İsveç'in NATO üyeliği ve F-16 onay sürecinin dinamikleri
İsveç ve F-16 süreci bir zafer mi yoksa bir başarısızlık mı? İşte İsveç'in NATO üyeliği ve F-16 onay sürecinin dinamikleri...
Türkiye, tam olarak 20 ay süren bir sürecin ve zorlu geçen müzakerelerin ardından İsveç'in NATO üyeliğini onayladı. Bu onaydan sadece 48 saat sonra ise, Türkiye'nin ABD'den uzun süredir talep ettiği F-16 savaş uçakları ve modernizasyon kitleri ile ilgili anlaşma sonuçlandı.
Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini onaylaması ve F-16'lara dair ABD ile yapılan anlaşmanın yankıları ise devam ediyor.
Zira; ortaya çıkan tabloyu bir zafer olarak algılayan çevreler olduğu kadar, hem süreci hem de sonucu eleştiren çevreler de bulunuyor.
Peki bu süreç, bir zafer mi yoksa bir başarısızlık mı?
Ya da daha doğru bir kalıp ile sormak gerekirse; sürecin bir zafer ya da başarısızlık olarak yorumlanması doğru mu?
2022 yılının Şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, dünyadaki çok sayıda dengeyi değiştirdiği gibi dünyadaki güvenlik algılarını ve ülkelerin güvenlik yaklaşımlarını da değiştirdi.
İşgalin ardından on yıllardır güvenlik anlamında “tarafsızlık” yaklaşımları ile tanıdığımız İsveç ve Finlandiya, sürdürdükleri politikalarına nokta koyarak NATO’ya katılım için başvuru gerçekleştirdiler
Stokholm ve Helsinki’nin NATO üyeliklerinin onaylanması için, ittifaka üye olan 30 ülkenin de bu kararı parlamentolarından geçirmesi gerekiyordu. Nitekim başvurudan sadece 3 ay sonra Türkiye ve Macaristan dışında 28 NATO üyesi, ülke meclislerinden kararı geçirerek iki ülkenin NATO üyeliğini onayladı.
29 Haziran 2022’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ve İsveç Başbakanı Magdelena Andersson, NATO Liderler Zirvesi öncesinde NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in ev sahipliğinde bir araya geldi ve görüşmelerin ardından bir üçlü memorandum metni imzalandı.
Türkiye burada yayınlanan memorandum ile İsveç'ten;
- İsveç'in Türkiye'ye uygulanan savunma sanayi amborgalarını kaldırılmasını,
- İsveç'in, PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerinin faaliyetlerine ilişkin terörle mücadele yasaları çıkarmasını ve,
- İsveç'in, PKK ve bütün uzantılarının para toplama ve eleman devşirme faaliyetlerine yönelik önlemler almasını talep etmişti.
Anlaşmanın ardından ilk olarak İsveç, Türkiye'ye uygulanan savunma sanayi ambargosunu kaldırdı.
İsveç, ikinci olarak yeni bir terör kanununu İsveç Parlementosu'nda kabul etti ve bu karar, 1 Haziran 2023 itibarı ile İsveç'te yürürlüğe girdi. Bu şekilde memorandumda taahhüt edilen ilk iki madde ile ilgili İsveç tarafından adımlar atılmış oldu.
Bu kanun doğrultusunda İsveç, üçüncü madde doğrultusunda PKK'ya finansman sağlayan yapılanmalar hakkında da adımlar atmaya başladı.
İsveç'te ilk olarak Haziran 2023'de, terör örgütü PKK'ya finansman sağlayan 3 kişi hakkında iddianame hazırlandı ve bir kişi Türkiye'ye iade edildi. Yani memorandumda yer alan diğer madde için de adım atıldı.
Ayrıca İsveç bütçesinden resmi olarak Suriye’deki PYD’ye verilen maddi destek de sonlandırıldı.
Bu adımların ve 20 ay içerisinde yapılan toplam 9 toplantının ardından Türkiye, geçtiğimiz hafta İsveç'in NATO üyeliğini onayladı ve resmi bildirimi gerçekleştirdi.
Bu noktada, İsveç''in “kağıt üzerinde adımlar attığı ve aslında gerekli hassasiyeti göstermediği” yönündeki eleştiriler de yapılmaya başlandı.
Bu eleştirilerin tartışılabilir tarafı olmakla birlikte, sürecin bir “başarısızlık” olarak tanımlanmasının da gerçekleri görmemek/görememek olduğunu belirtmek gerekiyor.
Zira; Türkiye 20 aylık bu süreçte, başka bir ülkenin terörle mücadele yasasını değiştirtecek kadar etkin bir politika izlemiş, Türkiye için çok önemli olan ve savunma sanayi üretimini sekteye uğratan yaptırımları ortadan kaldırmış, NATO'daki vazgeçilmez ağırlığını teyit etmiş ve KAAN gibi projeler hayata geçene kadar, ihtiyacı olan F-16 uçaklarını ve modernizasyon kitlerini garanti altına almıştır.
Üstelik Türkiye bunu, ABD'nin ve İsveç'in tüm iç dinamiklerine rağmen gerçekleştirmiştir.
On yıllardır; terör iltisaklı olarak Türkiye'den kaçan neredeyse her 10 kişiden 7'sinin gittiği ve vatandaşlık aldığı İsveç'te terörle mücadele yasası değiştirmek ve Türkiye karşıtı tüm kampanyalara ve kongre blokajına rağmen ABD'den istediğini alabilmek, kesinlikle bir dış politika başarıdır.
Bundan sadece 1 yıl önce, İran asıllı ve PKK sempetizanı bir İsveç milletvekili olan Amineh Kakabaveh’in, sadece tek bir oy ile İsveç’te başbakanlık koltuğunu değiştirecek bir noktada bulunması, İsveç'e aldırılan bu kararların ne kadar kritik olduğunu gösteren en bariz örnekler arasındadır.
Yani ABD kongresindeki etkin lobilere ve İsveç parlamentosunda dengeleri alt üst eden bu terör uzantılarına rağmen, gelinen noktayı küçümsemek akla yatkın değildir.
Yani; İsveç ve ABD'nin içerisinde onyıllardır oluşan bu dengeleri gözardı ederek, sadece 20 ay içerisinde İsveç'teki terörün “tamamen bitmesini bekleyenler” ya gerçekleri görmek istememekte ya da iktidar ve Türkiye düşmanlığı ile art niyetli hareket etmektedir.
Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliği süreci boyunca, meseleyi sadece İsveç ile değil, ABD ile de müzakare etmesi, hatta ABD'nin en üst düzey isimlerinin bu süreci bir “pazarlık” noktasına getirmesi de Türkiye'nin sadece bölgesinde değil, aldığı kararlar ile uluslararası dengelerde etkisinin gözardı edilemeyeceğini ortaya koymuştur.
GDH için süreci değerlendiren Ankara Hacı Bayram Üniversitesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Şuay Nilhan Açıkalın;
“F-16 meselesi uzun süredir, Türkiye ve ABD ilişkilerinde yapısal bir sorun haline gelmişti. Bu meselenin çözüme kavuşması, sadece anlık bir gelişme olmamakla birlikte, Türk-Amerikan ilişkilerinde bir sorunun daha ajandadan eksilmesini sağlamıştır.
Elbette teslimat orta ve uzun vadeye yayılmış olsa da, ikili ve çok taraflı ilişkilerin özellikle de NATO bağlamında önemli olduğunu belirtmek gerekiyor.”
ifadelerini kullandı.
ABD ile F-16 anlaşmasını GDH'a değerlendiren gazeteci ve yazar Ceyhun Bozkurt ise;
“ABD, sözünü tutmamaklar ünlü bir ülke. Zira, F-35 örneği de ortada. Milli Muharip uçağımız KAAN tamamlanana kadar benzer süreçler yaşayabiliriz.
Ancak Türkiye, hava kuvvetlerinin ihtiyaçları ve kendi çıkarları doğrultusunda bir süreç işletti.”
açıklamasında bulundu.
Türkiye süreç boyunca, İsveç ve ABD içerisindeki dengelere ve NATO içerisindeki tüm baskılara rağmen bağımsız yaklaşımını sürdürmüştür.
Diğer yandan, ABD'nin zaten geçtiğimiz aylarda İsveç ile bir güvenlik anlaşması imzaladığı ve zaten NATO üyeliği olmasa bir İsveç'te 25 farklı üsse bu anlaşma ile konuşlanma hakkına ulaştığını gözardı etmemek gerekir.
Türkiye, alması gerekeni bilen bir yaklaşım ile dengeleri ve kendi çıkarlarını gözeten bir politika izlemiştir.
Sonuç olarak, tüm eleştirilere rağmen; Türkiye'nin, özellikle Rusya'nın Ukrayna'ya işgali ile değişen küresel gerçeklikte aldığı roller, “önce Türkiye” diyen ve kendi çıkarlarını önceleyen dış politika yaklaşımı ve etkiye karşı tepki değil, etki üreten politikaları ile geldiği nokta dikkat çekicidir.
Yaşanan süreç, gerek bölgesel gelişmeler hakkında, gerek uluslararası oluşumların gelececeği hakkında, gerekse de küresel dengeler minvalinde, Türkiye'nin belirleyici bir güç olduğunu ortaya koymuştur.