Hindu faşistlerin yakıp yıktıkları camii yerine Hindu tapınağı açıldı
BJP’nin İslam karşıtı politikaları, Modi’ye bir dönem daha iktidar vadederken Müslümanlara zulüm ile dolu bir gelecek sunuyor.
Son yıllarda Batı’da artan aşırı sağ ve yükselen popülist milliyetçilik, İslam karşıtlığını da tetiklemiş vaziyette. Peki, İslam karşıtlığı bağlamında Müslümanları hedef alan saldırılar yalnızca Avrupa’da ya da ABD’de mi gerçekleşiyor?
Kuşkusuz bu sorunun yanıtı “hayır”. Gelin, Hindutva ideolojisinden yani faşizan Hindu milliyetçiliğinden bahsedelim. Esasen Hindutva hareketi, 1925 senesinde Keshav Baliram Hedgewar tarafından oluşturulan ve Hinduları “aryan ırk” olarak kabul eden hastalıklı bir yaklaşımdan besleniyor.
Dünyanın Hindutva milliyetçiliğinden haberdar olduğu 1992 yılında fanatik milliyetçi Hindular, Hint tanrılarından olduğuna inanılan Ram’in doğduğu kabul edilen Ayodhya’daki Babri Camisi’ne saldırmıştı. 1528 yılında yapılan ve Güney Asya'nın Ayasofya'sı olarak bilinen Babri Camisi’nin yıkılması, ilerleyen yıllarda Hindistan’da Müslümanlara yönelik artarak devam eden saldırıların gözle görülür bir boyut kazandığı ilk ciddi hadiseydi. Babür Şah'ın hayatta olduğu dönemde komutanlarından Mir Baki tarafından inşa edilen cami bölgedeki Müslümanlar için özel bir yere sahipti.
Müslümanları hedef alan saldırılar, son yıllarda kontrolden çıkmış vaziyette. Bu ırkçı faşizmin yükselişinde kilit rolü ise Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin liderliğindeki Hindistan Halk Partisi / Bharatia Janata Party (BJP) oynuyor. BJP, Hint milliyetçilerine bir “altın çağ” vadederken Hindistan’ın asıl problemi olan İngiliz sömürgeciliği dönemine dair kayda değer bir tepki göstermeden devletin ötekisi olarak Müslümanları görüyor.
Bahse konu olan durum, 1.4 milyarlık ülkede 172 milyon Müslümanın otomatikman “şeytan” olarak görülmesi anlamına gelmekte. Nitekim Modi hükümeti, yalnızca Hindistan Müslümanlarının değil, tüm İslam dünyasının tepkisini çekecek adımlar atmaktan çekinmeyerek Keşmir’in statüsünü değiştirmekten geri durmadı. Elbette bu durum, Hindutva ideolojisinin yükselişinin sadece Hint Müslümanları için değil, tüm İslam Dünyası için risk teşkil ettiğini gösteriyor.
Bu riskin Hindistan’da yaklaşan Nisan 2024 seçimleri öncesinde daha da tırmandığı görülmekte. Elbette bu durum, Modi liderliğindeki Hindistan’ın Müslümanlara nasıl bir gelecek vadettiğinin de habercisi. Zira 22 Ocak’ta Modi, 32 yıl önce Hindutva faşistlerinin yıktığı tarihi caminin yerine inşa edilen Ram Mandir tapınağının açılışını gerçekleştirdi. Oysa başta Modi olmak üzere BJP üyeleri, 2021’de tapınak inşaatı için yapılan temel atma törenine katılmamıştı. O dönemde BJP, Hindutvayı temsil ediyordu fakat bugün gelinen nokta seçimlerle birlikte Müslümanlara yönelik baskıyı artırmayı dünyadan saklamayan ve adeta meydan okuyan bir BJP realitesine işaret ediyor.
Dolayısıyla önümüzdeki süreçte zaten baskı altında olan Hindistan’daki Müslüman öğrencilere yönelik baskının daha da artacağı öngörülebilir. Buna ülkede hedef haline gelen 1.182 cami de dahil. Keşmir konusunda atılacak provokatif adımların artacağını da öne sürmek mümkün.
Öyleyse sorulması gereken soru şu: Modi’nin iç siyasete oynayan popülist milliyetçilik anlayışı, Hindistan’ın büyük güç olma idealine darbe vurmuyor mu? Her şeyden önce Hindistan, Mahatma Gandhi ve Jawaharlal Nehru’nun bağlantısızlık anlayışına dayalı bağımsızlıkçı geleneğinden beslenen bir geleneğe sahip.
Söz konusu geleneğin yansıması olarak Hindistan, çok kutuplu dünyada bir kutup olarak konumlanma arayışında. Bunu da güç merkezleri arasındaki dengeleri gözeten çok boyutlu ve çok yönlü diplomasi arayışıyla yürütüyor.
Nitekim Yeni Delhi yönetimi, bir yandan ABD’nin “Özgür ve Açık Hint – Pasifik” stratejisinin kritik bir parçası olarak QUAD’da yer alıp; ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisinde yer alırken; diğer taraftan da Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS gibi uluslararası platformlarda Rusya ve Çin ile birlikte Amerikan hegemonyasına karşı çok kutupluluk arayışlarını savunuyor.
Gelmek istediğimiz nokta şurası: Bölgesel hedefleri ve küresel bir vizyonu olan Hindistan’da Modi yönetimi, Hindutva ideolojisinden beslenen Müslüman karşıtı ve İslam düşmanı politikasıyla Hindistan’ın hedeflerini baltalamıyor mu? Demografik anlamda iç karışıklıklar yaşamaya müsait bir ülke olan Hindistan’da BJP, Müslüman karşıtı politikalarla ülkenin ahengine zarar vermiyor mu? İç politikada istikrarlı olmayan bir Hindistan’ın dış siyasette başarılı olması mümkün mü?
Sonuç olarak BJP’nin İslam karşıtı politikaları, Modi’ye bir dönem daha iktidar vadederken Müslümanlara zulüm ile dolu bir gelecek sunuyor. Üstelik Modi, bu faşist politikalarla içerideki iktidarını pekiştirse de bir yandan ülkesini iç karışıklıklara ve kaosa götürüyor; diğer taraftan da Hindistan’ın uzun yıllar boyunca ilmek ilmek işlediği dış politika anlayışını uçurumun kenarına sürüklüyor. Ram Mandir tapınağının açılışı da bunun somut bir göstergesi.