Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı’na dair öngörüler: AB’yle ilişkilerde yeni sayfa mümkün mü?
💢 Hakan Fidan'ın Dışişleri Bakanlığı, AB üyelik sürecine nasıl yansır?
💢 AB'yle ilişkilerde yeni sayfanın adı çok kutuplu dünya arayışı mı?
💢 Normalleşme taraflara ne katar?
28 Mayıs 2023’te düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin ikinci turunun Recep Tayyip Erdoğan’ın ezici zaferiyle neticelenmesinin ardından pek çok devlet başkanı, Erdoğan’ı arayarak tebrik etmiştir. 3 Haziran’da gerçekleşen Erdoğan’ın göreve başlama törenine de 22 devlet başkanı ve 13 başbakan olmak üzere 147 ülkeden üst düzey katılım sağlanmıştır.
Kuşkusuz bu durum, uluslararası politikada Türkiye’ye gösterilen ilginin ve Ankara’nın uzun yılların birikimi doğrultusunda uyguladığı başarılı politikaların saygınlığının somut bir göstergesi.
Bu süreçteki en dikkat çekici açıklamalar ise AB’den gelmiş durumda. Zira AB Konseyi Başkanı Charles Michel, attığı twit vesilesiyle Erdoğan liderliğindeki Türkiye’yle yeniden çalışmak için sabırsızlandığını dile getirdi.
Benzer bir şekilde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da Türkçe ve Fransızca twitler atarak Türkiye’yle farklı alanlarda birlikte çalışarak çeşitli zorlukların aşılabileceğini ifade etti.
Kuşkusuz Macron’un twiti büyük önem arz etmekte. Zira Fransızca twit, kendi iç kamuoyuna da Ankara’yla çalışılması noktasında verilen ciddi bir mesaj. Dahası Angela Merkel’in Almanya Şansölyeliği’nden ayrılmasının ardından AB içerisindeki liderlik mücadelesinde Macron liderliğindeki Fransa’nın ön plana çıktığı düşünüldüğünde, Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı döneminin Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sayfayı mümkün kılacağını öne sürmek abartılı olmasa gerek.
İlişkilerde Yeni Sayfanın Adı ya da Çok Kutupluluğun Ortak Paydası: Stratejik Özerklik
Bilindiği üzere Türkiye, güç merkezleri arasındaki dengeleri göz önünde bulunduran çok yönlü ve çok boyutlu bir dış politika anlayışıyla hareket etmekte.
Bir yandan Kuşak ve Yol Girişimi bağlamında Çin’le yakın ilişkiler kuran Ankara, diğer taratan enerji ve savunma boyutunda ve yakın çevresindeki krizler esnasında Rusya’yla yakın çalışmakta. Aynı zamanda önemli bir NATO üyesi, ittifakın en büyük ikinci ordusu.
Aslında Türkiye, her ulus-devlet gibi kendi çıkarlarına azami düzeyde ulaşabilme gayreti içerisinde tüm aktörler ve güç merkezleriyle karşılıklı çıkara dayalı yapıcı ilişkiler geliştirme çabası içerisinde.
Bu çok yönlü dış politika anlayışı, 16 Kasım 2001 tarihli Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı’na dayanmakta olup; nihai hedefi son derece net: Çok kutuplu dünyada bir kutup; yani güç merkezi olarak konumlanmak.
Bunun için de dış politikada stratejik özerkliğin güçlendirilmesi elzem. Gelinen noktada Türkiye'nin dış politikasının başında ise uzun yıllar MİT Başkanlığı yaparak bu stratejik özerklik arayışlarının en kritik operasyonlarını yöneten devletin sır küpü var.
Artık Dışişleri Bakanlığı ile MİT arasındaki koordinasyonun artacağı ve Ankara'nın diplomatik başarılarını taçlandıracağı söylenebilir. Elbette bunun AB'yle ilişkilere olumlu yansımalarının olması da kaçınılmaz.
Diğer taraftan AB’nin de her ne kadar NATO üyesi ülkelerden oluşan bir birlik olarak ABD’ye yakınlığı dikkat çekse de çok kutuplu dünyada bir kutup olmak istediği aşikar.
Esasen önceki ABD Başkanı Donald Trump döneminde NATO’da yaşanan savunma harcaması tartışmaları ve bu bağlamda gündeme gelen PESCO mevzusu da ABD’nin küresel liderliğinden AB’nin duyduğu rahatsızlığı yansıtmaktaydı.
Muhtelif gelişmeler, trans-Atlantik ilişkilerdeki çatlağı derinleştirdikçe, AB’nin stratejik özerklik arayışları da güçlenmiştir.
Hiç şüphe yok ki; bu arayışları en yüksek sesle dile getiren aktörlerin başında Macron gelmekte. Zira “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti.” şeklindeki çıkış, uluslararası politikadan bihaber olan insanların bile hafızasına kazınmış vaziyette.
Bu noktada 24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın konjonktürel olarak da olsa Amerikan hegemonyasını ve tek kutupluluğu pekiştirdiği vurgulanmalı. Zira tüm farklılıklara rağmen Moskova yönetimini hedef alan yaptırımlar ve Ukrayna’ya yapılan yardımlar noktasında yekpare bir Batı’dan bahsetmek mümkün.
Fakat savaş uzadıkça, Batı içerisindeki bölünmüşlükler de belirginleşmekte. Çünkü savaşın uzamasını ve bu vesileyle Batı içerisindeki liderliğinin pekişmesini arzulayan ABD’nin karşısında yavaş yavaş itiraz sesini dile getiren ve enerji krizinin de etkisiyle savaşı sona erdirecek arayışlara destek veren bir AB var.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 20-22 Mart tarihlerindeki Moskova ziyaretinde Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Pekin’in arabuluculuk çabalarının ön plana çıkmasının akabinde 5-7 Nisan’da Macron’un AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen’le birlikte Pekin’i ziyaret etmesi bundan kaynaklanmakta. Elbette Macron’un Çin ziyaretinin ardından Fransa’da verdiği röportajda Avrupa’nın stratejik özerkliğinden bahsetmesi tesadüf olmasa gerek.
Kısacası Türkiye ile özelde Fransa ve genelde ise AB, müşterek gelecek tahayyüllerini paylaşmakta. Bu hedef ise inşa sürecinde olan yeni dünya düzeninde kutup olarak konumlanma arzusuna dayanıyor.
Dahası Türkiye, halen Rusya ile Ukrayna’yı aynı masaya oturtmayı başarabilen tek aktör. Tahıl Koridoru’nun başarıyla işlemeye devam etmesi de bunun neticesi.
Yani gelinen nokta itibarıyla AB, uzun süre tenkit ettiği Türkiye’nin stratejik özerklik arayışına benzer yönelimler sergilemekte. Bu da Ankara-Brüksel hattında yeni bir sayfanın açılmasını gündeme getirmekte. Zaten konjonktür de bunu dayatmakta.
Normalleşme Taraflara Ne Katar?
Çok yönlü dış politika anlayışı çerçevesinde hareket eden Ankara’nın yönlerinden biri de hiç kuşkusuz AB. Dolayısıyla birlikle münasebetlerde yeni bir sayfanın açılması, her şeyden önce Türkiye’nin stratejik özerkliğini güçlendirecek.
Ancak mesele bununla sınırlı değil. Çünkü AB üyelik sürecinin yeniden gündeme gelmesinin mevzuatlar ve normlar boyutunda da Türkiye’nin bazı reformları hayata geçirmesine kapı aralayacağı öne sürülebilir.
Buna karşılık sürecin AB’nin stratejik özerkliğini de güçlendireceği aşikar. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın sona ermesini isteyen birlik, bu konuda tarafları aynı masa etrafında bir araya getirebilen tek aktörle yakınlaşacak.
Belki de Fidan'ın Suriye vb. kriz alanlarda Rusya'yla gerçekleştirdiği görüşmelerin birikimi AB'nin de beklentilerine uygun biçiimde Moskova-Kiev hattındaki diyaloğa yansıyacak.
Diğer taraftan Türkiye’nin doğrudan ve dolaylı yabancı yatırımlar noktasında güçlü demokrasisi ve hukuk standartlarıyla yatırımcılar açısından güvenli bir ülke olduğu ortada. Bununla birlikte yatırım ihtiyacı da açık.
Ekonomik veriler, Türkiye’nin yabancı yatırımcıya ihtiyacı olduğunu göstermekte. Oysa Türkiye, coğrafi yakınlık da göz önünde bulundurulduğunda, Asya’nın uzak ülkelerine kıyasla AB için çok daha uygun bir üretim üssü haline gelebilir.
Elbette bu durumun Türkiye’nin ekonomik tablosuna olumlu yansıyacağı, yeni istihdam olanakları yaratacağı ve refahın gelişmesine hizmet edeceği söylenebilir. Üstelik bu refah, ortak refaha da dönüşebilir. Zira Avrupalı firmalar hem kendilerine yakın bir coğrafyada üretim gerçekleştirebilir hem de Türkiye’nin gelişmiş insan kapasitesinden yararlanabilir. Bu da karşılıklı olarak kazan-kazan mantığıyla şekillenecek bir ilişki biçimi demek.
Öte yandan AB’nin Çin’le ilişkilerini devam ettirme arzusu ve Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından Kuzey Koridoru’nun tıkanmasından ötürü Orta Koridor’a olan ilgisinin artması gibi gelişmeler düşünüldüğünde, sürecin koridorlar boyutunda Türkiye’nin jeopolitik ve jeoekonomik önemini arttırmasına vesile olması ve Türkiye’nin Doğu ile Batı arasındaki köprü olma rolünü pekiştirmesi de ihtimal dahilinde.
Elbette Ankara’nın burada üsteleneceği rol, AB’nin hem enerji ve lojistik koridorlar boyutundaki beklentisini karşılayacak hem de Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’yle olan etkileşimini kolaylaştıracak. Bölgede yürütülen reform süreçleri ve Türk Devletleri Teşkilatı çerçevesindeki entegrasyon girişimleri düşünüldüğünde, AB’nin Türkiye’yle işbirliğinden kazanacağı çok şey olacağı söylenebilir.
Neticede seçimlerin ardından Türkiye ile AB arasındaki münasebetlerde yeni bir sayfanın açılması için uygun atmosfer oluşmuştur. Bu sürecin iki tarafın da kazanacağı bir ilişki şeklinde uygun olduğu ortadadır. Dolayısıyla Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin AB üyelik sürecinde dondurulmuş ve hiç açılmamış fasılların yeniden açılacağı üyelik sürecinin ivme kazanacağı bir döneme kapı aralayabilir. Dahası Fidan’ın bakanlığında istihbarat ile diplomasi arasındaki uyumun artacağı varsayılırsa, bu yeni sayfanın başarılı bir şekilde kaleme alınacağı da iddia edilebilir.