Japonya’da kendilerini mumyalayan keşişlerin esrarı
Yamagata’nın kutsal dağları, yaşam ve ölüm arasında derin bir meditasyon halinde olduklarına inanılan 13 sokushinbutsu’ya ev sahipliği yapıyor.
Tapınağın içine yerleştirilmiş, bir adamın iskelet yapısı meditasyon pozisyonunda duruyor; parlak rahip cüppesinin altında bacakları bağdaş kurmuş, kemikli elleri ise üst üste duruyor. İnce, kösele gibi derisi vücudunun görünen kısmı boyunca uzanıyor.
İlk bakışta akla tek bir kelime geliyor: mumya. Ancak Japonya’daki münzevi Budist uygulamalarına inananlar için bu, mumyalanmış bir insandan çok daha fazlası.
O, kendisini yaşam veya ölümün sınırlarının ötesine yerleştiren derin bir meditasyon durumuna ulaşmış bir sokushinbutsu -“yaşayan” veya “anlık” Buda.
Bunu yapmak için, kendi kendine mumyalama ile sonuçlanan bir dizi titiz münzevi uygulamaya girişmişti.
Diğer sokushinbutsu tapınakları Japonya’nın dört bir yanında bulunabilir; fakat bilinen sokushinbutsu’ların yarısından fazlası Yamagata vilayetindeki kutsal dağların çevresinde yer alıyor.
Bu uygulama nasıl ortaya çıktı ve neden bu kadar çok kişi sokushinbutsu olmayı seçti? Bu, Japonya’nın kendi kendini mumyalayan keşişlerinin gerçek hikayesi.
Nasıl Sokushinbutsu Olunur?
Bu uygulama, kökleri eski mistisizm, şamanizm ve dağa tapmaya dayanan Shugendo adlı ezoterik Japon Budizm mezhebiyle bağlantılı.
Kyushu Üniversitesi’nde Japon dinleri ve Budist çalışmaları alanında doçent olan Caleb Carter, “Shugendo; kabaca ‘özel güçler geliştirme yolu’ olarak tercüme edilebilir.
İddiaya göre bu güçler, dağlarda dondurucu şelaleler altında yıkanmak, mağaralarda meditasyon yapmak ve uzun süreli inziva dönemlerinde ciddi diyet kısıtlamaları uygulayan Budist rahipler tarafından elde ediliyordu.” diyor.
Sokushinbutsu’nun doğuşu, kayıtlı bilgilerin ve efsanelerin bir karışımından oluşuyor.
Rivayete göre, keşiş Kōbō Daishi Çin’de ezoterik Budizm eğitimi almış ve öğrendiklerini önce Yamagata’daki Yudano Dağı’na, ardından Wakayama vilayetindeki Kōya Dağı’na getirerek Shugendo ve Japonya’daki diğer ezoterik Budizm formları üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştı.
Efsaneye göre Kūkai ilk sokushinbutsu’ydu ve halen Kōya Dağı’nda derin meditasyon halinde yaşıyor. Sokushinbutsu ve kutsal dağlar arasındaki bağlantı, yaşayan bir buda olma yolunda bir geçiş noktası olmaya devam ediyor.
Carter, “Dağların uzun zamandır yerel tanrıların, şeytani güçlerin, uğurlu ejderhaların, hatta buda ve bodhisattvaların meskenleri olduğuna inanılıyor” diye açıklıyor.
Diğer uygulayıcılar ve adanmışlar gibi, sokushinbutsu olmayı hedefleyenler de “kendi bölgelerinde ustalaşmak, doğru ritüel bilgilerini almak ve tanrılarıyla başarılı bir şekilde kaynaşmak, hatta bu süreçte tanrı olmak için” bu kutsal yerlere gittiler.
Her keşişin sokushinbutsu olmaya yaklaşımı farklıydı. Genel olarak, tapınaklardan veya din okullarından birine üye olduktan ve dindar bir yaşam sürdükten sonra, bu aydınlanma biçimine ulaşmayı seçen keşiş inzivaya çekilirdi.
Tahıllardan uzak durmaya odaklanan bir beslenme planına katılırlardı. Bazıları için bu, bin veya birkaç günlük bir süre boyunca yalnızca ağaç kabuğu, çam iğnesi, çam kozalağı, tohum, kestane ve hatta taş ve kristal yemek anlamına geliyordu.
Tarihin büyük bir bölümünde kadınların kutsal dağların zirvesi de dahil olmak üzere pek çok kutsal alana girmesine izin verilmediği için bilinen kadın sokushinbutsu yok. Günümüzde ise bu kurallar değişti ve Japonya’daki çeşitli Budist mezheplerinde çok sayıda kadın rahip bulunuyor.
Keşişler oruç tuttuktan sonra kendilerini yeraltındaki bir taş odaya ya da bir tabuta gömer ve ölene kadar dualar okurlardı. Bazıları üç yıl boyunca yeraltında kaldı, daha sonra tapınağa yerleştirilmeden önce korunmuş bir halde mezardan çıkarılırdı.
Diğerleri ise ölümlerinin hemen ardından mezardan çıkarılıp odun kömürü ve tütsü dumanı kullanılarak kurutulduktan sonra yeniden gömülür ve tapınaklara yerleştirilmeden önce üç yıl boyunca yeraltında bırakılırdı.
Tarih boyunca kaç tane sokushinbutsu olduğu net değil. Kendi kendini mumyalama süreci öyle bir süreç ki, kaç keşişin bunu denediğini ve başarısız olduğunu, korunmamış bedenlerinin çürümeye ve yok olmaya terk edildiğini bilmenin bir yolu yok.
Ancak 1960’larda, bölgedeki sokushinbutsu’yu yeniden keşfettikleri ve inceledikleri için itibar kazanan Japon araştırmacılar, fiziksel kalıntıları artık mevcut olmayan diğerlerinin yazılı kayıtlarıyla birlikte 21 tanesini belgeledi.
Sokushinbutsu’nun en yüksek konsantrasyonu (toplamda 21 tanesinden 13’ü), Haguro Dağı ve Gassan Dağı ile birlikte kutsal Dewa Sanzan’ın bir parçası olan Yudano Dağı çevresindeki tapınaklara dağılmış Yamagata vilayetinde yer alıyor.
Uygulamaları akıl almaz derecede aşırı görünse de sokushinbutsu, fiziksel efor ve dayanıklılık gerektiren diğer münzevi eylemleri de içeren daha geniş bir dini çerçevenin parçası olarak varlığını sürdürdü.
Bugün hala festivallerde, tapınaklarda ya da kutsal mekanlarda sıradan bir insan olarak ateş yürüyüşü, çıplak ayakla kılıç merdiveni tırmanma ve soğuğa dayanıklılık gibi münzevi eylemlere katılabilirsiniz.
Benzer eylemler Hindistan’da uygulanan Taoizm ve Budizm’de de mevcut ve her ikisi de Shugendo’nun tarihsel gelişimini etkiledi.
Çoğu kişi için fiziksel olarak zor ve genellikle acı veren bu eylemlere katılmak zihni ve ruhu odak noktasına çekiyor.
Başkalarının Yararı İçin Sokushinbutsu Olmak
Dewa Sanzan sokushinbutsu’ların en eskisi, 1683 yılında derin meditasyona giren Honmyokai idi. Aslen feodal bir lordun hizmetkârı olan Honmyokai’nin, lordunun ölümcül bir hastalıktan kurtulması için dua etmek üzere bir Yudano din okuluna katıldığı söyleniyor.
Kendisi, Ssokushinbutsu olmak için inzivaya çekilerek yaşamaya başlamış ve yaklaşık on yıl boyunca çam iğnelerinden oluşan münzevi bir diyet uygulamıştı.
Ölmek üzereyken taştan bir odaya girdi ve ölene kadar dua okudu. Sokushinbutsu’yu inceleyen ilk araştırmacı ekibinin bir parçası olan folklorist ve araştırmacı Ichiro Hori, Honmyokai’nin arzusunun insanları acı ve hastalıklardan kurtarmak olduğunu belirtiyor.
Dewa Sanzan sokushinbutsu’larının en tanınmışı, 1829 yılında sokushinbutsu olan Tetsumonkai idi. Köken hikayesi kaynağa bağlı olarak biraz farklılık gösterse de, genellikle iki samurayı öldürdüğüne ve bir tapınağa kaçarak münzevi bir hayata başladığına inanılıyor.
Ayrıca kuzey Japonya’yı dolaşarak ruhani rehberlik ve hatta şifalı bitkiler konusundaki bilgisi sayesinde tıbbi destek sağladı. Honmyokai gibi Tetsumonkai’nin hikayesinde de fedakarlık teması işleniyor.
Edo döneminde, gözlere saldıran bir hastalık yayılarak salgın haline geldi. Hori’ye göre, Tetsumonkai’nin hastalıktan muzdarip olanları kurtarmak için Yudano Dağı tanrılarına adak olarak kendi gözlerinden birini oyduğu iddia ediliyor.
Tetsumonkai, kendisinden önce gelenlerin izinden giderek oruç tuttu ve derin bir meditasyona girerek Churen-ji Tapınağı’nda kutsal bir Buda haline geldi.
Hikayeleri zaman içinde kaybolan pek çok sokushinbutsu var. Her birinin kendine özgü, kişisel nedenlerle bu süreçten geçmeye karar verdiğine dair kayıtlar mevcut.
Bununla birlikte, süreç genellikle bir bireyin, bir köyün veya genel olarak toplumun yararına olacak şekilde özgecil nedenlerle yapılıyor.
Bu nedenle sokushinbutsu olmanın mantığı sadece kendi iyiliği için değil, daha ziyade uygulayıcının hem ölümlü yaşamları boyunca hem de yaşayan Budalar olarak öbür yaşamlarında başkaları için başarabilecekleri için.