Dünyada ve bölgede "Türkiye ekseni" doğrultusunda şekillenen yeni dengeler!
Türkiye'nin içinden geçtiği süreç önümüzdeki dönemde Türkiye'nin askeri açıdan güvenlik anlayışını daha da tahkim ederek, bütüncül bir yaklaşıma doğru ilerlediğini ve yakın gelecekte ekonomik, toplumsal ve güvenlik gibi konularda tam anlamı ile bölgeye hakim olacağını gösteriyor.
Dünyada meydana gelen küresel jeopolitik değişimler göz önünde bulundurulduğunda, artık her şeyden önce büyük güç rekabetinin ve kimsenin dile getirmek istemediği “Yeni Soğuk Savaş” döneminin küresel siyasete hakim olduğunu ve etkisinin önümüzdeki dönemde daha fazla hissedileceğini açık bir şekilde görüyoruz.
Son dönemde Covid-19 pandemisi, küresel tedarik zinciri krizleri ve donmuş krizlerin harekete geçme gibi sorunların yanısıra, küresel siyasetin ana güzergahını belirleyen temel dinamikler, NATO-Rusya ve ABD-Çin rekabeti olsa da, bu rekabetlerin gölgesinde özellikle bölgemizde yeni bir süreç başlamış durumda.
Tüm bu dengeler ışığında; özellikle Madrid ve Tahran zirveleri ile daha da şekillenen bölgesel yeniden hizalanma tartışmalarına ivme kazandıran önemli gelişmeler yaşanıyor.
ABD'nin Ortadoğu'dan filli olarak çekilme adımları sonrası bölgede vekil olarak kullandığı ülkeler ve örgütler noktasında yaşadığı etki kaybı ve Rusya-Ukrayna savaşı ile ortaya çıkan konjonktürde Rusya'nın aktif olduğu birçok bölgede duraklaması, bölgedeki güç rekabeti ve etki alanı için yürütülen mücadelede köklü değişiklikler yaşanmasına neden oldu.
NATO'nun "kuruluş ayarlarına" geri dönmesine neden olan Ukrayna savaşı ve hemen ardından gelen, gerek enerji gerekse güvenlik ile ilgili kaygılar, Türkiye'nin Avrupa ve ABD için önemini bir kez daha inkar edilemez düzeyde gün yüzüne çıkardı.
NATO'nun en büyük ikinci ordusuna sahip olan, ayrıca gerek Avrupa'nın gerekse ABD'nin ana güvenlik sorunu olarak gördüğü Rusya, İran ve Çin ile dengeli ilişkiler yürüten Türkiye, izlediği 'önce kendi çıkarlarım' politikası ile tabir yerinde ise Türkiye'yi "çantada keklik" gören tüm tarafları şaşırttı.
Türkiye'yi yakın döneme kadar adeta bir 'ileri karakolu', 'tampon bölgesi' ve 'emir eri' olarak gören ABD ve Avrupa ülkeleri, Türkiye'nin bağımsız ve 'önce Türkiye' tutumu karşısında politikalarını güncellemek zorunda kaldı.
Madrid Zirvesi
İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliklerine 'hızlı' bir yanıt veren sözde "karar alıcılar", Türkiye'nin NATO Zirvesi öncesi ortaya koyduğu terör şartı ile Madrid Zirvesi'ne diken üzerinde gitti. ABD Başkanı Biden'dan Fransa lideri Macron'a, İsveç Başbakanı Andersson'dan Finlandiya Cumhurbaşkanı Niinisto'ya kadar neredeyse tüm taraflar, 'biz deriz ve olur' yaklaşımı ile hareket ettikleri politikaların duvara çarpmasına şahit oldu.
Türkiye, iki ülkenin NATO üyeliğini onaylama başlığı altında, ABD dahil olmak üzere tüm batıya; 'sizin çıkarlarınız ancak bizim çıkarlarımızı destekliyorsa onay veririz' kararını net bir şekilde ilan etti. Gerek yurt içinden gerekse yurt dışından çeşitli çevrelerce ilk önce 'küçümsenen' bu yaklaşım, başta bir şok dalgası oluştururken ardından Türkiye'nin memnuniyeti üzerine ikna turlarına dönüştü.
Türkiye, Madrid'de imzaladığı memorandum ile bazı çevrelerin "Türkiye geri adım attı" yaklaşımlarının aksine, bu örgütlerin uluslararası literatürde terör örgütü olarak anılmasını sağladı ve süreci 'istediklerimi yaparsanız onaylarım, şimdi kendinizi gösterin' noktasına getirdi.
Ve artık tüm dünya biliyor ki; Türkiye'nin terör örgütü olarak kabul ettiği yapılara karşı bu ülkelerin tutumu değişmedikçe Türkiye asla bu ülkelerin NATO üyeliğine onay vermeyecek.
Tahran Zirvesi
Türkiye, Rusya ve İran'ın buluştuğu ve Amerikan Washington Times dahil olmak üzere batı medyasının bir 'meydan okuma' olarak adlandırdığı zirve, bölge için Madrid Zirvesi gibi büyük bir etkiye sahipti.
Madrid Zirvesi ile batıya gerekli mesajı veren Türkiye, Tahran Zirvesi'nde de Rusya ve İran'a aynı şekilde 'sizin çıkarlarınız ancak bizim çıkarlarımızı destekliyorsa onay veririz' mesajını verdi.
Rusya'nın, Ukrayna savaşı nedeni ile etkisinin azaldığı Suriye denkleminde kontrolü elinde tutma çabası ve İran'ın Rus etkisininin azaldığı alanlarda daha etkin rol almak gayreti karşısında Türkiye, tıpkı Madrid Zirvesi'nde olduğu gibi kendisi için aslolan yaklaşımın "kendi çıkarları" olduğunu ve kilit ülke olarak Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda gelişmelerin şekilleneceğini net bir şekilde ortaya koydu.
Nitekim Tahran Zirvesi'nin hemen ardından Türkiye'nin arabulucuğunda gerçekleşen ve dünyadaki gıda krizini çözmekte büyük etki uyandıracak olan Tahıl Koridoru anlaşması da, Türkiye'nin hem batı hem de Rusya ve İran için ne kadar kilit bir ülke olduğunu birkez daha ortaya çıkardı.
Tahran Zirvesi'ndeki bir başka başlıkta, Türkiye'nin Madrid'de de ortaya koyduğu terör hassasiyetiydi. Yine Amerika'nın önde gelen yayın organlarından The National News'den Forbes'e kadar bir çok kuruluş, Türkiye'nin Rusya ve İran'a karşı Suriye'de bir operasyon konusundaki kararlılığını net şekilde anlattığını yazdı.
Sonuç:
Yaşanan gelişmeler ve bölgede artan güç rekabeti, tüm taraflar için Türkiye'nin vazgeçilmez olduğunu net bir şekilde ortaya koydu.
Bütün bu gelişmeler; önümüzdeki dönemde Türkiye'nin askeri açıdan güvenlik anlayışını daha da tahkim ederek, bütüncül bir yaklaşıma doğru ilerlediğini ve yakın gelecekte ekonomik, toplumsal ve güvenlik gibi konularda tam anlamı ile bölgeye hakim olacağını gösteriyor.
Artık Türkiye'nin gücü; makro düzeyde küresel 'karar alıcılar' ve mikro düzeyde "bölgesel güçler" için vezgeçilemez, göz ardı edilemez ve kilit noktaya evrilmiştir.
Türkiye özellikle izlediği bu son iki zirvedeki yaklaşımı ile göstermiştir ki; ne kimsenin ne kimsenin 'emir eri', ne kimsenin 'ileri karakolu', ne de kimsenin 'tampon bölgesi' değildir.
Tüm dünya ülkeleri Türkiye'nin bağımsız ve 'önce Türkiye' tutumu karşısında D.Akdeniz'den Kafkasya'ya, Orta Doğu'dan Suriye'ye kadar politikalarını güncellemek ve artık Türkiye Ekseni doğrultusunda hareket etmek zorunda olduğunu biliyor.