Erdoğan’ın Budapeşte ziyareti ve Türk Dünyası’nda Macaristan’ın artan önemi
💢 Türkiye-Macaristan ilişkilerinde “stratejik ortaklık” dönemi başlıyor.
💢 Ankara-Budapeşte yakınlaşması, Türk Dünyası’nın bir güç merkezi haline gelmesine kapı aralıyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 20 Ağustos’ta Macaristan’ı ziyaret etti. Ziyaret, Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın daveti üzerine söz konusu ülkenin kuruluş yıldönümü kapsamında gerçekleşti.
Bu ziyarette iki lider, spor diplomasisini etkin bir şekilde kullanmış ve Dünya Atletizm Şampiyonası’nda erkekler 100 metre finalini birlikte izlemiştir. Spor diplomasisinin çıktıları ise Erdoğan ile Orban’ın gerçekleştirdiği ikili ve heyetler arası toplantılarda net bir şekilde görülmüştür. Buna ek olarak Erdoğan, Macaristan Cumhurbaşkanı Macaristan Cumhurbaşkanı Katalin Novak’la da bir araya geldi.
Gerçekleşen temaslarda Türkiye-Macaristan ilişkilerinden Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin yürütülen süreçlere kadar çok sayıda konu başlığı ele alındı. Bu çerçevede Erdoğan, Türkiye ile Macaristan arasındaki ikili ticaret hacminin 3,5 milyar dolar olduğunu hatırlatarak hedefin 6 milyar dolarlık bir hacme ulaşılması olduğunu dile getirdi.
Açıkçası 6 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefi uzak bir hayal değil. Zira Türkiye’nin üyesi olduğu Türk Devletleri Teşkilatı’nda (TDT) gözlemci üye statüsünde bulunan Macaristan, enerji ve lojistik koridorlar bağlamında Türk Dünyası’nın müşterek projesi olan Orta Koridor’un Avrupa’ya açılan kapısı konumunda. Çünkü Çin’den başlayan Orta Asya-Hazar Denizi-Kafkasya rotası üzerinden Türkiye’ye ulaşan Orta Koridor, Bulgaristan-Sırbistan-Macaristan güzergahından Avrupa’ya uzanıyor.
Üstelik Orta Koridor, Çin-Avrupa bağlantısını sağlayan diğer ulaştırma güzergahları içerisinde en düşük maliyetli, en istikrarlı ve en güvenli rotayı içeriyor. Bu da Ankara-Budapeşte hattındaki ilişkilerde büyük bir potansiyelin bulunduğunu gösteriyor.
Özellikle de Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından enerji tedarikinde sıkıntı yaşayan Avrupa’nın bu güzergahı önemsediği biliniyor. Lojistik boyutunda da Kuzey Koridoru’nun tıkanmasıyla Orta Koridor’un ehemmiyeti artmış durumda. Türkiye ve Macaristan ise bu koridorun stratejik açıdan ön plana çıkan iki kilit ülkesi.
Dolayısıyla Ankara-Budapeşte hattındaki münasebetlerin gelişmesi, yalnızca bu iki ülkenin yakınlaşması anlamını taşımamakta; aynı zamanda bölgesel ve bölgeler arası entegrasyon süreçlerine de katkı sağlamakta. Bu da Orta Koridor üzerinden Türk Dünyası’nın yükselmesi ve bir güç merkezine dönüşmesi demek.
Bilindiği üzere Avrupa’nın Orta Asya’yla bilhassa enerji bağlamında yakınlaşmasında Türkiye köprü görevine sahip. Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkilerinde de aynı rol Macaristan’a ait. Burada Macaristan’ın AB üyesi olmasının ehemmiyetine de vurgu yapmakta yarar var. Ankara’nın çok yönlü ve çok boyutlu diplomasi anlayışı çerçevesinde son dönemde AB’yle ilişkilerini geliştirmeye odaklandığı da düşünüldüğünde, TDT’de gözlemci üye olarak yer alan Macaristan’ın Türkiye-AB ilişkilerine son derece önemli katkılarda bulunacağı öngörülebilir. Zaten Budapeşte, Türkiye’nin AB üyeliğine olan desteğini her platformda dile getiriyor.
Tüm bu nedenlerden ötürü 21 Ağustos’ta Macaristan Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto, Erdoğan’ın Budapeşte ziyaretinin iki ülke arasındaki münasebetleri güçlendirdiğini belirterek, taraflar arasındaki ilişkilerin “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltileceğini duyurdu. Ayrıca Szijjarto, Macaristan’ın TürkAkım doğalgaz boru hattı aracılığıyla doğalgaz tedarik etmek istediğini de açıkladı.
Buna ek olarak Türkiye’nin enerji alanındaki stratejik hedefleri ve doğal gazda merkez ülke olma vizyonu doğrultusunda BOTAŞ ile Macaristan devlet şirketi MVM CEEnergy arasında tarihi bir doğal gaz ihracatı anlaşması imzalandı. Bu da taraflar arasında kazan-kazan mantığı üzerinden şekillenen yapıcı ve pragmatik bir ilişkinin bulunduğunu ortaya koyuyor.
Dahası Macaristan da tıpkı Türkiye gibi zamanın ruhunu doğru okuyan bir devlet. Dolayısıyla her iki aktör de güç merkezleri arasındaki dengeleri göz önünde bulunduran çok yönlü ve çok boyutlu diplomasi anlayışıyla hareket ederek egemenliğini ve bağımsızlığını güçlendirecek adımlar atmakta. Taraflar, bu stratejiyle ulusal çıkarlarına azami düzeyde ulaşmaya çalışmakta.
Nitekim Macaristan, üyesi olduğu AB’nin yoğun baskısına rağmen Rusya’yla ilişkileri koparmış değil. Bilakis başta enerji faktörü olmak üzere çeşitli konular sebebiyle Budapeşte-Moskova hattında olumlu bir hava hakim. Benzer bir şekilde Türkiye de Rusya ile ilişkilerinde Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü tereddürsüz bie şeklide desteklese de Moskova’yla olan münasebetlerin Ukrayna’dan ibaret olmadığının bilinciyle hareket ediyor. Bu anlamda tarafların çok kutupluluk arayışlarının desteklenmesi hususunda hemfikir oldukları ifade edilebilir.
İki ülkenin birlikte hareket ettiği bir diğer nokta da İsveç’in NATO üyeliği. İsveç’in terör örgütleri PKK ve FETÖ konusunda adım atmaması hasebiyle Ankara’nın Stockholm’ün NATO üyeliğini beklettiği bilinmekte. Her ne kadar son NATO zirvesinde İsveç’in Türkiye’nin hassasiyetlerine uygun adımlar atacağı ve dolayısıyla üyelik konusunda yapıcı bir noktaya gelineceği anlaşılmışsa da İsveç’te İslam karşıtı saldırılar devam ediyor. Elbette bu da Ankara’da rahatsızlık yaratıyor. Budapeşte de Ankara ile dayanışma içerisinde hareket ederek İsveç’in NATO üyeliğini onaylamayı bekletiyor. Yani Türkiye ve Macaristan, uluslararası örgütlerde de dayanışma halinde.
Sonuç olarak Türkiye ve Macaristan, ikili, bölgesel, bölgeler arası ve küresel düzeyde benzer vizyonları benimseyen iki aktör. Bu da taraflar arasındaki ilişkilerin potansiyeline ulaşmasını kolaylaştıran bir etmen. Taraflar arasındaki yakınlaşmanın Türk Dünyası entegrasyon süreçlerinden Türkiye’nin AB üyeliğine kadar pek çok konuya olumlu katkı sağlayacağı aşikar. Daha da önemlisi Ankara-Budapeşte hattındaki dostane bağlar, enerji ve lojistik koridorlar boyutunda Avrupa’nın ve Çin’in de çıkarlarına hizmet edecek. Bu nedenle de Türkiye-Macaristan ilişkilerini stratejik ortaklık seviyesine taşıması öngörülen Erdoğan’ın Budapeşte ziyaretini gerek ikili ilişkiler gerek Türkiye-AB münasebetleri ve gerekse de Orta Koridor’un geleceği açısından bir dönüm noktası olarak nitelendirmek mümkün.