Foreign Policy: Erdoğan, Müslüman dünyasının liderliğini üstlendiği bir dönemi yaşıyor

Suriye'deki yönetim değişikliği Türkiye'ye benzersiz bir bölgesel nüfuz kazandırdı. Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, Müslüman dünyasının liderliğini üstlendiği bir dönemi yaşıyor.

1. resim

ABD'nin önde gelen yayın organlarından Foreign Policy'de, Suriye'de Esad rejiminin çökmesinin ardından yaşanan sürecin Türkiye açısından değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Türkiye'nin krizin başından bu yana, güvenlik ve mülteci başlıkları altında Suriye'de çözüme yönelik adımlar atmaya çalıştığı tespiti yapılan analizde, gelinen noktada ise yaşanan gelişmelerin Türkiye'nin her zaman istediği bölgesel nüfuzu kazandırdığı belirtildi.

Analizde ayrıca; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Esad'ın iktidarda olmadığı bir Suriye'nin geleceğini belirleme konusunda hakim bir konuma geldiği belirtildi.

İşte Foreign Policy'de yayınlanan analiz:

Suriye'deki yönetim değişikliği Türkiye Cumhurbaşkanı'na her zaman istediği bölgesel nüfuzu kazandırdı.

Türkiye'nin cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan görev döneminin başlangıcında, Türkiye'nin o zamanki başbakanı Beşar Esad'ın hamisiydi.

İki liderin arası, Esad'ın 2011'de başlayan ayaklanmaya karşı ordusunu harekete geçirmesi ve bunun sonucunda milyonlarca mültecinin Türkiye'ye akın etmesiyle bozuldu.

Erdoğan, Başkan Barack Obama ile Suriye konusunda anlaşamayınca, diğer seçeneklerini açık tutarak Suriye Milli Ordusu adında bir grubu destekledi ve Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) adını alan grubu da zımnen benimsedi.

SMO öncelikle Türkiye'nin yanı başında bir devlet kurmak isteyen Suriyeli gruplarla savaşmak için kullandığı bir araçtı. HTŞ ise ilk aşamada Rusya ve rejime karşı yararlı bir unsur olarak görünüyordu ama Rus silahları onları İdlib vilayetine hapsetti.

Erdoğan Esad'ın gitmesi gerektiğini ilan ettikten on yıl sonra, normalleşme arayışı için Şam'a elçiler göndererek adımlar atmaya çalıştı. Ancak Esad , bu girişimi geri çevirdi ve uzlaşmayı düşünmeden önce Türklerin güçlerini Suriye topraklarından çekmesini talep etti.

Zira; Erdoğan ve danışmanları bu iletişimin, Türkiye'de yaşayan milyonlarca Suriyelinin ülkelerine geri dönmesinin önünü açacağına inanıyordu.

Son gelişmelerin ardından ise Erdoğan şimdi kendisini, Esad'ın iktidarda olmadığı bir Suriye'nin geleceğini belirleme konusunda hakim bir konumda buldu.

Kendisini ve ülkesini Arap ve Müslüman ülkelerin doğal liderleri olarak gören Erdoğan'ın yeni Suriye düzenini şekillendirme fırsatının tadını çıkardığına şüphe yok.

Ancak Esad sonrası Suriye'de Türkiye'nin sahip olduğu tüm avantajlara rağmen Erdoğan'ın önemli zorluklarla karşılaşması muhtemel.

Bu sorunların başında Türkiye'nin ortakları olan HTŞ ve SMO geliyor.

Bu iki grubun, HTŞ'nin El Kaide ve DEAŞ'a uzanan kökleri de dahil olmak üzere sorunlu geçmişleri var.

Amerikan istihbarat kurumlarına göre DEAŞ, HTŞ lideri Ebu Muhammed El Colani'nin de liderliğini yaptığı El Nusra Cephesi'nin kurulmasında kritik bir rol oynadı.

Nitekim o dönemde ABD, BM, AB ve Türkiye HTŞ'yi bir terör örgütü olarak tanımladı.

Çeşitli izleme grupları ise SDG'nin Kürtlere, Yezidilere ve kadınlara karşı işlediği çok sayıda ağır insan hakları ihlaline dikkat çekti.

Halep'in ele geçirilmesinden bu yana haberlerin çoğu HTŞ'ye ve onun Şam'a doğru yürüyüşüne odaklandı. Bu dramatik olaylar yaşanırken, SDG ise Suriye'nin Kürt nüfusuna saldırıyordu.

Gelinen noktada Erdoğan için ikinci zorluk ise ideolojik.

Ankara, Suriye'nin yeni siyasi düzeninin inşasında neden diğer bölgesel ağır topların değil de Türkiye'nin ön plana çıkması gerektiğini ispat edebilir.

Türkler samimiyetsiz davranmıyor ve HTŞ lideri Colani, kontrolü el aldıktan sonra Esad rejimi nedeniyle ülkeyi terk eden mültecileri evlerine dönmeye teşvik eden ve tüm azınlıkların güvenliğini garanti eden etkileyici ve görünüşte güven verici bir mesaj yaydı.

HTŞ bu konuda, Halep'te ve diğer yerlerde sözünde durmuş gibi görünüyor.

Tartışma