gdh'de ara...

İran nükleer programında bir eşiği daha aşabilecek mi?

💢 İran'ın nükleer nükleer silah üretme seviyesine yaklaştığı iddiaları günlerdir uluslararası kamuoyunun gündeminde.

💢 Nükleer silah çabalarında Irak, Libya ve Suriye’nin ortak kaderleri göz önüne alındığında İran'ın kritik bir eşikte olduğu aşikar.

1. resim

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan 1 ay önce sızan, İran’ın elinde yüzde 60 oranının üzerinde saflaştırılmış uranyum bulunduğuna dair iddialar içeren haberler bu hafta yeniden tartışma konusu oldu. İddialara göre İran yüzde 84 seviyesinde uranyum saflaştırmayı başardı. Nükleer bir silah için gereken saf uranyumun oranı ise yüzde 90.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın raporu, gündemde normalden daha fazla yer buldu. Bunda, ABD Savunma Bakanlığı yetkilisi Colin Kahl’in ABD Kongresi Silahlı Hizmetler Komitesi’nde 28 Şubat’ta yaptığı açıklama etkiliydi. Kahl, İran’ın bu şartlar altında nükleer silah için gereken yüzde 90 saflıkta uranyum seviyesine 12 gün içerisinde ulaşacağını iddia etti.

Benzer bir açıklama ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’nın Direktörü William Burns’ten 25 Şubat Cumartesi günü CBS televizyonuna verdiği röportajda da gelmişti. Burns, İran’ın yüzde 90 saflıkta uranyuma ulaşmasının haftalar içerisinde mümkün olabileceğini ifade etmekle beraber, ABD’nin elinde Tahran’daki liderlerin henüz bu yönde bir karar aldıklarına dair bilgi bulunmadığını hatta bunu yapabileceklerine inanmadıklarını söylemişti.

Bütün bu karmaşanın içerisinde İran Atom Enerjisi Ajansı’nın yaptığı açıklamalar boşlukta yankılandı. İranlı yetkililer yüzde 84 oranındaki uranyumun mikroskopla dahi görülemeyecek kadar ufak bir parçacık olduğunu ve uranyum üretiminde depolanan malzeme miktarının önemli olduğunu anlatmaya çalışsalar da bu çaba uluslararası toplumda karşılık bulmadı. İranlı yetkililere göre ülkelerinin elindeki depolanmış uranyumun saflık oranı yüzde 60’dı ve bu Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı müfettişleri tarafından da onaylanmıştı.

Biraz geriye gittiğimizde ise manzara daha karmaşık bir hal alıyor. İran’ın yüzde 84 saflaştırılmış uranyuma sahip olduğu bilgisini uluslararası toplumla ilk paylaşan Bloomberg basın kuruluşuydu. Bloomberg’in 19 Şubat’ta ismini açıklamadığı iki üst düzey diplomata dayanarak verdiği haberde, bu bilgiye İran’ın tesislerinde inceleme yapan müfettişler tarafından ulaşıldığı iddia ediliyordu. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, Bloomberg’in haberiyle ilgili yorum yapmadı. Ancak Ajansın 3 ayda bir yayımladığı ve İran’ın nükleer programına ilişkin gelişmelerin yer aldığı 28 Şubat tarihli raporda ilginç bir nokta vardı. Rapora göre 21 Ocak’ta İran’ın yer altı nükleer tesisi Fordo’yu teftiş eden müfettişler IR-6 santrifüjünün beyan edilenden önemli ölçüde farklı yapılandığını tespit ederek burada alınan numunelerde yüzde 83,7’ye varan saflıkta uranyum parçacıklarına rastlandığını belirlediler.

UAEA, İran Atom Enerjisi Kurumu, ABD Savunma Bakanlığı ve ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’nın yaptığı açıklamalara baktığımızda, manzara 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde yaşanan gelişmeleri anımsatıyor. ABD yönetimi, Birleşmiş Milletler Silah Denetçilerinin Irak’taki çalışmalarının engellendiği yönündeki iddialarını savaş kararına gerekçe olarak kullanmıştı. Saddam Hüseyin yönetimi bazı denetçilerin casusluk yaptığını ve savaşı kışkırttığını iddia etmiş, ancak Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu kanısı ABD tarafından uluslararası topluma kabul ettirilmişti. Irak işgal edildikten sonra ortaya çıkan gerçek ise bu ülkede ne bir kimyasal silah tesisi ne de stoğu bulunmadığı yönündeydi.

Irak’ta yaşanan tecrübe ışığında, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan ismi belirsiz diplomatların basına bilgi sızdırmalarını, İranlı yetkililer ile UAEA’nın söylemleri arasındaki uyumsuzlukları ve ABD yönetiminden bürokratların olası bir çatışmayı kışkırtacak yöndeki açıklamalarını, kapıdaki yeni bir savaş olarak yorumlamak mümkün. Bu arada şu ayrıntının da üzerinde durmak lazım. İran iddia edildiği gibi 12 gün içerisinde yüzde 90 saflıkta uranyum üretse bile bunu kullanacağı bir silah geliştirmesi için en az 2 yıla daha ihtiyacı var.

İran’ın, Ukrayna ile savaştaki Rusya’ya temin ettiği kamikaze dronlar karşılığında Su-35 savaş uçakları hatta S-400 füze savunma sistemleri alacağı yönündeki haberler de bölgede başlama ihtimali yüksek potansiyel yangına benzin taşıyor.

İran, sivil amaçlı nükleer programına 1957’de ABD desteğiyle adım attı. 1970’li yıllara gelindiğinde İran Şahı Rıza Pehlevi ülkesinde 20’den fazla nükleer reaktör kurmak için harekete geçti. ABD’nin desteklediği bu projelere Federal Alman şirketi Siemens AG’nin bünyesindeki Kraftwerk Union da dahil oldu. 1975’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ile İran Atom Enerjisi Kurumu arasında İranlı nükleer mühendislerin eğitimi için anlaşma dahi imzalandı. Ancak 1979’daki devrim, süreci akamete uğrattı, İran’ın nükleer programı dondu.

1990’lı yıllarda Tahran yönetimi nükleer programını canlandırmak için teşebbüslerde bulunsa da o yıllarda ABD ile balayı yaşayan Çin Halk Cumhuriyeti önce adım attığı bu projelerden çekilmek zorunda kaldı.

1995’te Buşehr nükleer santrali projesini terk etmiş olan Almanya’nın yerini Rusya aldı. Ancak santralin faaliyete geçmesi 2011 yılını buldu. Bu tarihten sonra da santral için gereken yakıtın temini için zorlu bir mücadele başladı. 2015 yılında İran’ın nükleer programını verimli bir şekilde ve gözetim altında yürütmesi için varılan anlaşma da uzun ömürlü olmadı. 2018 yılında dönemin ABD Başkanı Trump anlaşmadan çekilince yeniden başa dönüldü.

İran’dan önce nükleer silah sahibi olmaya çalışan Irak, Libya ve Suriye’nin ortak kaderleri gözden kaçırılmamalı. Her üç ülke nükleer projeleri sırasında ya ABD’nin ya da İsrail’in hava saldırılarına hedef oldular. Ve bu üç ülkeden ikisinde nükleer silah sahibi olmaya çalışan liderler devrilerek öldürüldü. Suriye’de ise iç savaş devam ediyor. Keza İran’ın nükleer programında çalışan çok sayıda bilim insanı da suikastlara kurban gitti, Buşehr nükleer santrali siber saldırılara hedef oldu. İsrail’i hasım olarak kabul eden ülkelerin nükleer silaha ulaşma ihtimalinin bir şekilde ortadan kaldırıldığı dikkate alındığında İran üzerinde de benzer askeri yöntemlerin uygulanacağını düşünmek için falcı olmaya gerek kalmıyor.

Yine de bugüne kadar nükleer enerjiye ulaşma yolunda karşısına çıkan engelleri aşmayı başaran İran’ı 2023 yılında zorlu bir sınavın beklediği anlaşılıyor. Tahran yönetimi UAEA’nın son raporuyla beraber gelişen provokasyon iklimini de geride bırakmayı başarırsa, yalnızca nükleer programında değil, rejimi ayakta tutma yolunda önemli bir eşiği aşmış olacak.

Mehmet Kancı

Tartışma