BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Direktörü Mokhiber Gazze için istifa etti

BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği New York Ofisi Direktörü Craig Mokhiber, "Gözlerimizin önünde bir soykırımın yaşandığını görüyoruz" diyerek istifasını sundu.

1. resim

İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ne havadan, denizden ve karadan düzenlediği saldırılar, 26 gündür devam ederken, Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin New York Ofisi Direktörü Craig Mokhiber, BM'nin Gazze'de Filistinli sivillere uygulanan soykırımı önleme görevinde "başarısız" olduğunu belirterek görevinden ayrıldı.

Craig Mokhiber, Cenevre'deki Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Turk’e yazdığı mektupta, "Bir kez daha gözlerimizin önünde bir soykırım yaşandığını görüyoruz ve hizmet ettiğimiz örgüt bunu durdurmak için yetersiz görünüyor" dedi.

"Bu bir soykırım vakasıdır"

Mokhiber, BM'nin daha önce Ruanda'da Tutsilere, Bosna'da Müslümanlara, Irak'ta Yezidilere ve Myanmar'da Rohingyalara yönelik soykırımları engellemede de başarısız olduğunu vurgulayarak,

 "Yine başarısız oluyoruz. Kökleri etnik-milliyetçi, sömürgeci ve yerleşimci ideolojiye dayanan ve tamamen Arap olmaları nedeniyle zulüm ve tasfiyeye maruz kalan Filistin halkına yönelik toplu katliam, başarısızlığımızda herhangi şüpheye yer bırakmıyor."

ifadelerini kullandı.

Mokhiber, İsrail’e destek veren Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD), İngiltere'nin ve diğer Batılı devletleriin bu korkunç saldırının suç ortağı olduğunu da belirtti.  Sosyal medya platformu X'teki paylaşımında,

"Filistin'de tanık olduğumuz soykırım, ABD ve diğer Batılı hükümetlerce uzun yıllardır İsrail'e sağlanan cezasızlığın bir neticesi. Batılı medya tarafından onyıllardır Filistin halkının haklarının reddedilmesi de bu katliamları besledi. Her ikisi de sona ermeli. İnsan hakları için ses çıkarın."

dedi.

İşte Craig Mokhiber’in 28 Ekim’de BM Yüksek Komiseri Volker Turk’e gönderdiği istifa mektubunun tam metni:

Bu, New York'taki görevim sırasında sizinle yaptığım son iletişim olacak.

Bir kez daha gözlerimizin önünde bir soykırım yaşandığını görüyoruz ve hizmet ettiğimiz örgüt, bunu durdurmak için yetersiz görünüyor. 1980'lerden beri Filistin'de insan haklarını araştıran, 1990'larda Gazze'de BM insan hakları danışmanı olarak yaşayan biri olarak bu benim için oldukça kişisel ve hassas bir durum.

Tutsiler, Bosnalı Müslümanlar, Yezidiler ve Rohingya'ya yönelik soykırımlara karşı bu salonlarda çalıştım. Her durumda, savunmasız sivil halklara karşı işlenen korkunç suçların tozları dağıldığında, kitlesel vahşetin önlenmesi, savunmasızların korunması ve suçluların hesap vermesi için gerekeni yapamadığımız acı bir şekilde ortaya çıktı. BM'nin tarihi boyunca Filistinlilere karşı sayısız cinayet işlendi ve zulümler engellenemedi.

Soykırım kavramının sıklıkla siyasi istismara maruz kaldığını iyi biliyorum.

İsrail hükümeti ve askeri liderleri, toptan katliamları, sistematik zulmü, açıkça Filistinlilerin sadece Arap kimliklerine dayandırıyorlar.

Gazze'de sivil evler, okullar, kiliseler, camiler ve sağlık kuruluşları dahil binlerce sivilin katledildiği yerler, keyfi olarak saldırıya uğruyor. Batı Şeria'da ve işgal altındaki Kudüs'te evlere aşırı sağcı Yahudi yerleşimciler tarafından el konuluyor. Bu suça İsrail askerleri eşlik ediyor.

Bu, soykırımın ders kitabı olarak nitelendirilebilecek bir örnek. Filistin'de yaşananlar etno-milliyetçi, yerleşimci ve sömürgeci bi proje. Bu proje, Filistinlilerin son kalıntılarını hızlıca yok ediyor.

Dahası, ABD, Birleşik Krallık ve Avrupalı devletlerin çoğu, bu korkunç saldırıya suç ortaklığı yapıyor. Bu hükümetleri sadece Cenevre Sözleşmelerine "saygı gösterme" yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddetmekle kalmıyor, aynı zamanda saldırıganı aktif olarak silahlandırıyor, mali ve istihbari destek sağlıyor ve İsrail'in zulümleri için politik ve diplomatik kılıf oluşturuyor.

İsrail, Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin (ICCPR) 20. maddesini açıkça ihlal ederek, soykırımı kolaylaştırmak için Filistinlilere insan değilmiş gibi davranıyor ve savaş propagandası yapıyor.

Bu koşullar altında, kuruluşumuzun ilkeli ve etkili eylem talepleri her zamankinden daha büyük. Ancak zorluklarla baş edemiyoruz. Güvenlik Konseyi, ABD tarafından engelleniyor. Genel Sekreter António Guterres saldırı altında ve düzenli olarak sosyal medyada dolaşan iftiralara maruz kalıyor.

Oslo'nun illüzyonlu ve büyük ölçüde sahte sözleriyle yıllarca meşgul olmak, kuruluşu uluslararası hukuku savunma görevinden saptırdı. Gelinen noktada iki devletli çözüm önerisi, hem uygulamadaki imkansızlığı hem de Filistin halkının insan haklarını hesaba katmaması nedeniyle BM'nin koridorlarında yapılan bir şaka haline geldi.

Sözde Orta Doğu Dörtlüsü (Birleşmiş Milletler, ABD, Avrupa Birliği ve Rusya), aslında bir eylemsizlik grubu ve statükoya boyun eğmekten başka hiçbir şeye yaramadı. Uluslararası hukuk yerine ABD tarafından kaleme alınmış "taraflar arasındaki anlaşmalara olan saygı" kavramı, İsrail'in gücünü işgal altındaki Filistinlilerin haklarına tercih etmek için kullanılan hile olarak tasarlandı.

Yüksek Komiser, bu kuruluşa ilk olarak 1980'lerde geldim, çünkü burada, güçlü ABD, Birleşik Krallık ve Avrupa'nın yanımızda olmadığı durumlarda bile insan haklarının yanında olan ilke ve norm temelli bir kurum bulmuştum.

Kendi hükümetim ve ABD medyasının çoğu hala Güney Afrika'daki ırk ayrımcılığını, İsrail'in baskısını ve Orta Amerika'daki ölüm mangalarını desteklerken ya da haklı çıkartmaya çalışırken, BM bu toprakların ezilen halklarının yanında duruyordu. Uluslararası hukuk yanımızdaydı. İnsan hakları yanımızdaydı. Prensip yanımızdaydı. Otoritemiz, bütünlüğümüzde kök salmıştı ama artık öyle değil.

Son on yıllarda, BM'nin anahtar kısımları ABD'nin gücüne ve İsrail Lobisi'nden duyulan korkuya teslim oldu. Bu ilkelere veda etti ve uluslararası hukuku savunmaktan geri çekildi. Bu süreçte çok şey kaybettik, en azından kendi küresel güvenilirliğimizi kaybettik. Ancak en büyük kaybı Filistin halkı yaşadı. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin, Filistin halkına karşı Nakba'nın gerçekleştirildiği yıl kabul edilmiş olması, tarihsel bir ironi olsa gerek.

Son günlerde dünyanın dört bir yanındaki şehirlerde alınan ilkeli tavra karşı çok şey öğrenmemiz gerekiyor. Soykırıma karşı duran, hatta dövülme ve tutuklanma riskiyle karşı karşıya kalan insanlar, hepimize yol gösteriyor. İnsan hakları savunucuları, Hristiyan ve Müslüman örgütler ve "bizim adımıza değil" diyen ilerici Yahudi sesler insanlığa yol gösteriyor. Tek yapmamız gereken şey, onları takip etmek.

Dün, buradan sadece birkaç blok ötede, New York'un Grand Central İstasyonu, Filistin halkıyla dayanışma içinde olan ve İsrail zulmüne son verilmesini talep eden binlerce Yahudi insan hakları savunucusu tarafından ele geçirildi ve göstericiler tutuklandı.

İsrail'in Yahudi halkını bir şekilde temsil ettiği propagandasını (antisemitik bir klişeyi) bir an içinde olsa ortadan kaldırdılar. Dediler ki; bizi temsil etmiyor ve bu nedenle İsrail, kendi suçlarından sorumludur. Bu noktada İsrail lobisinin aksi yöndeki iftiralarına rağmen İsrail'in insan hakları ihlallerinin eleştirilmesinin antisemitizm anlamına gelmediğini tekrar etmekte fayda var, Tıpkı Suudi ihlallerinin eleştirilmesinin İslamofobik, Myanmar ihlallerinin anti-Budist veya Hindistan ihlallerinin anti-Hindu olmadığı gibi.

Bizi iftiralarla susturmaya çalıştıklarında, sesimizi kısmamalı, yükseltmeliyiz. Sayın Yüksek Komiser, bunun güce karşı gerçeği söylemekle ilgili olduğuna inanıyorum. Ancak BM'nin büyük baskılara rağmen insan hakları ilkelerinden ödün vermeyi reddeden bölümlerinde de umut buluyorum.

BM'nin üst düzey kurumları utanç verici bir şekilde güce boyun eğerken, bağımsız özel raportörlerimiz, soruşturma komisyonlarımız ve antlaşma organlarındaki uzmanlarımız,  Filistin halkının haklarını savunmaya devam etti. İnsan hakları norm ve standartlarının koruyucuları olarak, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin (OHCHR) bu standartları savunma konusunda özel bir görevi olduğunu hatırlatmalıyım.

İnanıyorum ki, en önemli işimiz Genel Sekreter'den en yeni BM personeline kadar geniş bir BM sisteminde Filistin halkının haklarının tartışılmasının müzakere konusu olamayacağı hususunda ısrar etmektir.

Eğer insan hakları ve eşitlik için tüm sözlü uyarılarımıza, failler için hesap verebilirlik, mağdurlar için tazminat, savunmasızların korunması ve hak sahiplerinin güçlendirilmesi hükümlerimize sadık kalsaydık, BM daha farklı görünürdü. Hukukun üstünlüğü altında çalışırdık.

Cevabın basit olduğuna inanıyorum. Adalet vizyonunu bozan propagandist perdelerin ötesini net bir şekilde görmek için güçlü devletlere olan korku ve saygıyı terk etmek ve gerçekten insan hakları ve barış bayrağını yükseltmek için cesarete sahip olmak gerekiyor.  Bu uzun vadeli bir proje. Ancak şimdi başlamalıyız ya da anlatılamayacak bir korkuya teslim olmalıyız. Yapılacaklar konusunda on temel husus görüyorum:

1.  Meşru Eylem: BM'deki başarısız ve büyük ölçde sahte Oslo paradigmasını, sözde iki devletli çözümü, etkisiz ve İsrail ile işbirliğine dayanan Orta Doğu Dörtlüsü'nün ( Birleşmiş Milletler, ABD, Avrupa Birliği ve Rusya) siyasi çıkarlarını egemen kılma eğilimini derhal terk etmeliyiz.

2. Vizyonun Netliği: Bu basitçe iki savaşan taraf arasında toprak veya din üzerine bir çatışma değil, aşırı güçlü bir devletin, etnik kökenleri temel alarak yerli bir nüfusu sömürgeleştirdiği, zulmettiği ve mülksüz bıraktığı durum. Bu gerçeği kabul etmeliyiz.

3. İnsan Haklarına Dayalı Tek Devlet: Tarih boyunca Filistin'de eşit haklara sahip olan Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler için tek, demokratik ve laik bir devletin kurulmasını desteklemeliyiz. Bu nedenle bu ırkçı ve yerleşimci sömürge projesinin çökmesi ve apartheidın sona ermesi gerekiyor.

4. Apartheid ile Mücadele: Tüm BM çabalarını ve kaynaklarını, 1970'lerde, 80'lerde ve 90'ların başında Güney Afrika için yaptığımız gibi apartheid ile mücadeleye yönlendirmeliyiz.

5. Dönüş ve Tazminat: İşgal altındaki topraklardan Lübnan, Ürdün, Suriye ve dünyanın diğer ülkelerine göç etmek zorunda kalan Filistinlilere, geri dönüş ve tam tazminat hakkını verme konusunda ısrar etmeliyiz.

6. Gerçek ve Adalet: Geçiş dönemi adalet sürecini talep etmeliyiz, on yıllarca birikmiş BM soruşturmalarını, sorgulamalarını ve raporlarını tam anlamıyla kullanarak gerçeği belgelemeli ve tüm failler için hesap verebilirlik, tüm mağdurlar için tazminat ve belgelenmiş adaletsizlikler için çözüm sağlamalıyız.

7. Koruma: Nehirden denize sivilleri korumak için iyi kaynaklı ve güçlü bir mandaya sahip BM koruma gücünün konuşlandırılması için baskı yapmalıyız.

8. Silahsızlanma: Çatışmanın bölgeye ve dünyaya yayılmaması için İsrail'in devasa nükleer, kimyasal ve biyolojik silah stoklarının yok edilmesini savunmalıyız.

9. Arabuluculuk: ABD'nin ve diğer Batılı güçlerin aslında güvenilir arabulucular olmadığını, aksine Filistinlilerin haklarının ihlal edilmesinde İsrail'le işbirliği yapan çatışmanın gerçek tarafları olduğunu ortaya koymalı ve meseleye böyle yaklaşmalıyız.

10. Dayanışma: Filistin halkına ve onların haklarının savunulması için mücadele eden Filistinli, İsrailli, Yahudi, Müslüman ve Hristiyan insan hakları savunucularına kapılarımızı (ve Genel Sekreter'in kapılarını) genişçe açmalıyız. Aynı zamanda BM liderlerinin ofislerine sürekli giren İsrail lobisini dışlamalıyız. Burada olma nedenleri savaş, zulüm, apartheid ve cezasızlık savunusu yapmaları. Üstelik düzenli olarak Filistinlileri ve insan hakları savunucularımızı karalıyorlar.

Bu, başarılması yıllar sürecek bir öneri ve Batı, her adımda bize karşı çıkacak. Bu yüzden kararlı olmalıyız. Kısa vadede hemen bir ateşkes için çalışmalıyız. Uzun vadede ise ablukanın sona erdirilmesi için çalışmalı, Gazze, Kudüs ve Batı Şeria'daki (ve diğer yerlerdeki) etnik temizliğe karşı çıkmalıyız. Bunun için de Gazze'deki soykırımı belgelemeliyiz. Filistinlilere insani yardım ve yeniden yapılandırma sağlamalı, travma geçiren meslektaşlarımıza ve ailelerine sahip çıkmalı ve BM'nin siyasi ofislerinde ilkeli bir yaklaşım için savaşmalıyız.

Şimdiye kadar BM'nin Filistin'deki başarısızlığı, bizim geri çekilmemiz için bir neden değil. Bunun yerine, geçmişin başarısız paradigmasını terk etmek ve daha ilkeli bir duruşu tam anlamıyla benimsemek için cesaret etmek gerekiyor.

Gelin, etrafımızda büyüyen anti-apartheid hareketine cesurca ve gururla katılalım. Filistin halkı için eşitlik ve insan hakları bayrağına logomuzu ekleyelim. Dünya izliyor. Oysa tarihin bu kritik anında nerede durduğumuzdan hepimiz sorumlu olacağız. Gelin, adaletin yanında duralım.

Size, Yüksek Komiser Volker'e, bu son çağrımı dinlediğiniz için teşekkür ederim. Otuz yıldan fazla hizmetten sonra birkaç gün içinde ofisi son kez terk edeceğim. Ancak gelecekte yardımcı olabileceğim konularda benimle iletişime geçmekten çekinmeyin.

Craig Mokhiber kimdir?

Mokhiber, 1992'den bu yana BM'de bir dizi önemli görevde bulundu. Filistin, Afganistan ve Sudan'da kıdemli insan hakları danışmanı olarak görev yaptı. Uluslararası insan hakları hukuku alanında uzmanlaşmış bir avukat olarak 1990'lı yıllarda Gazze'de yaşadı.

İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin New York Ofisinin Direktörü olarak görev yaptığı dönemde, sosyal medyadaki yorumları nedeniyle zaman zaman İsrail yanlısı grupların eleştirilerine maruz kaldı. İsrail'e yönelik boykot hareketi olan BDS'yi destekleyen ve İsrail'i apartheid ile suçlayan paylaşımları sık sık eleştirildi.

Tartışma