Carnegie Endowment for International Peace: F-16 Anlaşması Türk-Amerikan ortaklığını yeniden canlandırabilir mi?
Türkiye ve ABD, uyum içinde çalışmaktan elde edecekleri katma değeri hatırlamaya başladı. Peki F-16 anlaşması Türk-Amerikan ortaklığını yeniden canlandırabilir mi?
Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Carnegie Endowment for International Peace'de, F-16 anlaşması sonrası Türkiye ve ABD ilişkilerinin geleceğinin nasıl şekillenebileceğinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Türkiye'nin uzun süredir dış politikasına yön veren küresel bakış açısının, Batı liderliğindeki küresel düzenin çökmekte olduğu varsayımına dayandığı belirtilen analizde, Türkiye ve ABD ilişkilerinin ise uzun süredir devam eden inişli-çıkışlı süreçten sonra F-16 anlaşması ile yeni bir yükseliş trendine girebileceği belirtildi.
Analizde ayrıca; dünyada yaşanan çeşitli jeopolitik aksaklıkların, her iki ülkeyi yeniden uyum içinde çalışmaya sevk edebileceği belirtildi.
İşte Carnegie Endowment for International Peace'de yayınlanan analiz:
İsveç'in NATO üyeliğinin geçen ay onaylanmasının ardından Türkiye, kırk adet F-16 savaş uçağı ve yetmiş dokuz adet modernizasyon kiti alma konusunda onay aldı.
Ancak bu anlaşmanın tamamlanması kolay olmadı. Müzakereler boyunca Ankara ile Washington defalarca görüşmelerde bulundu. ABD Başkanı Joe Biden'ın yönetimi, F-16'ların satışına onay vermesi ile Türkiye'nin İsveç'in NATO teklifini onaylaması arasında herhangi bir bağlantı olmadığını savunmaya özen gösterdi.
Ancak bununla birlikte, iki meselenin bağlantısı perde arkasında devam etti. Son anlaşmazlık noktası ise belirleyici adımı ilk kimin atacağıyla ilgiliydi.
ABD, F-16 satışını taahhüt etmeden önce Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini onaylamasını sağlamakta ısrar etti. Nihayetinde Türkiye, anlaşmanın ilerlemesi için geri dönüşü olmayan bu adımı atarak riske girmeyi kabul etti ve sonuçta bu işlemsel yaklaşım ile herkes istediğini aldı.
Arka plandaki bilek güreşi ne olursa olsun, sonuç önemli bir gelişmedir. Süreç, Ankara ve Washington'un hala karşılıklı olarak kabul edilebilir bir sonuca ulaşabileceklerini gösterdi. Ve bu ayrıca, ikili ilişkilerin sıkıntılı olduğu bir dönemde bile iki ülke arasındaki yakınlaşmayı ortaya koydu.
Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri'nin tarihsel olarak inişli çıkışlı dönemleri olmuştur. Ancak geçtiğimiz on yıl özellikle Suriye politikası, Türkiye'nin Rus S-400 hava savunma sistemini satın alması ve ABD'nin Türkiye'ye uyguladığı yaptırımlar konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle özellikle kötü geçti.
Her iki taraf da değişen jeopolitik ortama kendi yöntemlerine ve politikalarına adapte olurken, diğerini giderek daha az dikkate almaya başladı.
Türkiye'nin politikasına yön veren küresel bakış açısı, mevcut uluslararası sistemin bir kırılma noktasında olduğu ve Batı liderliğindeki küresel düzenin çökmekte olduğu varsayımına dayanmaktadır.
Bu bakış açısı aslında benzersiz değil ve Küresel Güney'de yaygın. Ancak aradaki fark, Türkiye'nin bir NATO müttefiki olmasıdır.
Diğer yükselen güçler gibi, Türkiye de ABD ve Batılı müttefikleriyle varsayılan yakınlaşmasına güvenmek yerine esnek bir dış politika yoluyla kendi çıkarlarını korumaya adaklandı. Ancak bu durum, Türkiye'nin benzer düşünen bir müttefikten ziyade yıkıcı bir müttefik olarak algılanmasına yol açtı.
Bu arada ABD de Yunanistan ve Romanya gibi alternatif bölgesel aktörlerle işbirliğini derinleştirerek kendini korumaya almaya çalıştı. Eş zamanlı olarak Biden yönetimi, görünüşte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın davranış ve politikalarına tepki olarak Türkiye ile üst düzey angajmanını sınırladı.
Fakat gelinen noktada; F-16 satışının ardından ilişkiler daha iyiye doğru değişmeye başlayabilir.
Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini engellemesinin sona ermesi Biden yönetimi için bir kazanımdır. Öte yandan bu anlaşma Türkiye için büyük bir yatırım, ABD için ise kazançlı bir fırsat olarak görülebilir.
Bu gelişme aynı zamanda, geleneksel olarak ortaklıkta bir katalizör görevi gören ve şoklara karşı tampon görevi gören ikili savunma işbirliğini yeniden canlandırma potansiyeli de taşıyor. Zira, birbirlerinden ne kadar uzaklaşırlarsa uzaklaşsınlar, iki ülke uzun süredir müttefiktir ve ilişkilerinde tam bir kopuşun önlenmesinde öncelikli çıkarları var.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland Ankara'ya yaptığı bir ziyaret sırasında bunu teyit etti ve anlaşmayı; “İki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden canlanması" olarak tanımladı.
Nuland ziyaretinde ayrıca, Türkiye'nin Ukrayna için 155 milimetre kalibrelik toplar üretmesi için devam eden çabalardan bahsetti ve ABD'nin, Rus S-400 sistemini satın aldıktan sonra çıkarıldığı F-35 programına, bu sorunun ortadan kalkması halinde Türkiye'yi tekrar kabul etmeye hazır olduğunun altını çizdi.
Türkiye-ABD ilişkilerini daha istikrarlı ve iyi bir yola sokmak her iki taraf için de mantıklı. İki ülke de çabalarını mevcut ivmenin üzerine inşa etmeye yönlendirmeli.
Ancak iki ülke de özellikle iki nedenden dolayı bu sürecin kolay olmayacağını kabul etmelidir.
Birincisi, iki ülke arasında bozguncular olacaktır. Örnek olarak, bu iyimser sürecin ortasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Türkiye'yi ziyaret edeceğine dair haberler geldi ve bu izleyenlere, oyundaki farklı güçleri yeniden hatırlattı.
Diğer yandan da Ankara'nın dış politikasını dengeleme ve Rusya ile istikrarlı ilişkileri sürdürme konusundaki iştahını hatırlattı.
İkincisi, ortaklığın daha esnek ve ileriye dönük bir zihniyetle yeniden tasarlanmasını içermeyen her türlü çaba yetersiz kalacak. Zira iki ülke arasındaki bu ilişki öngörülebilir gelecekte krizlerle dolu olmaya devam edecek.
Son on yılda Türkiye ve ABD arasındaki çatlak derinleşse de, çeşitli jeopolitik aksaklıklar her iki tarafa da uyum içinde çalışmaktan elde edecekleri katma değeri hatırlatmaya devam ediyor.
Biden yönetiminin Afganistan'dan aniden çekilme kararı, Türkiye ve ABD'nin Kabil havaalanında güvenliği artırmak için işbirliği yapmanın yararını çabucak gördüğü bu örneklerden biridir.
Ukrayna'daki savaş, tahıl anlaşmasından Karadeniz güvenliğine kadar farklı alanlarda birlikte çalışmalarına prim veren bir başka örnektir. Şu anda hayal etmek zor olsa da, aynı şey Gazze'deki savaş bağlamında da gerçekleşebilir. Bu liste daha da uzatılabilir.
Sonuç olarak; Türk-Amerikan ortaklığı jeopolitik gelişmelerin sarkaç etkisinden etkilenmeye devam edecektir. Uluslararası ortamın çok kutupluluğa doğru evrilmesi bunu kesinleştirmektedir.
Ancak jeopolitik iki yönlüdür ve Türkiye ile ABD, onları birbirinden ayıran gelgitler yerine ortak bir yöne götüren politikaları sürdürmeye karar verebilir.
İki ülke, bunu ortaklıklarını yeniden tasarlayarak, daha esnek bir yol çizerek ve karşılıklı bağlılık yoluyla dayanıklılığı artırarak yapabilirler. Çünkü, artık ilişkilerini yeniden inşa edecekleri yeni bir temelleri var.