Carnegie Endowment: İsveç, Türkiye'yi hedef alan olaylara ilişkin dürüst bir değerlendirme yapmalı
Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılımını onaylaması, Mayıs seçimlerinin sonrasına kaldı. İsveç bu süreçte Türkiye'yi hedef alan olaylara ilişkin dürüst bir iç değerlendirme yapmalı.
Geçen ay İsveç'te gerçekleşen Türkiye karşıtı bir dizi protesto, Ankara'yı adeta çileden çıkardı ve İskandinav ülkesinin NATO üyelik sürecini tehdit eder hale geldi.
Gösterilerde terör örgütü PKK'nın sembolleri yer aldı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir mankeni elektrik direğine asıldı. Daha da kötüsü, İsveç ve Danimarka çifte vatandaşı ve Danimarka'daki aşırı sağcı siyasi parti Hard Line'ın lideri Rasmus Paludan, Stockholm'deki Türk büyükelçisinin konutunun önünde Kuran'ın bir nüshasını yaktı ve gösterisini İslam'ı aşağılayıcı ifadelerle destekledi.
İsveçli yetkililer, eylemlerin İsveç yasalarını ihlal etmediğini belirtti. Başbakan Ulf Kristersson olayları ülkesinin NATO üyelik hedefine karşı bir sabotaj eylemi olarak nitelendirirken, İsveç Dışişleri bakanı ise protestoların doğrudan doğruya Rusya'nın işine geldiğini belirtti.
Bu arada Finlandiya'nın eski başbakanı Alexander Stubb da, Kur'an yakma olayının arkasında Rusya'nın olabileceğini öne sürdü ve hibrit savaş taktikleri konusunda uyarıda bulundu.
Ancak bu açıklamalar Türk muhatapları ikna etmedi ve Türkiye, İsveç parlamento sözcüsü ve İsveç Savunma bakanının Ankara'ya yapacağı resmi ziyaretleri derhal iptal etti. Erdoğan ise adeta İsveç'e ateş püskürerek, Türk ve Müslüman inançlarına saygı gösterilmemesi nedeniyle İsveç'in Türkiye'den NATO üyelik hedefi için destek beklememesi gerektiğini belirtti.
Ancak Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini daha da geciktirme ihtimali aslında sadece İsveç'in değil, Türkiye'nin de sorunu.
Ukrayna'daki savaş ve buna bağlı jeopolitik paradigma kaymaları İsveç'in ve Finlandiya'nın tarihi ittifaka katılma kararının önünde duran Türkiye'nin imajı da etkiliyor. Bu, Avrupa-Atlantik güvenliğinin yeniden şekillendiği bir dönemde, Türkiye'nin güvenilmez ve yıkıcı bir aktör olduğu algısını besliyor.
Türkiye'de uzmanlar, Yunanistan'ın da benzer şekilde Kuzey Makedonya'nın NATO üyeliğini, yıllarca engellediğine dikkat çekiyorlar. Ancak bugün bağlam çok farklı ve Türkiye'nin imajı üzerindeki bedel çok daha büyük.
Türkiye, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılım sürecini başlatmasına rıza göstermeyi çeşitli şartlara bağladı. Anlaşma, İsveç ve Finlandiya'nın Türkiye'nin PKK da dahil olmak üzere belirli grupların faaliyetlerine ilişkin güvenlik endişelerini ele alma taahhüdünün ardından, geçtiğimiz Haziran ayında Madrid'de yapılan NATO Zirvesi sırasında imzalandı.
Ancak Ankara'nın Stockholm'ün anlaşmaya dair performansı hakkındaki değerlendirmesi, son olaylardan önce bile olumsuzdu. İsveçli yetkililer yasal olarak mümkün olanı yaptıklarını söylüyorlar ve Türkiye'yi çok şey istemekle eleştiriyorlar.
Her ne olursa olsun bir sonraki mantıklı adım, Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın katılım anlaşmalarını onaylaması olacaktır. Türkiye bundan hoşlanmayabilir ama NATO müttefiklerinin çoğu muhtemelen bu fikirde.
Ayrıca bu konu, Türkiye'nin ABD'den F-16 savaş uçağı satın alma isteğinin de önüne geçmeye başlıyor. Ankara ve Washington, NATO başvurusu ile Türkiye'nin F-16 alım talebinin ayrı konular olduğunu vurgulamaya devam ediyor ancak bu bağlantı, savaş uçağı satışında söz sahibi olacak ABD'li kongre üyelerinin kafasında farklı gibi görünüyor.
Fakat gelişmelerin akışı ne olursa olsun, Türkiye NATO'ya katılım protokollerini onaylamak için acele etmeyecektir. Bu karar artık, Türkiye'de gerçekleşecek Mayıs seçimlerinden sonrasına kaldı.
NATO'nun genişlemesi için bir sonraki kritik eşik, Temmuz ayında Litvanya'nın Vilnius kentinde yapılacak olan NATO zirve olacak. O zamana kadar olan süre Türkiye, İsveç ve Finlandiya tarafından akıllıca yönetilmelidir. Odak noktaları, gereksiz suçlama ve provokasyonlar değil, makul bir yol ve diplomasi kanalları olmalıdır.
İlk olarak Türkiye, İsveç ve Finlandiya, anlaşmazlıklarını kamu önünde konuşmaktan kaçınmalı ve provokatif ifadelerden, popülist söylemlerden kaçınmalıdır.
İkinci olarak, üç ülke gerektiğinde stratejik mesajlarını koordine edecek bir mekanizma oluşturmalıdır. Bu şekilde üçüncü tarafların provokasyonlarının etkisi azaltılabilir.
Üçüncüsü, siyasi temaslar şimdilik rafa kaldırılmış olsa da, bürokratlar arasındaki çalışma düzeyindeki toplantılar yoğunlaştırılmalıdır. Bu, bir işbirliği kültürü oluşturmaya, klişeleri ortadan kaldırmaya ve birbirlerinin endişelerini ve kısıtlamalarını daha iyi anlamaya yardımcı olacaktır. Bu nedenle Türkiye, iptal ettiği üçlü mekanizma toplantılarına dair kararını geri almalıdır.
Son olarak, Türk savunma sanayi firmaları İsveç'ten ihracat lisansı almak için hala mücadele ediyor. İsveç bu sorunu çözmeli ve son zamanlarda Türkiye'yi hedef alan olaylara ilişkin dürüst bir iç değerlendirme yapmalıdır. Stockholm ifade özgürlüğü konusundaki taahhütlerini sürdürecek olsa da, Türkiye ile ilişkilerine gelebilecek provokasyonları en aza indirmenin yollarını düşünmelidir.
Türkiye, Soğuk Savaş sırasında NATO'nun doğu kanadının koruyucusu olma mirasıyla ve NATO'ya en çok katkıda bulunan müttefiklerden birisi olma özelliği ile ön plana çıkıyor. İsveç ve Finlandiya ise NATO üyeliğini hak ediyor.
İki ülke de Türkiye ile geleneksel olarak iyi ilişkilere sahipler ve bu ilişkiler, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılımı ile karşılıklı yarar sağlayan yeni bir boyut kazanacak.