gdh'de ara...

Çin güvenilir bir partner mi?

💢 Çin, kendisini üstün ırk olarak mı görüyor?

💢 Pekin'in Çin'e olan borcunu ödeyemeyen ülkelerin limanlarına ve havaalanlarına el koyduğu biliniyor.

💢 Çin'in otoriter yönetimlerle yaptığı anlaşmaların içeriği niçin açıklanmıyor?

1. resim

Dünyanın yükselen ekonomik güçlerinden olan Çin, günümüzde ABD’nin en önemli alternatifi olarak görülüyor. Siyasi, askeri, teknolojik ve sosyal alanlarda ABD’yle rekabet etme kapasitesi zayıf olsa da Çin, 2021 verilerine göre 17.7 trilyon dolara milli gelire sahip.

Pekin yönetimi, özellikle de Kuşak-Yol Projesi kapsamında çeşitli ülkelerin altyapılarının geliştirilmesi konusunda önemli tekliflerde bulunuyor. Diğer yandan Çin, ülkelerde çeşitli sektörlere yatırımlar da yapıyor.

Kurulan ilişkilerin temel olarak win-win olarak da bilinen kazan-kazan çerçevesinde geliştirildiğine dair güçlü bir propaganda yapılıyor ve buna dair önemli bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.

Çin’in bu algıyı güçlendirmek için kullandığı söylemlerden biri de ülkelerle eşit seviyede ilişki kurduğu ve devletlerin iç meselelerine müdahale etmediği. Ancak gerçekten durum böyle mi?

Öncelikle Çinliler, dünyanın en kadim kültürlerinden birine sahip olduklarını düşünmekte. Bununla birlikte önemli değerler geliştirdiklerini ve medeniyet birikimine sahip olduklarını savundukları da biliniyor.

Mevzubahis iddialar, bir noktada doğrudur. Çünkü Batı, ipekten baruta kadar birçok şeyi Çin’den öğrendi. Ancak Çinliler, bu kültürel özelliklerine manevi bir anlam katarak kendilerini üstün kültür ve ırk olarak konumlandırıyor. Esasen Batı Dünyası’nda yoğun bir şekilde tartışılan Medeniyetler Çatışması’nın bir örneği de Çin.

Şöyle ki; Medeniyetler Çatışması eserinin yazarı olan Samuel Huntington, Batı’nın üstün bir medeniyet olduğunu iddia etmişti. Ona göre çatışmalar, bu üstün medeniyet ile diğer medeniyetler arasında yaşanacaktır.

Çin de bu noktada kendi medeniyetini üstün olarak kabul ediyor. Bu nedenle de diğer medeniyetleri küçük görüyor ve asimile etmeyi planlıyor. Çin’in böyle bir potansiyelinin olduğu, ülke içindeki Moğollara, Uygurlara ve diğer etnik gruplara karşı benimsediği net tutumdan da anlaşılıyor.

Tarihsel açıdan bakıldığında Çin, uzun yıllar boyunca yabancı güçlerin müdahalesine maruz kaldı ve Mao Zedong’un gerçekleştirdiği devrim sonrasında zor bir süreç yaşadı. Bu Çinlileri, psikolojik açıdan önemli bir baskı altına soktu.

Batı karşısında sürekli olarak daha dikkatli davranan Çin’in Ticaret Savaşları sırasında ABD Eski Başkanı Donald Trump’ın isteklerini bir noktada kabul etmesinin ya da 2-3 Ağustos 2022 tarihlerinde ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti sırasında önce askeri güç kullanabileceklerini belirtip daha sonra herhangi bir adım atamamasının nedenlerinden biri de bu psikolojiydi. Ancak Çin’in söz konusu tutumu, bilhassa ekonomik açıdan zayıf ve siyasi ve askeri açıdan etkisiz devletlerle ilişkilerde tam tersine dönüyor.

Bilindiği gibi Çin, Kuşak-Yol Projesi kapsamında çeşitli ülkelerle anlaşmalar imzalıyor. Pekin yönetiminin Batılı veya demokratik ülkelerle yaptığı anlaşmaların içeriği bilinirken; otoriter ve gelişmekte olan devletlerle yaptığı anlaşmaların içeriği tam olarak bilinmiyor.

Dahası Çin’in bir şekilde yakınlaştığı ülkelerde önemli ekonomik krizler yaşanıyor. Bunun en güncel ve somut örnekleri arasında Sri Lanka, Pakistan, Zambiya ve Bolivya olarak ön plana çıkıyor.

Çin’e en borçlu ülkeler arasında ise Cibuti, Tacikistan, Maldivler, Madagaskar, Pakistan ve Karadağ gibi devletler başta geliyor. Pekin’in yaptığı anlaşmalar çerçevesinde borcunu ödeyemeyen ülkelerin limanlarına ve havaalanlarına el koyduğu da biliniyor. Kenya ve Uganda, bunun en son örnekleri. Fakat bu ülkelerin yaşadığı ekonomik, siyasi ve toplumsal krizler, Çin’de görülmüyor.

Bu noktada Çin’in borç tuzağı diplomasisi yürüttüğüne dair güçlü bir algı bulunuyor. Örneğin Pakistan’da ABD, bir terör devleti olarak lanse edilirken; Çin’i eleştirmek büyük baskıya uğramanıza neden oluyor. Çünkü Pekin’in bu ülkelerde önemli yatırımları var. Mesela Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC), Pakistan’ı Çin’e bağımlı hale getirmiş durumda. Bu nedenle Pekin yönetimi, ülkede istediği projeleri sorunsuz bir şekilde hayata geçiriyor. CPEC kapsamında yapılan yatırımların halka bir yararı dokunmamakta; bilakis topluma zarar vermekte. Hatta Pakistan’da bu yüzden çeşitli olayların çıktığı da biliniyor.

Zambiya’da ise durum daha farklı. Ülkenin milli geliri yaklaşık 22 milyar dolar. Ancak borcu 13 milyar dolara yakın. Çin, otoriter bir lider olan Başkan Edgar Lungu zamanında Zambiya’ya önemli miktarda borç verdi.

Nitekim Zambiya’nın borcunun 6 milyar dolara yakını Çin’e ait. Zambiya, 2020 yılında 42.5 milyon dolarlık borcunu bile ödeyemediği için temerrüde düştü. Ayrıca Çin, bu ülkenin başta bakır olmak üzere madenlerine önemli yatırımlar yaptı. Tabi, çıkarılan madenlerin getirisinin önemli bir kısmı, Çinli şirketlerine aktarılıyor.

Yatırımlar ise başta lojistik olmak üzere altyapı projelerine gerçekleştiriliyor. Yani projeler, Zambiya ekonomisine kısa vadede herhangi bir katkı sağlamayacak olan, uzun vadede getirisi tartışmalı yatırımlar. Ayrıca projeler, Çin’in çeşitli bölgelere ulaşmasını kolaylaştıracak çerçevede şekilleniyor. Çin, bununla da yetinmiyor.

Projelerde ve altyapı inşasında çalıştırılmak üzere Zambiyalılar yerine Çinlileri getiriyor. Yani Çin, ülkedeki ana ekonomik güçlerden birine dönüşürken ve kazanımlarını maksimum seviyede gerçekleştirirken; ülkede istihdam yaratma noktasında bir fayda sağlamıyor. Dolayısıyla kurulan ilişki, kazan-kazan yaklaşımından ziyade; tek taraflı bağımlılık yaratıyor.

Çin, işbirliği yaptığı ülkelerde güçlü bir sivil toplum ve demokratik bir yönetim istemiyor. Çünkü Çin yanlısı bir lider döneminde yapılan yatırımlar, düzenlenen bir seçim sonrasında Çin karşıtı bir ismin yönetime geçmesiyle tehlikeye girebiliyor. Bu noktada Pekin, otoriter isimlerle daha kolay anlaşabileceğini düşünüyor ve bu isimleri destekliyor.

Çin, ülkelerin iç meselelerine ve politikalarına karışmadığını iddia etse de aslında rüşvetlerle ve Çinli şirketlerin ülkelerin yönetimiyle kurduğu kirli ilişkilerle siyasileri etki altına alıyor. Diğer yandan Çin merkezli yabancı dilde yayın yapan birçok basın-yayın organı faaliyet gösteriyor. Bu kurumlar, Çin’in dezenformasyon merkezleri gibi çalışıyor.

Kısacası Çin, kendi çıkarları için benimsediğini iddia ettiği ilkelerle çelişirken; siyaset biliminin ahlakına aykırı bir tutum benimsiyor, ülkelerin zayıflıklarından faydalanıyor ve kendi çıkarlarına öncelik veriyor.

Neticede üstün bir kültüre ve medeniyete sahip olduğunu düşünen Çin, aslında kurduğu ilişkilerde eşitlik ve kazan-kazan söylemini bir araç olarak kullanıyor. İlişkilerde eşitlik, ancak retorikte var. Çünkü yaptığı anlaşmalarla Çin, meşru bir modern sömürü düzeni kurmuş durumda. Kazanan kesimler ise Çin ile örneğin Zambiya’nın otoriter yönetimleri. Çin, yöneticilere rüşvet vererek kazan-kazan yaklaşımını bu çerçevede hayata geçiriyor. Ancak Zambiya, Sri Lanka, Pakistan halkları kurulan ilişkinin başlıca kaybedenleri konumunda.

Tartışma