bugün bilinen rakamlarla 750 askeri üssün 80 ülkeye yayıldığı tahmin edilmektedir.
Bu arada ABD özel operasyon güçlerinin ise 154 ülkede aktif olduğu tahmin edilmektedir.
ABD'nin küresel askeri varlığı Washington'a ulaşım yolları üzerinde de önemli bir kontrol sağlıyor ve ABD Donanması ticaret kısıtlamalarını ihlal eden gemilere rutin olarak el koyuyor. ABD'li yetkililer, diğer ülkelerle dayanışmayı vurgulamak ve daha fazla işbirliği önermek için ülkenin eski bir İngiliz kolonisi olarak tarihine yaslanmaya devam ettiler.
Örneğin 2013 yılında ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, ABD'nin "Latin Amerika'da Avrupalı güçlerin nüfuzuna karşı çıkmasına" izin veren Monroe Doktrini'nin sona erdiğini belirtti. Başkan Biden da 2023 Karayip-Amerikan tarihi ayının başlangıcını ilan eden Beyaz Saray brifing salonundaki konuşmasında ABD ve Karayip ülkelerinin ortak değerlere ve "sömürgecilik boyunduruğunun üstesinden gelme" ortak tarihine nasıl bağlı olduğunu belirtti.
Ancak Washington'un küresel ilişkilerdeki rolüne ilişkin iç bölünmeler, ABD'nin eski dış politikası olan izolasyonizme geri dönmesi yönündeki çağrıları arttırdı. Bu, ABD'nin küresel sahnede geri çekilmesi için yeterli olmasa da, ABD ordusunun son yıllarda yeni büyük çatışmalara girmesini engellemeye yardımcı oldu.
Çin
Çin İç Savaşı'nın 1949'da sona ermesi, Çin'in Avrupalı güçler, ABD ve Japonya karşısında yaşadığı "Aşağılanma Yüzyılı "nın sonu oldu.
Çin Komünist Partisi'nin (ÇKP) zaferi Pekin'in gücünü pekiştirmesine ve Çin'in sınırlarını genişletmeye yönelmesine olanak sağladı. Buna 1949'da Sincan'ın ve 1950'de Tibet'in, Çin kontrolüne girmesi de dahildir.
Çin kuvvetleri eski Avrupa sömürgeleriyle de çatışmalara girmiştir. Bu çatışmalara Hindistan'la yaşanan çatışmalar ve Çin'in 1979'da Kuzey Vietnam'a yönelik büyük bir işgal başlatması da dahildir. Bir ay süren operasyon sırasında her iki tarafta da on binlerce kayıp kaydedilirken, Çin ve Vietnam güçleri arasındaki sınır çatışmaları 1991 yılında ilişkiler normalleşene kadar devam etmiştir.
Çin son on yılda Güney Çin Denizi'ndeki toprak kontrolünü pekiştirmek için liman, hava üssü ve diğer askeri tesislerin inşasını, Güneydoğu Asya ülkelerinin zararına olacak şekilde hızla arttırdı. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping bu gelişmeleri, adaların "eski zamanlardan beri Çin'in toprağı olması" ile gerekçelendirdi.
Çin bu yüzyılda herhangi bir büyük askeri operasyondan kaçınmış olsa da, artan ekonomik ve askeri gücünü diğer ülkelere toprak iddialarını kabul etmeleri için baskı yapmak amacıyla kullandı.
Çinli yetkililer eleştirileri bertaraf etmek için dikkatlerini Batı'nın süregelen ve tarihsel emperyalizmine yönelttiler. İngiltere'nin 2019'da Çin'in demokrasi yanlısı protestoları ele almasına yönelik eleştirilerinin ardından Çin, İngiltere'yi "sömürgeci bir zihniyetle" hareket etmekle eleştirdi ve Arjantin'i desteklemek için İngiltere'yi 2021'de Falkland Adaları'nda sömürgecilik uygulamakla suçladı.
Bu iddialar Çin'in politikalarına yönelik iç desteğin sürdürülmesine, Batı emperyalizminden zarar gören diğer ülkeler arasında dayanışmanın artırılmasına ve Çin'in jeopolitik rakiplerinin savunmaya geçmesine yardımcı oluyor.
Sonuç
Batı emperyalizminin ve müdahaleciliğinin tarihsel mirası, Batı'nın Ukrayna ile küresel dayanışma çağrılarının bugün neden sağır kulaklara çarptığını açıklamaya yardımcı olmuştur.
Buna ek olarak, Ukrayna'daki savaşın artan enerji ve gıda fiyatları gibi bazı sonuçları en çok yoksul ülkelerde hissedilirken, Batılı firmaların Ukrayna'nın önemli ekonomik sektörlerinde artan hakimiyeti de Batı'nın Ukrayna üzerindeki mesajını daha da zayıflatmıştır.
Gerçek tarihin ve hesap verebilirliğin teşvik edilmesi, büyük güçlerin zayıf ülkelere daha özverili bir şekilde yardım etmesinin önündeki engelleri de kaldırabilir.
Bu yaklaşım, maliyetli askeri müdahalelere kıyasla daha fazla işbirliğini ve olumlu yansımaları beraberinde getirebilir ve kendi şiddet, sömürü ve baskı miraslarıyla boğuşan zayıf devletler için de bir örnek teşkil edebilir.