gdh'de ara...

Emekleyen psikiyatri Osmanlı’nın kaderini nasıl etkiledi?

Psikiyatrinin emekleme döneminde olmasının, Osmanlı devletinin son 50 yılında istikametinin değişmesi, belki de daha uzun sürebilecek ömrünün kısalması, hatta dünya tarihinin yeniden şekillenmesi sonucunu doğurduğu söylenebilir mi?

1. resim

Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilip V. Murad’ın tahta geçirildiği, 3 ay sonra onun da indirilip II. Abdülhamid’in ülke idaresini eline alması süreci, aslında bugün için basit kabul edilen bir hastalığın bilinmemesi, tedavisinin uygulanmaması ile ortaya çıkmış bir durum. 

******

Osmanlı tarihinin en bahtsız padişahlarından biri, V. Murad'tır. Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra başa geçmiş ama sadece 93 gün makamında oturmuştur.

Mithat Paşa ve şürekâsının tertibiyle başa geçirilmiş ama Cülûs merasimi bile yapılmadan, selefi gibi "hal' edilmiş"tir.

İşin ilginci, çoğu insan kendisini bir süre sonra öldü filan sanır. Oysa tahttan indirilmesine neden olan rahatsızlığı bir süre sonra geçmiş, bu olaydan hemen hemen 30 sene sonra hayata gözlerini yummuştur.

Sultan V.Murad'ın gençliği
Sultan V.Murad'ın gençliği

V. Murad, Sultan Abdülmecid'in en büyük oğludur. Annesi Gürcü asıllı Şefkevfeza Kadın Efendi'dir. Hem babası, hem de amcası Abdülaziz döneminde mükemmel bir eğitim almıştır.

Fevkalâde müzik bilgisi mevcuttur, bir piyano virtüözüdür. Fransızcası aksansız, bir Fransız kadar fasihtir. Abdülaziz'i tahttan indirip yerine kendisini getiren oluşumla, hususi hekimi olan Dr. Kapolyon vasıtasıyla haberleşmişti.

İhtilal gecesi kendisi bulunduğu yerden alınırken, önce öldürüleceği vehmine kapılmış, zorlukla ikna edilmiştir.

Akabinde biat merasimi için Seraskerlik makamına (Beyazıt'taki İstanbul Üniversite'nin olduğu bina) getirilmiş, buradaki biat merasimi yarıda kesilerek Dolmabahçe Sarayı'na geçilmiştir.

Dolmabahçe Sarayı
Dolmabahçe Sarayı

Ancak gösterdiği anormal davranışlar, özellikle gayrimüslim ruhanileri huzura girdiğinde gösterdiği tepki, darbecileri ciddi anlamda telaşa düşürmüştür. İlk Cuma Selamlığı'nda kendisini havuza atmak istemiş, buna zor mani olunmuştır.

Eyüp Sultan Camii'nde gerçekleştirilerek, saltanata resmiyet kazandırılan kılıç kuşanma, cülûs merasimi bu türden davranışları sebebiyle bir türlü yapılamamıştır.

Bu gelişmeler üzerine, doktorların bu bozuk akıl sağlığının düzelemeyeceği yönündeki raporları üzerine, şeyhülislam fetvası ile tahttan indirilmiş ve yerine II. Abdülhamid getirilmiştir.

Gerçi birkaç ay sonra akıl sağlığı düzelmiştir ama taht konusunda geriye dönüş sözkonusu olamayacağı için, bir nevi "atı alan Üsküdar'ı geçti" vak'asına şahit olunmuştur.

Şehzadeliğinde Sultan Abdülhamid
Şehzadeliğinde Sultan Abdülhamid

Bu satırlara kadar yazdıklarımızı herhangi bir genel kültür ansiklopedisinde veya pek çok kaynakta okumak mümkün. Ancak bu kaynaklar, Sultan V. Murad'ın rahatsızlığının ne olduğunu hiç yazmamışlar.

Var olan bilgilerden sanki delirdiği, sonra da deliliğinin geçtiği anlaşılıyor. Peki kendi kendine geçen delilik olabilir mi? Gösterdiği bozuk davranışlar hangi akıl hastalığının belirtisi?

V. Murad’ın hastalığının ne olduğunu anlamamız için, ne gibi belirtiler gösterdiğini bilmemiz gerekiyor. Dönemin İngiliz büyükelçisi Sir Henry Elliot, Nineteenth Century adlı bir dergiye yazdığı uzun bir yazı dizisinde, itimat ettiği bir doktorun kendisine padişah için "...tecnîn ettiği”ni söylemiş.

Yazının İngilizce aslındaki ifadeyi bilemiyoruz ama 1913 senesinde basılmış olan Osmanlıca tercümede, kullanılan kelime "tecnîn".

Bu kelimenin anlamını araştırdığımızda, "kişinin neredeyse aralıksız konuşması, bazen anlamlı bazen anlamsız laflar etmesi, vehimler taşıması, aşırı rahat davranması" gibi bir karşılık çıkıyor. V. Murad’ın tahta geçmeden önce, depresif olduğunu biliyoruz.

Hatta bu depresif halinin epeyce uzun sürdüğü de bazı kaynaklarda belirtilmiş. Vehim (paranoya) -örneğin kendisinin tahta ilk çıkışında tebriğe gelen Rum ve Ermeni Patriği, Yahudi Hamamı huzuruna çıktığında tahtın arkasına saklanmış ve bu kişilerin kendisini öldürmek üzere gelmiş suikastçiler olduğunu etrafına söylemiştir-, kendi kendine veya etrafındakilerle durmaksızın konuşması, neşeli hali, pervasız davranışlarını ve bütün bu olumsuzlukların "kendi kendine, bir süre sonra ortadan kalkması"nı yan yana koyduğumuzda ortaya çıkan sonuç, kendisinin manik-depresif olduğudur.

Psikiyatri biliminde "bipolar bozukluk" veya "iki uçlu duygudurum bozukluğu" olarak adlandırılan bu hastalığın belirtilerini V. Murad'ın davranışlarıyla mukayese ettiğimizde, geriye başka alternatif kalmıyor. Bu hastalığın en önemli özelliği, tedavi edilmeden de kendi kendine ortadan kalkmasıdır.

Elbette ilaç kontrollü geçmesi halinde geride bıraktığı hasar daha az, hatta yok denecek kadar az olabiliyor.

Hastalığı niye teşhis edilemedi?

V. Murad, bu hastalığı bugünün şartlarında yaşamış olsaydı, muhtemelen ilaç tedavisi ile 15-20 içinde normalleşebilecek ve tahtını vefat ettiği 1904 yılına kadar koruyacaktı. Çünkü o günün tıp dünyasında kendisinin gösterdiği belirtiler psikiyatri tarafından henüz bir hastalık olarak tanımlanmamıştı ve bugün bilinen adıyla “bipolar bozukluk” tedavi edilemiyordu.

Hastalığı ilk fark eden kişi, 1854 yılında Jules Farlet olmuş, bazı psikotik hastaların herhangi bir tedavi görmeden kendiliğinden iyileştiklerini, ancak hastalığın periyodik olarak kendini tekrarladığını gözlemlemiştir.

Aynı dönem içerisinde Jules Baillarger bu rahatsızlık için “iki biçimli delilik” tabirini kullanmıştır. Rahatsızlığı bir hastalık olara tanımlayan ve adını koyan ise, 1895 yılında Alman psikiyatrist Emil Kraepelin’dir.

Hastalığın tedavisi genel olarak, hastanın aşırı aktivite gösterip fiziksel hasara uğramasının önüne geçici tedbirler uygulamak şeklindedir.

Emil Kraepelin
Emil Kraepelin

Hastalığın tarihçesinden de anlaşılacağı üzere, 1876 yılında ortada bir tanım ve tedavi yoktur. V. Murad’ın dikkat çekici düzeyde dengesiz davranışlar sergilemesi, devletin itibarını düşünenler tarafından önemli bir problem olarak görülmüş ve doktorların "iyileşme ihtimali yok" şeklindeki raporları üzerine tahttan indirilmiştir.

Abdülhamid'in sıkı gözetimi altında uzunca bir hayat süren V. Murad, kendisi lehine yapılan başarısız darbe teşebbüslerine şahit olmuş, 1904 yılında vefat ettiğinde cenazesi sessiz sedasız bir şekilde Yeni Cami yanındaki Hadice Turhan Sultan Türbesi'ne defnedilmiştir.

Padişahlığı pek kısa sürmüş olmakla birlikte, bugün Osmanoğulları soyu önemli ölçüde onun neslinden devam etmektedir...

V. Murad tahtta kalsaydı, ne olurdu?

Koyu bir İngiliz taraftarı ve bütünüyle Mithat Paşa'nın kontrolünde olan V. Murad'ın 30 sene tahtta oturduğunu bir fantazi olarak düşünürsek, neler olurdu acaba? Tarihte fantaziye elbette yer yok, ancak dönemin gelişmelerine bakarak bazı tahminler yürütmek mümkün.

Midhad Paşa
Midhad Paşa

V. Murad’ın tahtta olması, Mithat Paşa ve ekibinin ülkeyi yönetmesi anlamına gelecekti. Koyu bir İngiliz hayranı olan Paşa, ülkenin II. Mahmud’un son dönemlerinden itibaren girdiği İngiliz-Fransız eksenini iyice sağlamlaştıracaktı.

Emperyalizm yarışında geri düşmüş, ancak çok hızlı mesafe almakta olan Almanya, ya bu yarıştan vazgeçecek veya Rusya ile ittifakını güçlendirmek zorunda kalacaktı. Dünya, Almanya-Rusya ittifakına karşı İngiltere-Fransa-Osmanlı işbirliğini izleyecekti.

1912 yılında gerçekleşen Balkan Harbi muhtemelen 1880’li yıllarda yaşanacaktı. Osmanlı’nın fiziksel büyüklüğü tehditini ortadan kaldırmak isteyecek olan Rusya’nın etkisiyle Balkan devletleri ayaklanacak, ancak muhtemelen İngiliz-Fransız destekli Osmanlı ordusu karşısında bir sonuç alamayacaktı.

Rusya’nın Kırım tecrübesinden dolayı fiilen savaşa girmesi çok uzak bir ihtimal olurdu.

Balkan Harbi'nde Türk askerleri
Balkan Harbi'nde Türk askerleri

1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşı, Almanya’nın büyüme aşkını sürdürme inadına girmesi durumunda, çok daha erken yaşanacaktı. Osmanlı toprakları üzerine gidemeyecek olan Almanya, muhtemelen Kuzey Afrika üzerinden Akdeniz’e hakim olma yolunu tercih edecek, bu da uzunca bir dönem sürebilecek savaşları beraberinde getirecekti..

İngiltere ve Fransa ile ittifaka girmiş olan Osmanlı devleti, muhtemelen Ermeni ayaklanmalarına şahit olmayacak, böyle bir sorunla uğraşmak zorunda kalmayacaktı. Ancak yine aynı etki sebebiyle, çok-uluslu ve bugünün şartlarında bile demokratik sayılabilecek bir yapıya kavuşmasının mümkün olabileceği de söylenebilir.

Ermeni komitacılar
Ermeni komitacılar

Bugün olduğu gibi, Yunanistan o dönemde de ekonomik darboğazdaydı. İngiltere himayesinde olduğu ve Rus etkisine girmemesi için en azından Osmanlı ile konfederatif bir işbirliğine girecekti..

Almanlar dünya sahnesinde önemli bir aktör haline gelmelerini, Osmanlı devletiyle yaptığı ittifaka borçlu. Bu gerçekleşmeyeceği için, bugünün Çek Cumhuriyeti, Polonya, Avusturya benzeri ülkelerden biri olacak, dünya belki de ikinci bir “dünya savaşı”nı yaşamayacaktı..

Bugün Türkiye diye bir devlet muhtemelen olmayacak, İngiltere benzeri, sembolik bir padişahın idaresinde ama yine bugünkü gibi parlamenter bir sistemde “Osmanlı” vatandaşları olarak yaşıyor olacaktık…

Adolf Hitler SS birliklerini denetliyor
Adolf Hitler SS birliklerini denetliyor
Tartışma