Çok kutuplu yeni dünya ve yükselen güç Türkiye

Dünya; Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana Batı merkezli bir yapı ile, özellikle de ABD'nin "liderliğinde" işleyen bir uluslararası düzene şahitlik etti. Ancak dünya artık çok kutuplu bir düzene doğru ilerliyor ve Türkiye, bu sürecin yükselen yıldızı olarak öne çıkıyor.

1. resim

Dünya; İkinci Dünya Savaşı gibi büyük yıkımların ardından oluşan “iki kutupluluk” ve Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana ise Batı merkezli bir yapı ile, özellikle de ABD'nin "liderliğinde" işleyen bir uluslararası düzene şahitlik etti.

Ancak gelinen noktada, BM gibi kurumların temsiliyet sorunları ve işlevselliğinden, ekonomik sürdürülebilirliğe kadar birçok başlık, artık bu düzenin sürdürülemez olduğunu ve dünyanın gerçekliklerini karşılayamadığını açık bir şekilde ortaya koydu.

Özellikle 2019 yılında Covid-19 pandemisi ile başlayan süreçten sonra Dünya, büyük ve küçük krizlerin neredeyse eşi benzeri görülmemiş bir şekilde aynı anda meydana geldiği bir dönemi yaşıyor.

Kendilerini 'gelişmiş ülkeler' olarak tanımlayan devletlerin yapılarında ortaya çıkan büyük defolar, modern çağın vazgeçilmezi olan enerji fiyatlarındaki artış, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde enflasyonun geri dönüşü, teknolojiden gıdaya kadar her alanda bozulan tedarik zincirleri gibi gerçeklikler, yeni bir dünya düzeninin ortaya çıkışını da elzem hale getirdi.

Yaşanan tüm bu olumsuzluklara eklenen Rusya-Ukrayna savaşı ve Tayvan-Çin, Kosova-Sırbistan gibi sıcak alanların etkisi ise; Türkiye gibi yeni aktörlerin ortaya çıkmasını beraberinde getirdi.

Bu yüzyılın iki askeri, teknolojik ve ekonomik süper gücü olan ABD ve Çin, şüphesiz ki yine en önemli aktörler olmaya devam edecek.

Rusya'nın durumu ise yürüttüğü savaşın sonucuna, geriye kalan kabiliyetlerine ve stratejik duruşuna bağlı olacak. Ancak sonuç ne olursa olsun Rusya'nın jeopolitik bir uykuya yatmayacağını da belirtmek gerekiyor.

ABD; özellikle Rusya-Ukrayna savaşı ile Avrupa'da ortaya çıkan yeni dengeleri kullanarak "Batı birliğini yeniden bir araya getirmeyi" ve "beyin ölümü gerçekleşti" yorumları yapılan NATO'yu büyük ölçüde yeniden toparlamayı başardı. Fakat bu, BM gibi kurumların temsiliyet sorunları ve işlevselliğinden, ekonomik sürdürülebilirliğe kadar birçok başlığın çözümü değil.

Örnek olarak; Türkiye'nin 'Dünya 5'ten büyüktür' mottosu ile ortaya koyduğu gibi, Afrika'dan Körfez'e, Ortadoğu'dan Kafkaslar'a kadar dünyanın neredeyse her noktasındaki ülkeler artık, Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi gibi yapıların işlevselliğini ve karar alma yetkisini yüksek sesle tartışmaya başladı.

Üstelik şimdi bu duruma tıpkı İran gibi, neredeyse tüm uluslararası sistemlerden izole edilmeye çalışılan ve daimi üye statüsünde olan Rusya faktörü de eklendi.

Diğer yandan enerji alanında büyük ölçüde Rusya'ya bağımlı olan Avrupa ülkelerinin kısa vadede bu konuya nasıl çözüm bulacağı, bu konuda hızla yükselen fiyat artışlarını nasıl subvanse edeceği ve Avrupa halklarının tepkisinin nasıl bertaraf edileceği gibi sorunlar hala önlerinde duruyor.

Bütün bu gerçeklikler ışığında artık net bir şekilde görebiliyoruz ki; dünyada tek kutuplu ve iki kutuplu dünya düzeninin sonuna gelinmiştir. Ve BM dahil Batı merkezli tüm kurumların, yeni gerçeklikler doğrultusunda ya yeniden yapılandırılması gerektiği ya da artık işlevselliğini tamamen kaybedeceği açık bir şekilde görülmektedir.

Çok kutuplu yeni Dünya

Çok kutupluluk kavramına girmeden önce yeniden belirtmek gerekiyor ki; bu yüzyılın iki askeri, teknolojik ve ekonomik süper gücü olan ABD ve Çin, şüphesiz ki yine en önemli aktörler olmaya devam edecek. Rusya'nın ise; savaşın sonucu ne olursa olsun, özellikle Asya ve her ne kadar etkisi azalsa da, "eski sovyet alanı" üzerindeki etkisi nedeniyle güçlü konumu devam edecek.

Yani bu konuda ilk belirtilmesi gereken, "çok kutuplu dünya" demek; bu ülkelerin etkisini tamamen kaybetmesi demek değildir.

Çok kutupluluk; süper güçlerin (super power) "her konuda sadece birbirlerini rakip görmesi" ve "dünyadaki etki alanlarının sadece bu güçlerin arasında paylaşılması" anlayışının ortadan kalkmasıdır.

Bu nedenle "çok kutupluluk" kavramının ortaya çıkışını, kısa vadede bu ülkelere rakip olacak "yeni süper güçlerin" ortaya çıkması olarak değerlendirmek yanlış bir bakış açısı olacaktır.

Çok kutupluluğun özelliği; "süper güçlere" ilave olarak orta büyüklükte (medium size) güçlerin ortaya çıkması, ve bunların süper güçlere rağmen belli başlıklarda 'etki alanı üretmesi' ve süper güçlerin politikalarını yönlendirebilmesidir.

Çok kutupluluğun bir başka özelliği ise; çok sayıda devletin bir araya gelerek oluşturduğu örgüt ve yapıların 'söz sahibi' olma yetisini artırmasıdır.

Zira gelinen noktada bu konuda da çok sayıda örnek ortaya çıkmaya başlamıştır.

Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve İran'ın oluşturduğu Şangay İşbirliği Örgütü, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu BRICS ve Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye'nin oluşturduğu Türk Devletler Teşkilatı gibi oluşumlar; enerjiden tedarik zincirlerine kadar birçok alanda dünya nüfusunun yarısından fazlasına etki edecek potansiyellere sahip hale gemiştir.

Çok kutuplu dünyanın yükselen yıldızı Türkiye

Çok kutuplu düzende ortaya çıkan yeni aktörler; belli konularda ve alanlarda dengelerin şu veya bu ülke yada ülkeler lehinde değişmesine etki edebilecek özelliklere ve kabiliyetlere sahiptirler.

Şu anda dünyada bu konuda örnek gösterilebilecek ilk ülke ise, şüphesiz ki Türkiye'dir.

Jeopolitik ve jeostratejik konumun, özellikle dış politika ve güvenlik stratejilerini belirleyen en önemli faktör olduğunu göz önüne alırsak, Türkiye’nin konumu, her zaman politikalarını belirlemedeki ana etkenlerden birisi olmuştur.

Türkiye klasik söylemle, Asya ve Avrupa arasında bir köprü vazifesi gören stratejik konumu nedeniyle, neredeyse her dönemde hem Batı hem de Doğu arasında 'paylaşılamayan' bir 'ortak' haline gelmiş, diğer yandan da hem Batı hem de Doğu tarafından üzerinde "en fazla hesap yapılan ülke" olmuştur.

Türkiye bu nedenle çeşitli zamanlarda "yüzünü Batı eksenine döndü" yada tam tersi olarak "yüzünü Doğu'ya, Rusya'ya döndü" tenkitleri ile karşı karşıya kalmıştır.

Fakat gelinen noktada Türkiye; artık net bir şekilde aslolanın "Türkiye Ekseni" olduğunu ortaya koyan bir politika kararlılığı yürütmektedir.

Türkiye, Covid-19 pandemi süreci ile başlayan ve dünyayı çok kutupluluğa sürükleyen süreç içerisinde, kendisini "gelişmiş ülkeler", Türkiye'yi ise "gelişmekte olan ülkeler" arasında gösteren tüm devletlerin beklentisinin aksine, bu süreçten neredeyse en az zarar gören ülke olarak çıkmıştır.

"Gelişmiş ülkelerin" sağlık sistemlerinde yaşanan sorunlardan, tedarik zincirlerindeki aksamalara, enerji sorunlarından, halklarına gerekli desteği verememelerine kadar çok sayıda sıkıntı çektiği bir ortamda Türkiye, bu başlıklarda neredeyse hiçbir sıkıntı yaşamazken, tüm dünyada yaşanan enflasyonun da etkisine rağmen ekonomik anlamda Çin ile birlikte en çok büyüme kaydeden iki ülkeden birisi olmuştur.

Diğer yandan Rusya-Ukrayna savaşı ile ortaya çıkan riskler ile birlikte, tüm NATO ülkeleri ve NATO'ya üye olmayan Avrupa ülkeleri (İsveç, Finlandiya) savunma harcamaları konusunda büyük dış harcamalar yapmak zorunda kalmışken Türkiye, savunma sanayisindeki yerlilik oranını %65-70 bandına kadar çıkararak büyük bir başarıya imza atmış ve kendisini arabulucu olarak konumlandırarak risk faktörlerini de neredeyse sıfıra indirmiştir.

Hem Batı'dan hem de Türkiye'nin içerisindeki belli kesimlerden gelen, "Türkiye'nin bu savaşta Batı yanlısı hareket etmesi" ve "Rusya'ya yaptırımlar uygulaması" gerektiği yönündeki baskılar, karar alıcılarımız tarafından dengelenmiş ve Türkiye süreçten etkilenmeden çıkan neredeyse bölgedeki tek ülke konumuna gelmiştir.

Türkiye'nin arabulucu pozisyonu, Batı ile Rusya arasında bir dengeleyici faktör haline gelerek çok sayıda krizin çözülmesini de sağlamıştır.

Türkiye "aslolan Türkiye Ekseni" yaklaşımı ile; hem Rusya ile turizm ve enerji gibi başlıklarda ters düşmeyerek Avrupa'daki krizin Türkiye'ye gelmesini engellemiş hem de Ukrayna'ya SİHA ve savunma sanayi desteği vererek ülkenin ve vatandaşlarının çıkarlarını garanti altına almıştır.

Türkiye'nin dış politika başarını ve oluşan "çok kutuplu dünyada" yeni bir güç olarak doğuşunu sadece bunlarla özetleyemeyiz.

Türkiye bu süreçte; 30 yıldır ABD, Fransa ve Rusya'nın eş başkanı olduğu Minsk Grubu tarafından çözülemeyen Karabağ meselesinin 44 gün içerisinde çözülmesini sağlamıştır.

Türkiye bu süreçte; Zengezur Koridoru'nun açılmasını sağlayarak Orta Asya'da bulunan kardeş Türk Devletleri ile kesintisiz bağlantının oluşmasını sağlamıştır.

Türkiye bu süreçte; Türk Dili Konuşan Ülkeler olarak adlandırılan grubun Türk Devletler Birliği olarak şekillenmesine önderlik etmiş ve bölgede ekonomik, askeri ve sosyal etki yaratacak bir Türk birliğinin kurulmasını sağlamıştır.

Türkiye bu süreçte; Libya'da BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat hükümetinin, Fransa, BAE, İsrail ve daha çok sayıda ülkenin desteklediği darbeci Hafter karşısında kazanmasını sağlamış ve hesapları alt-üst eden bir deniz yetki alanları anlaşmasını imzalamıştır.

Türkiye bu süreçte; Doğu Akdeniz'de bulunan rezervler ile ilgili Türkiye'nin haklarını gasp etmeye yönelik Eastmed projesini, imzaladığı Libya MEB anlaşması ile çöp haline getirmiş ve hem yavru vatan KKTC'nin hem de ülkemizin haklarını garanti altına almıştır.

Türkiye bu süreçte; Suriye'deki iç karışıklıktan faydalanarak sınırımızda kullanışlı bir terör devleti kurmak isteyenlerin planlarını yerli ve milli savunma sanayi imkanları ile düzenlediği askeri harekatlarla alt-üst etmiştir.

Türkiye bu süreçte; güvenlik zaafları nedeniyle Güney koridorunun, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle ise Kuzey koridorunun risk haline geldiği bir gerçeklikte, yollar, köprüler, limanlar ve havaalanları gibi yatırımlarına hız kesmeden devam etmiş ve Orta koridorun mihenk taşı haline gelerek bir üretim ve lojistik üssü olma kararlılığını ortaya koymuştur.

Türkiye bu süreçte; sahip olduğu boru hatları, inşa ettiği LNG ve depolama tesisleri ile, Rusya, Azerbaycan ve Hazar ötesi gazını getirmek için yaptığı diplomatik hamlelerle bir enerji üssü olma kararlılığını ortaya koymuştur.

Türkiye bu süreçte; Libya'da, Doğu Akdeniz'de, Karabağ'da karşısında duran İsrail, BAE, Suudi Arabistan ve Ermenistan gibi ülkeleri sahadaki başarıları ile yeniden masaya oturtmuş ve büyük yatırımlar almıştır.

Türkiye bu süreçte; bütün bu başarılarının meyvelerinden birisi olarak ihracatta ilk defa 250 milyar dolar rakamının üzerine çıkmış ve dünyadaki ticaret payının yüzde 1'ini yapan bir ülke pozisyonuna gelmiştir.

Türkiye bu süreçte; yaptığı arabuluculuk ile Tahıl Koridoru'nu açmış ve milyonlarca insansının aç kalma riskini ortadan kaldırmıştır.

Türkiye bu süreçte; savunma sanayi üretiminde %65-70 oranında yerliliğe ulaşmış ve Afrika'dan Ukrayna'ya Orta Asya'dan Körfez ülkelerine kadar savunma sanayi ürünleri satarak bu konuda hem büyük bir üretici hem de büyük bir ihracatcı pozisyonuna yükselmiştir.

Türkiye bu süreçte...

Bütün bu gelişmeler, başarılar ve büyük adımlar gösteriyor ki; Türkiye artık "aslolan sadece Türkiye'nin çıkarları diyerek" hareket eden tam bağımsız ve güçlü bir devlet haline gelmiştir.

Türkiye artık, Baltıklar'dan Kafkasya'ya, Afrika'dan Orta Asya'ya kadar bir çok alanda etki üreten bir ülke olarak, bu çok kutuplu düzenin yükselen gücü ve yıldızı olarak tarih sahnesindeki yerini almaya başlamıştır.

Şimdi sıra; dirayetli adımlarla, güçlü ve milli bir yönetimle ve kadroyla bu yola emin adımlarla devam etmek ve bu kazanımları artırarak devam ettirmektir.

Adem KILIÇ - Siyaset Bilimci/Yazar

Tartışma