Filistin meselesi: İmparatorlukların gölgesindeki acı hikaye
Filistin sorunu, İsrail'in kuruluşundan bu yana devam eden karmaşık bir tarihi ve siyasi çatışmayı temsil etse de bunun çözümü hala bulunmuş değil.
Filistin sorunu, uzun bir süredir İslam dünyasının küresel sistemin gölgesinde yaşadığı altmış yıllık dışlanmışlık sürecinin acı bir sonucudur. 19. yüzyılın sonlarına doğru, Yahudi siyasi hareketinin içinden yükselen Siyonizm düşüncesi giderek büyüyerek önem kazanmaya başlamıştı.,
Siyonizm, Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmasını savunuyordu. 1897'de İsviçre'nin Basel kentinde toplanan Siyonist Kongre, Filistin'e Yahudi göçünü hızlandırdı. Ardından 1917'de İngiltere'nin Balfour Bildirgesi ile Filistin'de bir Yahudi devletinin desteklenmesi sözü verilince, Yahudi yerleşimciler Filistin'de devlet kurma hedefine hızla yaklaştılar.
Sonunda, 14 Mayıs 1948'de İngiliz mandasının sona ermesiyle İsrail Devleti resmen ilan edildi. Ancak bu yeni devleti kabul etmeyen Filistin halkı ve çevre Arap ülkeleri arasında başlayan 1948 savaşı sonuçsuz kaldı. Bu savaşın ardından Ürdün Batı Şeria'yı, Mısır ise Gazze Şeridi'ni işgal etti ve İsrail 1967'de bu toprakları ele geçirdi.
Bu süreçte Filistin sorunu, Siyonist hareketin başlangıcından günümüze, bölgede yaşayan Filistinlilerin siyasi ve sosyal hakları ile statülerinin belirlenmesi sorunu olarak karşımıza çıktı.
I. ve II. Dünya Savaşları, Siyonizm ve 1948'de kurulan İsrail'in Ortadoğu'da yarattığı yıkımı göz ardı etmeden, günümüzdeki durumu değerlendirmek gerekiyor. İsrail, bu bölgeye sadece kan, gözyaşı ve yıkım getirmiştir. Komşu Arap ülkeleri, ABD'nin desteklediği İsrail'e karşı giriştikleri savaşlarda büyük insan kayıpları yaşamış ve topraklarını kaybetmişlerdir.
Bu ülkeler, İsrail'in sürekli saldırganlığı nedeniyle kaynaklarının büyük bir kısmını askeri harcamalara yönlendirmek zorunda kalmışlardır. Soğuk Savaş döneminde, Arap yönetimleri, kendi halklarının özgürlük taleplerini göz ardı etmek için "Siyonist düşmana karşı mücadele" bahanesini sıkça kullanmışlardır.
Soğuk Savaş'ın sona ermesi, ABD'nin Ortadoğu'daki etkinliğinin artmasına neden olurken, İsrail'in güvenliğini sağlamak ABD için büyük önem taşımıştır. 1990'da Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesiyle başlayan Körfez Savaşı'nda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yasser Arafat'ın Irak'ı desteklemesi, onun bölgesel olarak dışlanmasına ve mali desteğin kesilmesine yol açmıştır.
FKÖ, 1987'de başlayan İntifada hareketinin etkisini kaybetmesiyle siyasi ve ekonomik açıdan zor bir döneme girmiştir. Körfez Savaşı sonrası uluslararası bir çözüm arayışında olan ABD, Rusya ve bazı Arap ülkeleri, Madrid Konferansı'nda tarafları bir araya getirmeyi başarmışlardır.
Ancak bu görüşmeler çok fazla sonuç vermemiş, aksine Filistin ve İsrail arasındaki gerilimi artırmıştır. Ariel Şaron'un emrindeki bir grup askerin 2000 yılında Kudüs'teki Harem-i Şerif'e girişi, ikinci İntifada'nın başlangıcına işaret etti ve bu dönem boyunca şiddet olayları yaygınlaştı.
Filistin Güvenlik Güçleri, İsrail Savunma Kuvvetleri ile Filistinliler arasındaki çatışmalarda sıkça rol almış, ancak çatışmaların başlamasını ve kontrolünün kaybedilmesini engelleyememiştir. İsrail ise Filistinli silahlı grupların saldırılarından FKÖ'yü sorumlu tutmuştur. Bu durum, 2002 yılında İsrail'in Batı Şeria'da büyük bir operasyon başlatmasıyla zirveye ulaşmıştır.
Sonuç olarak, İsrail ve Filistin sorunu, yıllarca süren görüşmelere rağmen hala bir çözüme kavuşmamıştır. Bu nedenle Filistin sorunu, Ortadoğu için uzun bir süre daha önemli bir sorun olmaya devam edecektir.