gdh'de ara...

Gemileri yakmaktan boru hatlarını yakmaya

💢 Kuzey Akım boru hatlarına düzenlenen saldırı Türkiye’nin ısrarla vurguladığı “Mavi Vatan” konseptinin önemine işaret ediyor.

💢 Denizlerin yalnızca yüzeyi değil, dipleri de enerji ve iletişim güvenliği açısından dikkatli yaklaşılması gereken alanlar.

1. resim

Türkiye genelinde konunun ciddiyetine şu ana kadar yeterince önem verilmese de uluslararası toplum pazartesi sabahı Baltık Denizi’nde Kuzey Akım 1 ve Kuzey Akım 2 boru hatlarına düzenlenen sabotajı konuşuyor. Böyle bir saldırının gerçekleşme kapasitesinin varlığı dahi dünyanın içerisinden geçmekte olduğu enerji krizini daha derinleştirecek potansiyele sahip. Şu ana kadar yapılan açıklamalar bu saldırının terörist bir eylem olmadığını “bir devlet işi” olduğunu vurguluyor. 

Bu devlet hangi devletse bu saldırı kapasitesini yakın gelecekte dünyanın farklı bölgelerindeki deniz altı enerji hatlarına karşı da kullanabilir. Baltık Denizi’ndeki saldırının çevresel boyutları ve küresel iklim değişikliğine etkileri konunun bir boyutu. Ancak görünen o ki birilerinin elinde deniz tabanındaki boru hattını kullanılmaz hale getirecek tecrübe ve teknoloji birikmiş. Olağan şüpheliler olarak listede şu anda ABD ve Rusya var. Bu ülkelerin teknolojik kabiliyetleri ve enerji hatlarına yükledikleri stratejik önem, onları şüpheliler listesinde ilk iki sıraya taşıyor. 

Danimarka Savunma Bakanlığının yayınladığı görüntüler.

Kuzey Akım 2 hattının işletmeye açılması ABD ile Almanya arasında yıllardır tartışma konusuydu. Rusya’nın 24 Şubat’ta başlattığı işgal girişimiyle tetiklenen savaş ABD’nin muradına ermesini sağladı. Kuzey Akım 2 hattı işletmeye açılmasının arifesinde devre dışı kaldı, dahası hattı inşa eden şirketler iflaslarını talep etti. Bununla da kalmadı Rusya, ABD’ye istediğinden fazlasını verdi ve Kuzey Akım 1 hattının da kapanmasıyla ABD, Avrupa’nın en büyük gaz tedarikçisi haline geldi. Yılda 400 milyar metreküp doğalgaza ihtiyaç duyan Avrupa şu anda sıvılaştırılmış doğalgaz ithalatının yüzde 45’ini ABD’den yapıyor. 

Kuzey Akım’ın akıbeti 7 Şubat 2022’de belli oldu

Şimdi 7 Şubat 2022 tarihine gidelim. Almanya Başbakanı Olaf Scholz ABD’nin başkenti Washington’a ilk ziyaretini yapıyor ve Beyaz Saray’da ABD Başkanı Biden tarafından kabul ediliyor. Görüşme sonrası düzenlenen basın toplantısında Biden bir soru üzerine “Kuzey Akım 2 boru hattının devreye girmesini mutlaka önleyeceklerini” söylüyor. Henüz savaşa 17 gün var. İlk soruyu yönelten muhabir bu yanıt üzerine

“Bunu tam olarak nasıl yapacaksınız acaba?”

diyerek ABD’nin izleyeceği yolu öğrenmek isteyince Biden müstehzi bir gülümsemeyle

“Size söz veriyorum. Bunu mutlaka yapacağız”

diyor. Yani 26 Eylül patlamalarının gelişi 7 Şubat’tan belliymiş diyebilir miyiz? 

Peki zaten faaliyette olmayan boru hatları neden havaya uçurulur? 

Endülüs Emevi devletinin meşhur komutanı Tarık Bin Ziyad 711 yılında ordusuyla İspanya kıyılarına çıktığında ilk işi askerlerini taşıyan gemileri yaktırmak olmuştu. Ardından askerlerine hitap ederek 

“Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız? Vallahi sizin için ancak sadakat ve sabır kalmıştır. Düşmanın silahı, teçhizatı ve erzakı boldur. Sizin silah olarak ancak kılıçlarınız, erzak olarak da düşmanın elinden sahip olabileceğiniz vardır.” 

diyerek ordusunu Vizigotların üzerine sürmüş, İspanya topraklarında 7 asır sürecek İslam hakimiyetini başlatmıştı. Şimdi buraya nereden geldik diyebilirsiniz. Bu sabotajın zamanlamasına yakından bakmak ve amacını anlamak için. 

Malum olduğu üzere Ukrayna-Rusya Savaşı Avrupa Birliği’nin enerji politikalarını kökünden değiştirdi. Rusya’nın ürettiği kömür, petrol ve doğalgaza bağımlılığı azaltmak için Avrupa Birliği yöneticileri ve Avrupa ülkelerinin liderleri Afrika, Ortadoğu ve Kafkasya ülkelerinin kapılarını aşındırmaya başladılar. İşletme dışı bırakılacak nükleer reaktörlerin yeniden devreye alınması için harekete geçildi, yeni reaktörlerin inşası için planlamalar başladı. Ancak tüm bu çabalar en azından 2025 yılından önce Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlamak için yeterli değildi. Almanya Başbakanı Olaf Scholz 24 Eylül’de enerji temininde anlaşma sağlamak için Suudi Arabistan’a gitti, Kuzey Akım boru hatları sabote edilmeden yalnızca iki gün önce.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un Suudi Arabistan ziyareti.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un Suudi Arabistan ziyareti.

Scholz ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un ülkelerinin enerji güvenliğini temin etmek için bir yandan kaynak arayışları sürerken bir yandan da barışı sağlayacak girişimlerde bulunacaklarına dair haberler de Eylül ayında gündeme gelmişti. İddiaya göre Fransa ve Almanya liderleri 15-16 Kasım tarihlerinde Endonezya’da düzenlenecek G-20 Zirvesi öncesinde Çin Halk Cumhuriyeti’ni ziyaret etmeyi planlıyorlardı. Türkiye’nin neredeyse savaşın başından bu yana dikkat çektiği gibi Ukrayna-Rusya Savaşı’nın sürmesini, Rusya’nın yalnızca askeri anlamda değil sosyo-ekonomik olarak çökertilmesini ve Moskova’daki yönetimin değişmesini isteyen ülkeler vardı. Acaba Scholz ve Macron ikilisi Pekin’de Şi’yi de yanlarına alarak bir “Barış Koalisyonu” mu teşkil etmek istiyorlardı? 

Şimdi Tarık Bin Ziyad’ın bize verdiği derse geri dönelim. Kuzey Akım doğalgaz boru hatlarının yok edilmesiyle artık Avrupa’nın Rusya ile barışı tesis ederek en kısa sürede bu ülkeden doğalgaz temin etmesinin imkanı fiziksel olarak kalmadı. Barış yaparak enerji güvenliğini sağlamak isteyen ülkelerin önünde artık tek çıkar yol var. Ukrayna’ya daha fazla destek vererek bu savaşın “arzu edilen” şekilde tamamlanmasını sağlamak. Yani Avrupa, Rusya’dan yeniden hesaplı bir şekilde kömür, petrol ve doğalgaz almak istiyorsa savaşın kazanılmasının yanısıra Moskova’da “dost bir yönetimin” tesis edilmesi için de çaba göstermeli. Peki Almanya ve Fransa savaşa yeterince arzulu bir şekilde destek vermezse ne olabilir? Muhtemelen rafineriler, dolum tesisleri ve gemilerden kaynaklanan çeşitli aksaklıklar! nedeniyle ABD’den gelecek sıvılaştırılmış doğalgazda da sıkıntılar çıkacaktır. Artık gemileri yani boru hatları yanmış Almanya’nın Rusya’nın sahip olduklarını ele geçirmek isteyenlere yardım etmekten başka şansı var mı? 

Peki gelelim en can alıcı sorunun cevabını aramaya: Olağan şüpheli listesinde terazi kimden yana ağır basıyor? 

En olağan şüpheli ABD: İşte tecrübe işte başarı

Kuzey Akım boru hatlarına sabotajın düzenlendiği Baltık Denizi’nin ortalama derinliği 54 metre. En derin noktaları 459 metreye kadar iniyor. Bu anlamda Akdeniz ile mukayese edildiğinde ( ortalama derinlik bin 500 metre ) Baltık Denizi sığ bir deniz sayılabilir. Boru hatlarının havaya uçurulduğu Bornholm Adası çevresindeki deniz derinliği ise ortalama 92 metre. Günümüzde askeri denizaltılar 450 metreye kadar dalabiliyor. Ancak iş dalmakla bitmiyor. Bir de o derinlikte bir sabotaj operasyonunu yürütecek teknoloji ve insan kaynağına ihtiyaç var. 

Teorik olarak Rusya’nın bu teknolojilere sahip olduğunu kabul etsek de geçmişteki tecrübeler, batan denizaltılarındaki mürettebatı dahi kurtarmaktan aciz bir donanmanın bu işleri başaracak kabiliyeti olduğuna şüpheyle bakmamıza neden oluyor. Halbuki ABD açısından durum farklı. 

ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA ile Birleşik Devletler Donanması’nın Soğuk Savaş yıllarından bu yana deniz diplerinde operasyon yapmaya yönelik büyük bir hevesi ve bu hevesin tetiklediği başarılı operasyonları mevcut. Bu operasyonlardan iki örnek verirsek Baltık Denizi gibi bir alanda ABD için böyle bir operasyonun karmaşık bir mesele olmadığı anlaşılacaktır.

Operasyon Ivy Bells

Yıl 1971. ABD hükümeti Sovyetler Birliği’nin en doğusundaki Kamçatka Yarımadası ile Sovyet anakarası arasındaki Okhotsk Denizi’nin altında Sovyet donanmasına ait iletişim kabloları olduğu bilgisini edinir. Bu kablolar Kamçatka Yarımadası’ndaki Sovyet donanma üssü Petropavlovsk ile ana karadaki Vladivostok donanma karargahı arasında iletişimi sağlamaktadır. Okhotsk Denizi SSCB’nin karasularıdır ancak ABD’nin de Sovyet denizaltı teknolojisine dair bilgilere şiddetli ihtiyacı vardır. ABD donanması bölgeye USS Halibut denizaltısını gönderir. USS Halibut’un gövdesine bir de “derin deniz kurtarma aracı” eklenmiştir. 

USS Halibut denizaltısı
USS Halibut denizaltısı

Bu mini denizaltının taşıdığı dalgıçlar iletişim kablosunun 120 metre derinlikte geçtiği noktayı bulurlar ve buna 6 metre uzunluğunda bir dinleme sistemini eklerler.Amerikalılar bölgedeki faaliyetlerini bir aldatmacayla da beslerler. Sovyet donanması tarafından fırlatılan bir SS-N-12 ses üstü anti-gemi füzesinin enkazını aramak için orada oldukları bilgisini yayarlar. Hatta bu füzenin enkazını ele geçirmeyi de başarırlar. Bir yandan da iletişim kablosunu dinleme işi başarıyla ilerler. Amerikalı dalgıçlar her ay bölgeyi ziyaret edip kayıt cihazlarını yenilerler.

Operasyon kapsamında yerleştirilen dinleme cihazı.
Operasyon kapsamında yerleştirilen dinleme cihazı.

 Bu esnada şu da fark edilir:  Sovyetler kabloların güvenliğinden o kadar emindirler ki tüm iletişimi şifrelemeye gerek duymadan yapmaktadırlar. Operasyonun beklenmedik başarısı Amerikan istihbaratının dünyanın diğer denizlerinde tespit edilen Sovyet su altı iletişim kablolarını da dinleme cihazlarıyla donatmasını beraberinde getirir. 1981 yılına kadar ABD istihbaratı Sovyet nükleer denizaltılarına dair tüm bilgilere sahip olmuştur. Ta ki Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın eski bir çalışanı olan Ronald Pelton, Sovyetler’e bilgi sağlayana kadar.

1981 yılında Amerikan uyduları Okhotsk Denizi’nde bir grup Sovyet donanma gemisi tespit eder ve akabinde Amerikalı dalgıçlar dinleme cihazını anlamak için bölgeye indiklerinde artık cihaz yoktur. Operasyon ifşa olmuştur. Pelton, Operasyon Ivy Bells’e dair bilgileri yalnızca 5 bin dolara satmıştır. Amerikalılar bu bilginin Pelton tarafından SSCB’ye satıldığını ise 1985’te öğrenebildiler. Pelton’un Washington’daki Sovyet Büyükelçiliği’ndeki bağlantısı KGB Albayı Vitaly Yurçenko’nun taraf değiştirmesi bu hikayenin son halkası olur.

SSCB’yi ayakta uyutan operasyon: Project Azorian

Yine Pasifik Okyanusu’ndayız. Sovyet Pasifik donanmasına bağlı dizel elektrik motorlarıyla çalışan, balistik füze taşıyan K-129 denizaltısı 1968 yılının Mart ayında çıktığı sefer esnasında kaybolur. 83 mürettebatı bulunan denizaltıdan haber alınamamakta, daha vahim olan ise Sovyet donanması denizaltılarının kaybolduğu yeri belirleyememektedir. ABD donanması bölgedeki yoğun Sovyet donanma hareketliliğini fark ederek durumu incelemeye alır. ABD donanmasının sonar ve sismik tarama sistemlerinin kayıtları 8 ve 11 Mart 1968 günlerinde Pearl Harbor’un kuzeybatısında iki patlama olduğunu gösterir. Amerikalılar patlamaların olduğu yani K-129 denizaltısının battığını tahmin ettikleri yerle Sovyet donanmasının arama yaptığı bölge arasında yüzlerce deniz mili mesafe olduğunu fark ederler ve Sovyetleri uyandırmamak için tahmin ettikleri enkaz bölgesinden uzak dururlar. Bu noktada bir önceki hikayemizin kahramanı USS Halibut denizaltısı sahneye çıkar ve 20 Ağustos 1968 günü Sovyet denizaltısının enkazını okyanusun 4 bin 900 metre derinliğinde tespit eder. Denizaltıdan fırladığı anlaşılan iki Sovyet balistik füze başlığı ise 6 bin metre derinlikte görülür. ABD yönetimi, Sovyetlerin ruhu duymadan bir SS-N-5 Serb nükleer füzesini ele geçirme fırsatı bulmuştur. Peki füzeyi ve denizaltının enkazını şüphe çekmeden nasıl çıkaracaklardı? Dönemin ABD Başkanı Nixon, bir Jules Verne romanını andıran “Project Azorian”a onay verdi ve çalışmalar başladı.Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA bu operasyon için gemi inşa işine soyundu. 1972 yılında denize indirilen dönemin en büyük denizaltı sondaj ve araştırma gemisi USNS Hughes Glomar Explorer gemisi 350 milyon dolara inşa edildi. Bu gemiyi günümüz koşullarında inşa etmek istersek maliyetinin 2 milyar dolara yakın olduğunu belirtelim. 

USNS Hughes Glomar Explorer 
USNS Hughes Glomar Explorer 

ABD yönetimi geminin yapımını 4 yıl sabırla beklemişti. Gemi 1973’te hizmete alındı ve 1974 yılının yaz mevsiminde K-129 denizaltısının enkazının olduğu bölgeye ulaştı. Amerikalılar Sovyetlerin dikkatini çekmemek için bir deniz dibi madencilik çalışması süsü verdikleri operasyon neticesinde denizaltı enkazının önemli bir kısmına ve nükleer füzelere ulaştılar. Amerikan tarafı bu operasyonda Sovyet donanma kod kitapçıklarına, kod makinelerine ve diğer hassas bilgilere de ulaştıklarına dair iddiaları ne kabul ne de reddetti. Operasyon 1975 yılının Şubat ayında önce Los Angeles Times aracılığıyla dünyaya duyuruldu. Araştırmalar sırasında Amerikalılar, radyoaktif kirlenme neticesinde yaşamını yitiren 6 Sovyet denizcinin naaşlarına da ulaştı. Denizcilerin naaşları 1974 yılının Eylül ayında Hawaii’nin güney batısında düzenlenen özel bir törenle yeniden denize bırakıldı. Bu törenin görüntüleri 1992 yılında dönemin CIA direktörü Robert Gates’in Moskova ziyareti sırasında muhataplarına teslim edildi. 

Belki aradan geçen yıllarda Rusya ( Ukrayna sahasındaki askeri duruma bakınca ihtimal vermek zor olsa da) bu çapta deniz altı operasyonları için gereken teknoloji ve tecrübeyi biriktirmiş olabilir. Ancak eldeki bilgiler hala ABD’yi en güçlü olağan şüpheli olarak gözümüzün önünde tutmamızı gerektiriyor.

Kuzey Akım boru hatlarına düzenlenen saldırı bir başka boyutuyla, Türkiye’nin 2019 yılından itibaren ısrarla vurguladığı “Mavi Vatan” konseptinin önemine de işaret ediyor. Denizlerin artık yalnızca yüzeyinin değil, diplerinin de enerji ve iletişim güvenliği açısından daha dikkatli yaklaşılması gereken alanlar olduğunu göz önüne almalıyız

Tartışma