Foreign Policy Research Institute: Dünyada takip edilmesi gereken çatışma bölgeleri ve olasılıklar
Dünyanın dört bir yanında yaşanan çatışmalar, tarihin en kanlı ve acı sonuçlarını da beraberinde getiriyor. İşte takip edilmesi gereken dünyadaki çatışma bölgeleri ve olasılıklar...
2024 yılının ilk aylarında Gazze, Sudan ve Ukrayna'da savaş devam ederken ve barış görüşmelerine dair umutlar azalırken, dünyanın çeşitli noktaları da benzer risklerle karşı karşıya ve yakından takip edilmesi gerekiyor.
Dünya çapında devam eden çatışmaları sona erdirmeye yönelik diplomatik çabalar başarısız olurken, gerek Rusya gerekse de İsrail yönetimlerinin savaş alanında orantısız saldırıları ve işledikleri savaş suçları, dünyada “yaptıklarının yanlarına kar kalacağına inananların” sayısını artıyor.
Dünyadaki çatışmalar, 1990'lardan ve 2000'lerin başına kadar yaşanan düşüşün ardından 2012'den bu yana büyük oranda yükselişe geçti.
İlk olarak 2011 Arap Baharı ile ayaklanmaların tetiklendiği Libya, Suriye ve Yemen'deki çatışmalar yaşandı. Libya'daki istikrarsızlık güneye sıçrayarak Sahel bölgesinde uzun süreli bir krizin başlamasına neden oldu. Bunları, yeni ve bir büyük savaş dalgası izledi ve ilk olarak 2020 yılında Dağlık Karabağ bölgesinde Azerbaycan ve Ermenistan arasında 44 günlük bir savaş yaşandı.
Bu çatışmalara, Etiyopya'nın kuzey Tigray bölgesinde, Myanmar'da, Sudan'da ve hemen ardından da Ukrayna'da ve Gazze'de yaşanan büyük yıkımlar eklendi.
Dünyanın dört bir yanında, hiç olmadığı kadar çok sayıda insan çatışmalarda ölüyor, evlerini terk etmek zorunda kalıyor ve salgın hastalıklar ve açlıkla mücade ediyor.
BM verilerine göre; ölen ve yerinden edilen insan sayısı bakımından belki de günümüzün en kötü savaşlarından birisi olan Sudan'da, ABD ve Suudi Arabistan öncülüğündeki diplomatik çabalar sonuç getirmiyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı'nın Kiev'e verdiği desteğin azalmasına güvenerek Ukrayna'yı teslim olmaya zorlamaya çalışıyor.
İsrail'in ise 7 Ekim'de Filistin'e karşı başlattığı savaş, tüm dünyanın gözleri önünde tüm şiddeti ile devam ediyor.
1- Gazze
İsrail'in 7 Ekim'de başlattığı saldırılarla Gazze'yi yerle bir etmesi, onlarca yıllık İsrail-Filistin anlaşmazlığını yeni ve korkunç bir boyuta taşıdı.
Savaşın üzerinden yaklaşık üç ay geçti ve İsrail'in saldırıları, İsrailli liderlerin iddia ettiği gibi “Hamas'ı bitirme hedefine” ulaşılamayacağını oraya koydu.
Hamas'ın 7 Ekim'deki Aksa Tufanı saldırıları, İsraillileri travmatize etti ve İsrail istihbaratına ve ordusuna olan güvenlik duygularını paramparça oldu.
Saldırıdan önce İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'ya karşı duyulan güvensizlik, hükümetinin saldırıyı önlemedeki başarısızlığı nedeniyle daha da derinleşti.
İsrail'in, Hamas tarafından yönetilen ve 16 yıldır İsrail tarafından abluka altında tutulan yoğun nüfuslu bir kıyı bölgesi olan Gazze'ye yönelik saldırıları büyük can kayıplarına neden oldu ve dünya kamuoyunun tepkisine yol açtı.
İsrail, sınırlı yardımın dahi girişine izin vermeden önce şeridi haftalarca kuşattı. Ardından ise ağır bombardımanlar yaparak bir kara operasyonlarının önünü açtı.
Kasım ayı sonlarında Katar'ın arabuluculuğunda ABD ve Mısır'ın desteğiyle kısa bir ateşkes yapıldı ve Hamas 105 rehineyi serbest bırakırken İsrail de hapishanelerinde tuttuğu 240 Filistinliyi serbest bıraktı.
Savaşın üzerinden 3 aydan fazla geçmesine rağmen İsrail Başbakanı Netanyahu, İsrail'in Gazze şeridindeki savaş sonrasına dair nihai planına dair bir ayrıntı veremedi.
İsrail yönetimi; Washington'un desteklediği Filistin Yönetimi'nin de Gazze'nin savaş sonrası yönetiminde bir rol oynayabileceği fikrini reddediyor ve “Hamas ortadan kaldırana kadar” savaşın devam edeceğini belirtiyor.
Netanyahu askeri kazanımların rehinelerin serbest bırakılmasına yardımcı olduğunu söylüyor. Ancak gerçek kesinlikle bu şekilde değil.
Örnek olarak 15 Aralık'ta Hamas'ın elindeki üç sivil rehine, beyaz bayrak çekmelerine rağmen İsrail askerleri tarafından vuruldu ve hem onların hem de diğer rehinelerin aileleri Tel Aviv'de protesto gösterileri gerçekleştirdi.
Gerçekte şu ana kadar İsrail'in Hamas'ı yok edebileceğini gösteren çok az şey var. Hatta daha geniş siyasi ve toplumsal hareket varlığını sürdürecek ve işgal devam ettiği sürece silahlı direniş bir şekilde devam edecek gibi görünüyor.
İsrail güçleri Gazze'deki yeraltı tünelleri de dahil olmak üzere şehrin altyapısını çökerttiklerini, yaklaşık 8,000 Hamas savaşçısını öldürdüklerini ve binlercesini de tutukladıklarını iddia ediyor. Ancak bunlar büyük oranda gerçeği yansıtmıyor gibi görünüyor.
Washington ise sadece İsrail'e sivillerin korunmasınına dair telkinde bulunmaya devam ediyor.
İsraillilerin 7 Ekim'de maruz kaldığı saldırının, Gazze Şeridi'nde ve toplumunda yaratılan yıkımı haklı gösterdiğine dair inandırıcı bir kanıt yok. Hele hele ulaşılamayacağı her zamankinden daha açık olan bir son için.
Bunun yerine Washington, Filistinli tutsaklar karşılığında Hamas'ın elindeki tüm tutsakların serbest bırakılmasını sağlayacak yeni bir ateşkes için daha acil baskı yapmalıdır. Zira, Netanyahu niyetinin bu olduğunu reddetse de uzun süreli bir askeri işgal olası görünüyor.
Filistinliler giderek daha küçük sözde güvenli bölgelere ya da kamplara doluşup insani yardım kuruluşları tarafından mümkün olduğu ölçüde hayatta tutulmaya çalışılırken, İsrail güçleri şeridin büyük bölümünü elinde tutacak bir strateji ile baskınlara devam ediyor.
Tüm bu nedenlerle durum daha da kötüleşebilir. ABD ve Avrupa ülkelerinin sessizliği ve BM'nin bu konuda işlevsiz hale gelmesi nedeniyle de barışın olasılık ihtimali ortadan kalkıyor.
Diğer yandan savaş, bazı açılardan İran'ın ekmeğine yağ sürüyor.
2- Daha geniş bir Ortadoğu savaşı
Suudi Arabistan'ın Tahran'ın ezeli düşmanı İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesini sağlayacak olan ve İran'ın hoşuna gitmeyen ABD arabuluculuğundaki bir anlaşmayı şimdilik dondurdu. Bu anlaşma aynı zamanda İran destekli silahlı grupların oluşturduğu ve Tahran'ın farklı derecelerde kontrol ettiği direniş ekseninin erişimini de ortaya çıkardı.
En tehlikeli parlama noktası İsrail-Lübnan sınırı olarak görünüyor.. Hizbullah ve İsrail 7 Ekim'den bu yana giderek artan bir hızla füze atışları yapıyor ve bu gerilim kendi başına bir savaşa dönüşebilir.
Başka yerlerde de İran destekli gruplar ABD güçleriyle çatışmaya giriyor. Suriye ve Irak'taki gruplar defalarca ABD üslerine ve diplomatik tesislerine saldırdı. Diğer yandan da Yemenli Husiler, İsrail'i ve Kızıldeniz'deki unsurları füzeler ve insansız hava araçları ile vurmaya devam ediyor.
İki taraf da savaş istemese de, özellikle İsrail'in Gazze harekâtı devam ederken pek çok şey ters gidebilir. İster Lübnan sınırında, ister Irak ya da Suriye'de, isterse Kızıldeniz ya da Basra Körfezi'nde olsun, çok sayıda sivilin ya da ABD personelinin ölümüne yol açacak herhangi bir saldırı, kısasa kısas saldırılar sarmalını başlatma riskini taşıyacaktır.
İsrail Hizbullah'a karşı harekete geçerse, İran'ın bölgedeki yığınağı göz önüne alındığında 2006'dakine benzer bir savaşın daha geniş bir çatışmayı tetikleyeceği neredeyse kesin ve bu da ABD'yi içine çekebilir.
3- Sudan
2022'nin Nisan ayında iki Sudanlı askeri grup olan ordu ve paramiliter Hızlı Destek Güçleri arasındaki sürtüşme topyekûn bir savaşa dönüştü.
O tarihten bu yana yaşanan çatışmalar binlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının yerinden edilmesine ve Sudan'ın çöküşün eşiğine gelmesine neden oldu.
Özellikle son dönemde, soykırım hayaletinin Darfur'un batı bölgesine yeniden musallat olmasıyla birlikte, ölümlerin çoğundan sorumlu olan Hızlı Destek Güçleri ülkeyi ele geçirmeye hazırlanıyor olabilir.
Savaşın kökleri, Ömer El Beşir'in 2019'daki halk ayaklanması sırasında devrilmesinin ardından ordu içindeki mücadelelere dayanıyor. Binlerce Sudanlı 2019'da sokaklara dökülürken Hemeti ve Sudan Silahlı Kuvvetleri Generali Abdülfettah el-Burhan, Ömer El Beşir'i devirmek için güçlerini birleştirdi ve ardından iktidarı sivil bir hükümetle paylaşmayı kabul etti.
Ancak taraflar Ekim 2021'de bu anlaşmayı bir kenara ittiler ve anlaşmazlık çatışmalara dönüştü.
İlk çatışmalar başkentin büyük bölümünü tahrip etti. Çoğunluğu Sudan'ın batısından gelen Hızlı Destek Güçleri savaşçıları mahalleleri ele geçirdi ve genellikle ganimet için yağmaladı. Karada yetersiz kalan ordu ise bu güçleri havadan bombaladı.
Darfur'da ise savaş etnik katliamlara dönüştü ve Hızlı Destek Güçleri özellikle Batı Darfur'da sivilleri soykırım noktasına varacak bir şekilde katletmeye başladı.
Şüphesiz Sudan iç savaşına dışarıdan da müdahaleler var.
Raporlar, Hızlı Destek Güçleri'nin Birleşik Arap Emirlikleri'nden silah aldığını, Sudan ordunun ise esas olarak Mısır tarafından desteklendiğini gösteriyor. Hızlı Destek Güçleri doğuya doğru ilerlerken Afrikalı, Arap ve Batılı diplomatlar BAE'nin Kızıldeniz'e erişim arzusunun bir rol oynayabileceğinden korktuklarını belirtiyor.
Barış çabalarına gelince, tarafların temsilcileri ara sıra Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde bir araya gelse de, görüşmelerin hiçbirisi sonuca ulaşmadı.
Sudan'da çok acil bir diplomasiye ihtiyaç var. Zira; Sudan'ın çöküşü Sahel ve Kızıldeniz bölgelerinde on yıllar boyunca yankılanabilir. Bu sonuçtan kaçınmak için zaman daralıyor.
4- Ukrayna
Rusya-Ukrayna savaşı Washington'da adeta siyasi bir futbol topu haline geldi. Sürekli gelgitler yaşanıyor ve savaşın geleceğine dair öngörler tıkanmış durumda. Ancak savaş alanında olacakların, Avrupa'nın gelecekteki güvenliğini belirleyeceği konusunda herkes hemfikir.
600 millik cephede neredeyse hiç hareket yok. Ukrayna'nın karşı saldırısı azaldı ve ordusu Kiev'in istediği gibi güneydeki Rus savunmasını aşmak şöyle dursun, yok denecek kadar az ilerleme kaydetti.
Ukraynalı generaller doğuda ya da kuzeyde bir Rus saldırısından korkuyor. 2023'ün sonlarında Rusya'nın doğudaki Avdiivka kentini ele geçirme girişiminin şiddetli bir direnişle karşılaşması, Ukrayna'nın yeterli silaha sahip olması koşuluyla herhangi bir Rus ilerleyişinin zorlu da olsa durdurabileceğini gösteriyor.
Kremlin zamanın kendi lehine işlediğini hesaplıyor ve bu nedenle Rusya sürekli savaşa hazırlanıyor, ordusunu genişletiyor ve silahlanmaya büyük harcamalar yapıyor.
Batı'nın yaptırımlarına rağmen Moskova, enerji gelirleri sayesinde savaş sandığını dolu tutmaya yetecek kadar ihracat yaparken, silah fabrikalarını 24 saat çalışır halde tutmaya yetecek kadar da ithalat yapıyor.
Devlet Başkanı Vladimir Putin Rus elitinin kaderini kendi kaderine bağladı. Wagner Grubu lideri Yevgeny Prigojin'in Haziran 2023'teki başarısız isyanının ardından ordu içindeki gücünü pekiştirdi. Yeni harcamalar ile de yeni bir sadıklar sınıfını ödüllendirdi.
Devlet bütçesinin üçte birinden fazlasının savunmaya gittiği ve Ukrayna'da her ay birkaç bin Rus'un öldüğü göz önüne alındığında ülkenin ruh hali değişebilir. Ancak şimdilik Putin'in adımlarında herhangi bir gerileme yok.
Kiev için ise en sıkıntılı durum Batı'daki desteğin azalması. Rusya'nın 2022 başlarında başlattığı geniş çaplı saldırıdan bu yana ABD silahları Ukrayna'nın savunmasında çok önemli bir rol oynadı.
ABD Kongresi'ndeki iki partili desteğe rağmen, Cumhuriyetçi yasa koyuculardan oluşan bir grup, Kiev'i 2024 ABD başkanlık seçimlerine kadar idare etmeyi amaçlayan büyük bir yardım paketini engellemeye devam ediyor. Cumhuriyetçilerin muhtemel adayı olan eski ABD Başkanı Donald Trump ise Ukrayna'ya yardım konusunda eleştirel bir tutum sergiliyor.
Avrupa, tüm retorik desteğine rağmen, özellikle mühimmat tedarikini arttırmakta yavaş kalıyor. Siyaset de bu konuda bir sorun teşkil ediyor. Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Şubat 2024'ün başlarında oylaması yapılacak olan Kiev'e yardıma karşı çıkıyor.
Aynı zamanda Kremlin ile müzakerelerin bir çıkış yolu sunduğuna dair çok az belirti var. Moskova'nın fetih yoluyla toprak kazanmasını bir kenara bırakırsak, iki taraf da uzlaşmaya hazır değil.
Rus yetkililer konuşacaklarını söyleseler de, Moskova'ya giden arka kanallar ve Kremlin'in kamuoyuna yaptığı açıklamalar, hedeflerinin topyekûn savaşı başlattığı zamanki ile aynı kaldığını gösteriyor. Rusya, sadece toprak değil, Ukrayna'nın teslim olmasını ve itaatkâr bir hükümet altında askerden arındırılmasını da istiyor.
Ukraynalı liderler ise ABD desteği olsun ya da olmasın savaşmaya kararlı görünüyor. Rusya ile yapılacak herhangi bir anlaşma Zelenskiy'nin iktidarına mal olabilir. Mevcut durumda da Putin'in elindekiyle yetinmesi pek olası görünmüyor.
Savaşın maliyeti ve gidişatı göz önüne alındığında Moskova'ya kanalları açık tutmak hala mantıklı. Ne de olsa Kiev ve Batılı müttefikleri, Ukrayna'ya yaşanabilir bir gelecek sağlamadığı ve Rusya'yı daha fazla maceraperestlikten caydıracak güvenlik düzenlemelerine kilitlemediği sürece bir pazarlığı kabul etmek zorunda değiller.
Zira; Moskova Ukrayna'nın daha büyük bir bölümünü ele geçirirse, Putin'in listesinde başka ülkelerin de olacağını hayal etmek zor değil.
5- Myanmar
Myanmar'ın kuzeydoğusunda orduyu bölgeden uzaklaştıran bir isyancı saldırısı ve başka yerlerdeki çatışmalar, yaklaşık üç yıl önce iktidarı ele geçiren askeri cunta için şimdiye kadarki en büyük tehdidi oluşturuyor.
2023 yılı boyunca korkunç bir tablo ortaya çıkmıştı. Direniş grupları, ülkenin büyük bir bölümünde pusular kurdu. Myanmar ordusu ayaklanmayı bastırmak ve sivilleri cezalandırmak için hava saldırıları, topçu birlikleri ve mobil birlikler kullandı.
Silahlı gruplar ise kendi aralarında da darbeye farklı şekillerde tepki gösteriyor. Bazıları direniş hücrelerini eğitti, onlara silah sağladı. Bazıları ise ordunun hapse attığı devrik sivil lider Aung San Suu Kyi'nin partisinden olanlar da dahil olmak üzere çoğunlukla devrik milletvekillerinden oluşan bir muhalefet organı olan Ulusal Birlik Hükümeti ile yakın ittifaklar kurdu.
Ordunun dağınıklığını hisseden bazı isyancılar, genellikle direniş gruplarıyla güçlerini birleştirerek ya da onların bayrağı altında saldırıya geçerek ülkenin çeşitli bölgelerindeki kasabaları ve sınır karakollarını ele geçirdiler.
Çin de bu hikayenin bir parçası ve Myanmar'a silah transferleine devam ediyor. Daha geniş anlamda Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Myanmar'da ordunun 2021'de iktidarı ele geçirmesinden hala rahatsız.
Zira bu darbe, Çin'in Myanmar'da planladığı mega projeleri durdurdu. Xi, Pekin ile iyi çalışma bağları kuran Aung San Suu Kyi'yi destekliyordu. Bu nedenle de çözüm bulunması konusunda da aracı ülke olmak istiyor. Çin son olarak 2022 Aralık ayında ordu ile isyancı gruplar arasında geçici bir ateşkes sağlanmasına yardımcı oldu. Ve bu ateşkes muhtemelen isyancı ordunun ele geçirdiği topraklardaki hakimiyetini pekiştirecek.
Şimdilik Myanmar'daki askeri cunta yönetimi ayakta kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Ancak bir gerçek var ki; darbe ülkeyi onlarca yıl geriye götürdü. Sağlık ve eğitim sistemleri çöktü, yoksulluk oranları fırladı ve 2,5 milyondan fazla insan ülke içinde yerinden edilmiş durumda.
Krizin ise yakın zamanda sona ereceğini görmek oldukça zor.
6- Etiyopya
Etiyopya 2023'e iyi haberlerle başladı ama korkutan gelişmelerle bitti.
2023 yılının başında, ülkenin kuzeyindeki Tigray bölgesinde yoğunlaşan savaş sona eriyordu. Tigrayan isyancılarını federal güçlerle karşı karşıya getiren çatışmalar, bazı tahminlere göre yüz binlerce insanın ölümüne ve sayısız insanın yerinden edilmesine neden oldu.
Tigrayan isyancı güçleri, aceleyle geri çekilmeden önce neredeyse başkent Addis Ababa'ya kadar ilerlemişti. Etiyopya ordusu daha sonra isyancı grupları kademeli olarak sıkıştırdı ve Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, galibiyetini pekiştirmek için bölge liderleriyle bir anlaşma yaptı.
Kasım 2022'de yapılan bir anlaşma Tigray'e rahatlama getirdi. Ancak başka yerlerde savaş için de zemin hazırladı.
2022 Ağustos ayında yeniden bir hareketlenme yaşandı ve Ordu isyancıları geri püskürtmeden önce isyancılar o bölgedeki kasabaların bir kısmını kısa süreliğine ele geçirdi. Kırsal kesimde sıkışıp kalan isyancılar, ordu güçlerine saldırmak için sortiler yaptılar ve çatışmalar yaşandı. Ancak ordu, bu bölgede de etkin bir şekilde devreye girdi ve kısa bir süre içerisinde isyanı bastırdı.
Etiyopya'nın en güçlü üç bölgesi olan Amhara, Oromia ve Tigray'deki isyanlar kısmen durmuş durumda. Ancak ülke, kesin bi çözümden hala çok uzak.
Çatışmalar sonrasıdna Etiyopya ekonomisi sıkıntı içinde. Daha fazla yabancılaşmış genç, daha fazla istikrarsızlık ve ortaya çıkan ekonomik sorunlar çatışmaları ve isyanları yeniden körükleyebilir.
7- Sahel bölgesi
2023 yılında Nijer ordusu, Batı ile dost bir başkan olan Mohamed Bazoum'u devirerek Mali ve Burkina Faso'daki darbelerin ardından Sahel bölgesinde yeni bir darbeye imza attı.
İktidardaki subaylar, özellikle ülkenin kırsal kesimlerini etkileyen şiddeti durdurma sözü verdiler. Ancak ülkeden yansıyan bilgilere göre; şu ana kadar yabancı ortakları değiştirmenin ve yeni silahlar satın almanın dışında çok az yeni adım atabildiler.
Sahel bölgesindeki ordu yönetimleri bölgenin dış ilişkilerini önemli ölçüde değiştirdi.
Üç ülkenin diğer bazı Batı Afrika başkentleriyle olan bağları gerildi ve Paris, bölgede artan Fransız karşıtlığı karşısında askerlerini geri çekmek zorunda kaldı.
Mali'deki cunta Rusya'ya, özellikle de paralı asker Wagner Group'a yakınlaştı ve BM güçlerini de sınır dışı etti. Burkina Faso'da Rusların ayak izi daha küçük ancak büyüyecek gibi görünüyor.
Diğer yandan Sahel'deki askeri yönetimler, yabancı müdahalelerini caydırmak için kendi ittifaklarını kurdular. Zira bölgesel bir blok olan ECOWAS, darbenin ardından Nijer'e asker gönderme tehdidinde bulunmuştu. Ancak blok, bunu gerçekleştiremedi.
Şehir ve kasabalardaki gençler arasında ordu liderleri popüler olmaya devam ediyor. Özellikle de Fransa'ya karşı kızgınlık, askeri yönetimlerin desteklenmesine neden oluyor.
Bazı Avrupalı yetkililerin, kuvvetlerinin çekilmesinin ardından ülkeler içerisinde kaos olacağına dair en kötü senaryoları da gerçekleşmedi.
Ancak şimdi, Sahel bölgesindeki üç ülkede, istikrarsızlık ve bozuk ekonomilerle karşı karşıya. Askeri yönetimlerin adımları ve halkların tepkileri bölgedeki istikrarsızlığın devam etmesine neden olabilir.
8- Haiti
Haitililer, 2024 yılının başlarında ülkeye yerleşen yabancı güçlerin, son birkaç yıldır ülkeyi parçalayan aşırı şiddet yanlısı çetelerle mücadele edeceğini umuyor.
Ancak planlanan misyona liderlik edecek Kenya polisinin, özellikle Haiti siyasetindeki kargaşa göz önüne alındığında, yoğun gecekondu mahallelerindeki ağır silahlı gruplara karşı işi zor.
Başkan Jovenel Moise'nin Temmuz 2021'de öldürülmesinden bu yana Haiti'de çete şiddeti mantar gibi çoğaldı. Suçlular başkent Port-au-Prince'in büyük bölümünün yanı sıra kuzeydeki bölgeleri, özellikle de Artibonite Vadisi'ni kontrol ediyor.
Acımasız çete savaşları, on binlerce kişiyi evlerinden etti ve bazıları, açlık, yoksulluk hatta cinsel şiddet de dahil olmak üzere çok sayıda sebeple derme çatma kamplara sığındı.
Haiti nüfusunun neredeyse yarısı, yani yaklaşık 5,2 milyon kişi, hayat kurtarıcı temel ihtiyaç maddeleri konusunda yardıma ihtiyaç duyuyor.
Araştırmalara göre Haitililer o kadar umutsuz ki, önceki uluslararası misyonların kötü siciline rağmen yabancı güçlerin ülkelerine müdahale etmesini destekliyorlar.
Kenya liderliğindeki güç ise, Haiti'de zorlu görevlerle karşı karşıya. Haiti'nin başbakan vekili Ariel Henry, Ekim 2022'de dışarıdan yardım talep etmiş, Nairobi Temmuz 2023'te bu çabaya öncülük etmeyi ve en az 1.000 kişiyi görevlendirmeyi kabul etmiş ve Birleşmiş Milletler de Ekim ayında plana yeşil ışık yakmıştı.
Muhalif siyasetçilerin anayasanın polis memurlarının yurt dışında görevlendirilmesini engellediğini ileri sürerek itirazda bulunmasının ardından misyon hala Kenya mahkemelerinin onayını bekliyor.
Başlangıçta bir yıl sürecek olan misyonun görevi, Haiti polisine "çetelerle mücadele ve güvenlik koşullarını iyileştirme" konusunda yardımcı olmak ve böylece seçimlerin önünü açmak olarak belirlendi.
Haiti siyaseti de bir başka engel. Etkili siyasi partiler ve sivil toplum gruplarından oluşan bir grup, Moise'nin öldürülmesinden sonra iktidarı devralan ve o zamandan beri yerini sağlamlaştırmaya çalışan Henry'nin yeni bir oylamaya kadar bile görevde kalma yetkisi olmadığını söylüyor ve daha kapsayıcı bir geçiş yönetimi istiyor.
Görüşmelerde ileriye dönük bir yol üzerinde anlaşma sağlanamadı ve ülke içerisinde duraksamadan devam eden problemlerin yanına bir de siyasi krizin eklenmesi ile birlikte, Haiti'nin geleceğine dair umutlar ve çözüm olasıklıları tükeniyor.
9- Azerbaycan - Ermenistan
Azerbaycan'ın 2020 Dağlık Karabağ'da gerçekleştirdiği operasyon, “tartışmalı bölge” üzerinde on yıllardır süren çatışmayı en azından şimdilik sona erdirmiş gibi görünüyor.
1990'larda Ermenistan'ın desteğini alan bölgenin etnik Ermeni çoğunluğu kendi cumhuriyetlerini ilan etmiş ve bunu takip eden savaşta Azerbaycan halkını Dağlık Karabağ ve komşu bölgelerden çıkarmıştı.
Bakü ve Erivan arasındaki görüşmeler yıllarca sonuçsuz kaldı. Bu arada Azerbaycan ordusunu güçlendirdi ve 2020'de Türkiye'nin desteğiyle Dağlık Karabağ'ı çevreleyen bölgeleri geri aldı.
Yaklaşık altı hafta süren çatışmaların ardından Rusya arabuluculuk yapmak üzere devreye girdi ve bölgeye barış gücü askerlerini gönderdi.
Dağlık Karabağ, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki en sancılı anlaşmazlık konusu olsa da, tek anlaşmazlık konusu değil. İki ülke, ordularının karşı karşıya geldiği ve genellikle birbirlerinden sadece birkaç metre uzakta olan, henüz sınırlandırılmamış bölgelerde sınır anlaşmazlığı yaşıyor.
Nitekim bu nedenle 2023 sonlarında Azerbaycan, sınır çatışmalarını senep göstererek Karabağ çevresinde 24 saat süren bir operasyon daha yaptı.
Daha da önemlisi Azerbaycan, Ermenistan'ın güneybatısında yer alan ve Türkiye ile İran'a sınırı olan Nahçıvan'a bir kara koridoru istiyor.
Bakü, Moskova'nın arabuluculuğunda 2020'deki çatışmaları sona erdiren anlaşmanın Erivan'a koridordan geçiş izni vermeyi taahhüt ettiğini belirtiyor. Bu rota Türkiye ile ticareti kolaylaştıracak ve İran'ı bypass edecek. Dolayısıyla da Tahran'ın itirazına neden olabilir.
Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki görüşmelerin bir şansı var. Taraflar geçen süre boyunca çok sayıda görüşme gerçekleştirdi ve ilişkilerin normalleştirilmesi dair sözler verildi ve Azerbaycan'ın 2024 yılında COP29 adlı dünya iklim zirvesine ev sahipliği yapma teklifine Ermenistan'ın desteği sağlandı.
Bakü ve Erivan görüşmelere devam edeceklerini ve yakında bir anlaşma beklediklerini söyleseler de çetrefilli sınır ve koridor sorunları devam ediyor. Bu nedenle, Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri de takip edilmeye devam ediliyor.
10- ABD-Çin
ABD Başkanı Joe Biden ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping arasında 2022 Kasım ayında yapılan görüşme, iki ülke ilişkilerinde keskin bir düşüşe neden olan durumu sıfırlamaya çalıştı.
Ancak iki ülkenin temel çıkarları Asya-Pasifik bölgesinde hala çatışıyor ve Tayvan seçim sonuçları ile Güney Çin Denizi'ndeki gerilimler iki ülke arasındaki ilişkileri yeniden test edebilir.
Pekin ve Washington bir süredir gerilimi düşürmek için çaba sarf ediyor. Xi, zor durumdaki Çin ekonomisine odaklanmak ve ABD'nin daha fazla ticari kısıtlama getirmesinin önüne geçmek istiyor. Biden yönetimi ise 2024'deki ABD seçimleri öncesinde biraz sükunet istiyor ve iki dev arasındaki düşmanlıktan endişe duyan diğer başkentlere rekabeti sorumlu bir şekilde yönetebileceği konusunda güvence vermek istiyor.
2023 yılının başlarında, bir Çin casus balonunun ABD anakarası üzerinde görülmesi ve ABD tarafından düşürülmeden önce bir diplomatik krize neden olması, iki üle arasında gerilimi tırmandırmıştı. Aylar sonra, "balloongate" sonrasında gezisini iptal eden Dışişleri Bakanı Antony Blinken Pekin'i ziyaret ederek Biden-Xi zirvesine zemin hazırladı.
Bu toplantı, iki tarafa göre de iyi geçti. Biden, iki ülkenin ABD'ye giren fentanili engellemek için birlikte çalışacağı sözünü aldı ve zirveden bir gün önce iki ülke iklim değişikliğiyle mücadele için birlikte çalışma sözü verdi.
Daha da önemlisi Pekin, iki ülke ordularının istenmeyen çatışma risklerini ortadan kaldırması için askeri iletişim kanallarını yeniden açmayı da kabul etti. Xi, Pekin'in ilişkilere hakim olduğunu göstererek evinde bir galibiyet elde etti.
Yine de genel olarak rekabetin temelleri azalma belirtisi göstermiyor ve her iki başkentteki şahinler de rekabeti sıfır toplamlı olarak görüyor.
Asya-Pasifik'te Pekin'in bölgenin önde gelen gücü olarak hak ettiğini düşündüğü daha fazla nüfuz arayışı, Washington'un kendi askeri hakimiyetini sürdürme kararlılığıyla doğrudan karşı karşıya geliyor. Pekin'in artan etki alanından ürken ve Rusya'nın Ukrayna'daki saldırganlığını emsal olarak gören bazı Asya başkentleri, Çin'le ticarete değer verseler de Washington'la güvenlik bağlarına yönelmiş durumda.
Çin'in deniz hak iddialarının, aralarında ABD'nin müttefiki Filipinler'in de bulunduğu diğer kıyıdaş devletlerin hak iddialarıyla çakıştığı Güney Çin Denizi giderek daha istikrarsız bir hal alıyor.
Çin, 2016 yılında özel bir mahkemenin Filipinler'e ait olduğuna karar verdiği sularda devriye geziyor ve Çin gemileri, Filipin unsurlarına karşı tazyikli su ve akustik cihazlar da dahil olmak üzere agresif taktikler kullanıyor. Hatta 2023 Ekim ve Aralık aylarında iki ülkenin teknelerinin çarpışması ile sonuçlanan gerilimlerin yaşanmasına neden olan adımlar atılıyor.
ABD'nin Filipinler'e verdiği güvenlik garantileri ve ihtilaflı bölgelerde artan askeri varlığı ilke olarak Pekin'i caydırsa da riskleri de beraberinde getiriyor. Çin için denizdeki manevralar, ulusal egemenliği olarak gördüğü şeyi savunma kararlılığını işaret ediyor.
Bu nedenle Çin gemileri ya da uçakları, ABD'nin buradaki varlıkları ile her an karşı karşıya gelebilir.
Tayvan da, iki ülke arasındaki bir başka parlama noktası.
Pekin, adanın Çin anakarasıyla ideal olarak barışçıl bir şekilde yeniden birleşmesi gerektiğine inanıyor. Ancak güç kullanmayı da göz ardı etmiyor.
Washington'un "Tek Çin" politikası da aslında Tayvan'ın statüsünün barışçıl bir şekilde çözülmesini amaçlıyor ve uzun süredir devam eden "stratejik belirsizlik" politikası Tayvan'ı savunup savunmayacağını muğlak bırakıyor.
Her ne kadar Çin'in yakın zamanda Tayvan'ı işgal etmesi pek olası olmasa da Xi, Tek Çin politikasının aşındığını ve birleşme penceresinin kapandığını hissettikçe hesapları savaşa doğru yönelebilir.
Tayvan'da geçtiğimiz haftalarda yapılan seçimlerde Çin'in ayrılıkçı olarak damgaladığı mevcut başkan yardımcısı William Lai iktidara geldi. Bu nedenle Pekin, yeni hükümeti Pekin'e daha fazla itaat etmeye zorlamak amacıyla Tayvan üzerindeki baskıyı artırabilir.
Şimdilik muhtemelen en büyük tehlike bütün bu sorunlu başlıklar nedeni ile Çin ve ABD uçaklarının ya da gemilerinin karşı karşıya gelmesi.
Zira; Pentagon'a göre, son iki yılda yaşanan riskli karşılaşmaların sayısı, önceki yirmi yılda yaşananlardan daha fazla.
Biden-Xi görüşmesinden sonra ısınan atmosfer, şimdilik bir tampon oluştursa da, en ufak bir aksilik, özellikle de can kaybına yol açacak bir aksilik, bir çatışmanın patlak vermesine neden olabilir.
Bu türden son olay, 2001 yılında iki uçağın birbirine çarparak bir Çinli havacının ölümüne ve bir ABD uçağının Çin'in Hainan adasına düşmesine neden olduğu zaman, her iki tarafın da itibarını kurtarmasını sağlayacak bir çözüm bulmak için hassas görüşmeler yapılmıştı.
Ancak bugün, bu tür bir diplomasi için fazla iyimser olmamak gerekiyor.