Foreign Policy: Avrupa'nın ABD'ye güvendiği dönemin sonuna mı geliniyor?

Avrupa'nın ABD'ye güvendiği dönemin sonuna mı geliniyor? Yeni gerçeklikte, Avrupa kendi güvenliğini ve refahını koruyabilir mi?

1. resim

ABD'nin önde gelen yayın organlarından Foreign Policy'de, Rusya-Ukrayna savaşı, Avrupa'da artan aşırı sağın yükselişi ve Kasım ayında yapılacak ABD seçimlerinin Avrupa'ya olası etkilerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerini kim kazanırsa kazansın, Washington'un dikkatinin Çin'e ve Hint-Pasifik bölgesine kayacağına dikkat çekilen analizde, Avrupa'nın ise hem kendi içerisindeki sorunlar hem de Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle yeni bir döneme girmek zorunda kalacağı tespiti yapıldı.

Analizde ayrıca; AB'nin “sert güç dünyasına” hazırlıksız olduğu ve kendi güvenliğini ve refahını koruyayabilecek bir kapasiteye sahip olmadığına dikkat çekildi.

İşte Foreign Policy'de yayınlanan analiz:

Geçtiğimiz 75 yıl boyunca hiçbir ülke, ABD'ye Avrupa kadar göbekten bağlı olmamıştır.

Ekonomik çıkarları bir tarafa bırakırsak, Avrupa 75 yıllık NATO ittifakı çerçevesinde kendisini savunmak için de ABD'ye her zaman bağımlı olmuş ve ABD-Avrupa ittifakı, bugün bildiğimiz küresel sistemin tartışmasız temelini oluşturmuştur.

Ancak, Avrupa'nın ABD'ye güvendiği dönemin sonuna yaklaşılıyor olabilir.

Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerini kim kazanırsa kazansın, Washington'un dikkati Pekin'e ve Hint-Pasifik bölgesine kayacak.

Donald Trump'ın Beyaz Saray'a geri dönmesi halinde, ABD'nin NATO'ya olan bağlılığını sorgulaması, hatta ittifaktan tamamen çekilmesi olasıdır ki bu senaryo Temmuz ayında Washington'da yapılacak olan NATO'nun 75. yıldönümü zirvesine damgasını vuracaktır.

Avrupa yakında tehditlerle tek başına yüzleşebilir. Moskova, şu anda Avrupa Birliği üyesi olan ülkeleri de kapsayan Soğuk Savaş imparatorluğunu yeniden kurmak amacıyla İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'da ilk büyük kara savaşını başlattı. Orta Doğu'daki savaş daha büyük bir yangına dönüşürse, AB'ye yeni göçmen dalgaları gönderebilir.

Avrupa aynı zamanda ABD-Çin rekabetinin bir tiyatrosuna dönüştü. Rusya-Ukrayna savaşı, Batı liderliğindeki düzen ile onu revize etmek ya da yok etmek isteyen Çin liderliğindeki blok arasındaki çekişmenin ilk perdesi.

Avrupalılar için sorun, liderlerinin ve düşünürlerinin birçoğunun kolayca kabul edeceği gibi, sert güç dünyasına çoğunlukla hazırlıksız olmalarıdır.

AB, kıtadan savaşı kovmak üzere tasarlanmıştı ve 1945 ile 2022 yılları arasında Avrupa'da büyük ölçekli bir savaşın yaşanmaması projenin başarısını kanıtlar nitelikteydi.

Ancak bu arada Avrupalılar başka yerlerde de savaşın ortadan kalkmakta olduğuna, kalkmasa bile Amerikalıların kendilerini her zaman güvende tutacağına inanmaya başladılar.

Teorik olarak AB, 450 milyon vatandaşıyla dünyanın en büyük güç bloklarından biridir.

Kolektif GSYİH'si ABD'den sonra ikinci sırada ve Rusya'nın yaklaşık 10 katı. Üyelerinin çoğu, özellikle de coğrafi olarak Rusya'ya yakın olanlar, dünyaya karşı sert ve stratejik bir bakış açısına sahip. Ancak genel olarak Avrupa, ekonomik kaynaklarını, örneğin Moskova'yı tek başına kontrol altında tutabilecek türden bir jeopolitik güce dönüştürememiştir.

Avrupa'nın tarihten gelen uzun tatilinin sona erdiği duygusu Avrupa başkentlerinde hissediliyor.

Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal etmesinin ardından Almanya Başbakanı Olaf Scholz bir Zeitenwende yani “çağ değişimi” ilan etti. Daha dramatik bir şekilde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa'nın yeterince hızlı adapte olmaması halinde "ölebileceği" uyarısında bulundu.

Dolayısıyla sorular şu hale geliyor;

Avrupa, ABD'den daha az destek alarak kendi güvenliğini ve sürekli refahını sağlayabilir mi ve Borrell'in deyimiyle "dünyanın unutulmuş sertliği" ile kendi başına nasıl başa çıkacağını öğrenebilir mi?

AB'nin kurucu babalarından Jean Monnet, “kıtadaki birliğin krizler yoluyla gelişeceğini” öngörmüştü. Şimdiye kadar, 1945'ten bu yana yaşanan çeşitli siyasi ve ekonomik çalkantılar Avrupalıları daha da yakın bir birlik kurmaları için harekete geçirdiğinden, Monnet'nin bu öngörüsü doğru çıktı.

Yaşanan bu süreç de AB'nin belini kıran bir krize dönüşebilir ve tarih, Jean Monnet'in öngörüsünün haklı çıkıp çıkmayacağını yakın gelecekte yeniden görecek.

Tartışma