Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti: İyi komşuluk mümkün mü?

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Atina ziyareti, Türk - Yunan ilişkilerindeki normalleşme sürecine ivme kazandırdı. Yunanistan'ın tutumu, normalleşme sürecini hızlandırabileceği gibi sekteye de uğratabilir.

1. resim

Türk - Yunan ilişkileri, tarihi nedenler ve jeopolitik rekabetten dolayı inişli çıkışlı bir seyre sahip. Dönem dönem bölgesel rekabetin ön plana çıktığı zaman zaman ise ihtilaf alanlarına değil, işbirliği fırsatlarına odaklanılarak krizlerin dondurulduğu ikili ilişkilerde yeni bir normalleşme süreci başlamış gözüküyor. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 – 8 Aralık tarihli Atina ziyareti oldukça mühim. Zira ziyaret vesilesiyle iki ülke arasında “İyi Komşuluk Bildirgesi” imzalandı. Öyleyse soru şu: Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerde iyi komşuluk mümkün mü?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ziyaretten önce yaptığı açıklamalarda Türkiye’nin sağduyulu ve yapıcı bir duruş sergilediğini göstererek “Diyalog yoluyla çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yok.” dedi. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılacağı Türkiye - Yunanistan Beşinci Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (YDİK) toplantısında kabul edilecek “İyi Komşuluk Bildirgesi” de ilişkilerdeki normalleşme sürecinin yol haritasını oluşturacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temasları

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinin olumlu bir atmosferde gerçekleştiğini ifade etmek mümkün. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakelaropulu ile düzenlenen ortak basın toplantısında şunları söyledi:

Hedef 5,5 milyar dolarlık ticaret hacmini 10 milyar dolara çıkarmak. Hangi alanlarda ne gibi adımlar atabiliriz bunları görüşeceğiz.

Yunanistan Cumhurbaşkanı ise “Yunanistan ile Türkiye'nin, pozitif siyasi ilişkileri geliştirmesi elzemdir.” dedi. Bu açıklamalar, tarafların karşılıklı ekonomik çıkarlara öncelik veren pragmatik bir yaklaşımla krizleri arka plana iterek fırsatlara odaklanacakları bir ilişki biçimi arayışında olduğunu gösteriyor.

Benzer bir durum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile görüşmesi açısından da geçerli. Bilindiği üzere Erdoğan ve Miçotakis, önce Temmuz ayında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgüt (NATO) Liderler Zirvesi için bulundukları Litvanya’da ve daha sonra da Eylül ayında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu için gittikleri New York’ta görüşme gerçekleştirerek YDİK toplantısına zemin hazırladılar. İki liderin düzenlediği ortak basın toplantısında da işbirliği mesajları verildi.

Nasıl bir normalleşme?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temaslarından da anlaşılacağı gibi, ikili ilişkilerin itici gücünün ekonomi olması amaçlanıyor. Açıkçası 5,5 milyar dolarlık ticaret hacminin 10 milyar dolara ulaştırılması gayet ciddi bir hedef. Bu durum, karşılıklı kazan – kazan anlayışının egemen olacağı bir işbirliği arayışına işaret ediyor.

Diğer taraftan Türkiye ile Yunanistan’ın işbirliği yapabileceği alanlardan birinin de göç mevzusu olduğu söylenebilir. Lakin göç konusunda Atina’nın tutumunu değiştirmesi gerekecek.

Aslında Yunanistan da mevcut politikasının yanlış olduğunu zaman içerisinde anlamış gözüküyor. Çünkü Yunanistan, yıllardır göçmenleri Türkiye’ye iten ve Suriye’de, Afganistan’da ve diğer ülkelerde yaşanan krizlerin sorumlusu Türkiye’ymiş gibi davranan bir yaklaşım içerisinde. Oysa söz konusu ülkelerde yaşanan insani krizler, tüm insanlığın sorunu. Tüm bunlara rağmen Türkiye’nin sınırları açması durumunda Yunanistan’ın ağır bir krizle yüzleşmesi kaçınılmaz.

Bu ortamda Atina’nın Ankara ile işbirliği yapması ve iki ülkenin de göç yükünün azaltılması hususunda müşterek politikalar geliştirmesi rasyonel bir seçenek. Muhtemelen ikili ilişkilerde işbirliği fırsatlarına odaklanıldığında, tarafların yakın mesai yapacağı meselelerin başında göç konusu gelecek.

Krizleri dondurmak çözüm mü?

Meselenin bam telini normalleşmenin sürdürülebilir olup olmadığı sorusu oluşturuyor. Zira Türk - Yunan ilişkilerinde farklı dönemlerde normalleşme süreçleri yaşandı. Özellikle de doğal afetler karşısında yüzyıllarca birlikte yaşamış halkların dayanışma kültürünün harekete geçtiği ve etkin bir kamu diplomasisi ile desteklenen dayanışma sürecinin ön plana çıktığı görülüyor. Ancak normal dönemlerde normalleşme süreçlerini yürütmek pek mümkün olmuyor. Çünkü tarafların çözmesi gereken yapısal nitelikte sorunlar var.

Öncelikle Doğu Akdeniz’deki ihtilafın giderilmesi gerekir. Aksi takdirde zengin hidrokarbon yataklarını barındıran bölgedeki rekabetin işbirliği süreçlerini baltalayacağı açık. Çünkü doğal zenginlik, tarafların Doğu Akdeniz’deki beklentilerini artırırken askeri rekabeti ve silahlanma yarışını da beraberinde getiriyor. Bu koridorlar mücadelesini yani enerji ve transit boyutunu da gündeme taşıyor. Bu da bölge dışı aktörlerin bölgeye olan ilgisini artırıyor.

Üstelik silahlanma yarışı, Doğu Akdeniz ile sınırlı değil. Ege’deki adaların durumu da silahlanma yarışının bir çıktısı. Lozan Antlaşması’nda silahsızlandırılmak suretiyle Yunanistan’a devredilen adalardaki mevcut durum, Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik tehdit oluştururken, Lozan Antlaşması’nın ihlal edilmesi vesilesiyle Türkiye’nin adalarda hak iddia edebilmesine de kapı aralıyor. Bu da güvenlik ikilemine bağlı silahlanma yarışını ve savaş tartışmalarını gündeme getiriyor. Gerek Ege’de gerekse de Doğu Akdeniz’de tatbikatlar üzerinden yürütülen donanma diplomasisi de bunun bir neticesi.

Bununla birlikte Doğu Akdeniz özelinde tarafların yaptığı açıklamalara bakıldığında, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Miçotakis arasındaki toplantıda iki tarafın da uluslararası hukuka uygun biçimde hareket edilmesi gerektiğini vurgulaması iki şekilde yorumlanabilir.

Bunlardan ilki, tarafların uluslararası hukuka atıf yaparak krizleri gündemde tutmak istememesi ama aslında farklı tezleri savunuyor oluşu. Şayet tutum bu ise normalleşmenin bir noktadan itibaren yerini yeniden krizlere bırakması kaçınılmaz. Zira Sevilla Haritası ile Mavi Vatan tezini asgari müştereklerde uzlaştırmak mümkün değil. Ancak dünyada münhasır ekonomik bölge tezlerinde anlaşamayan devletlerin yoğunlaştığı ikinci bir formül de var: Müşterek işletme modeli! Şayet taraflar gerçekten de uzlaşmak ve bölgeyi bir barış havzasına dönüştürmek istiyorsa, şu anda çok konuşulmasa da müşterek işletme modelinin daha sık konuşulacağını öngörmek mümkün.

Diğer taraftan Ankara’nın Batı ile olan münasebetlerinde Atina’nın tutumu etkili oluyor. Örneğin Türkiye’nin AB üyeliği açısından Yunanistan ciddi bir engel. GKRY ile birlikte AB üyelik sürecinde Türkiye’nin önünü kapadığı fasıllar bunun göstergesi. Miçotakis, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ortak basın toplantısında Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyeceklerini söyledi. Öyleyse artık Yunanistan için samimiyet sınavı başlıyor.

ABD boyutunda ise Beyaz Saray’ın Türkiye’yi güneyden kuşatma strateji çerçevesinde Yunanistan’ı bir üsse çevirdiği aşikar. Özellikle Dedeağaç’a yapılan askeri yığınak, bölgedeki güvenlik ikilemini derinleştirmekte. Dolayısıyla bir normalleşme süreci yaşanacaksa Atina’nın buna uygun adımlar atması da gerekecek.

Sonuç olarak Türkiye ve Yunanistan, konjonktürel düzeyde de olsa ilişkileri normalleştirme yönünde ciddi bir irade beyanında bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kardeşlerin bile anlaşmazlık yaşadığı dönemde komşular arasında sorunlar olmasının normal olduğunu belirterek iyi niyetin önemini vurgulaması, Ankara’nın samimiyetinin ve sağduyusunun göstergesi. Bundan sonrası ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da işaret ettiği gibi Yunanistan’ın iyi niyetine bağlı. Atina’nın tutumu, normalleşme sürecini hızlandırabileceği gibi sekteye de uğratabilir.

Tartışma