Kuşak – Yol Projesi: Ortak refah arayışı mı yoksa borç tuzağı mı?
Ekonomik nüfuzu siyasi güce devşirmeye çalışan Çin, askeri anlamda da etkinlik arayışı içerisinde. Borç tuzağı diplomasisi ise tam olarak bu amaca hizmet ediyor.
Nursultan Nazarbayev Üniversitesi’nde 2013 yılında açıklanan Kuşak – Yol Projesi, 10 yılı geride bırakarak 11. senesine girdi. Proje, bu süre zarfında 155 ülkenin katılımıyla devasa bir etki alanına ulaştı. Pek çok devlet, Kuşak – Yol Projesi kapsamında hayata geçirilen altyapı projelerini kendi refahlarına hizmet eden bir girişim olarak görüyor ve fırsata çevirmeye çalışıyor.
Unutulmaması gereken husus ise Çin’in böylesi devasa bir projeye olağanüstü meblağlar ayırmasının nedeninin küresel ticaret sistemini kontrol etmek istemesinden kaynaklanıyor olması. Zira Pekin yönetimi, 1970’li yıllarda pin-pon diplomasisiyle başlayan kapitalizme eklemlenme sürecinin “barışçıl kalkınma” ve “büyük Çin mucizesi” gibi söylemlerle desteklemiş ve kendisine “seni kapitalizmin meyveleriyle ödüllendireceğiz” vaadinde bulunanların beklentilerini aşacak nitelikteki başarılı bir noktaya ulaştığını düşünüyor. Bu da halihazırda dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olan ve 2032 yılı itibarıyla en büyük ekonomi vasfına ulaşacağı düşünülen Çin’in ekonomik nüfuzunu siyasi nüfuza dönüştürme çabasını da beraberinde getiriyor. Buna hegemonik güç olma çabası da denilebilir. Hegemonyanın ön koşulu ise diğer devletlerin hegemonik gücün liderliğine rıza göstermesi.
“Rıza + Güç = Hegemonya” şeklinde formüle edilen yaklaşıma göre, bir devletin hegemon güç konumuna ulaşabilmesi için var olan uluslararası sistemi ayakta tutabilecek güçte olması; fakat bu gücü daha çok yumuşak güç unsurlarıyla diğer aktörlerin rızasını kazanarak kullanması gerekmekte. Çin de Kuşak – Yol Projesi vesilesiyle küresel ticaret sistemine hâkim olmak ve buna bağlı olarak da ekonomik nüfuzunu siyasi nüfuza dönüştürmek istemekte.
Açıkçası Çin, küresel liderlik arayışında. Bu siyasi hırsları olan bir proje. Projeye iştirak eden devletler ise ekonomik kazanımlarını artırma arzusu içerisinde. Bu bağlamda devletler, Çin’in uzun vadeli ve düşük faizli kredilerini ve sağladığı hibeleri önemsiyor.
Farkında olunması gereken husus ise uzun vadeli krediler vesilesiyle devletlerin Çin’e borçlandığı. Nitekim bilhassa Batılı literatürde Çin’in ülkeleri borç tuzağının içine çektiği ifade edilmekte.
Fayda – maliyet hesabı yapıldığında, günü kurtarmak için Çin yatırımlarına yönelen devletlerin uzun vadede ciddi faturalarla karşılaşması olası. Zaten bunun örnekleri de mevcut. Mesela Sri Lanka. Bu noktada Sri Lanka gibi ekonomik anlamda direnci zayıf olan ülkelerin Çin’den gelen baskılara karşı direncinin düştüğü belirtiliyor. Nitekim Sri Lanka, ekonomik ve siyasi krizleri aşamıyor. Benzer bir şekilde Pakistan’ın da Çin’e karşı ağır bir borç yüküyle karşı karşıya olduğu ve bu durumun İslamabad yönetiminin genelde Batı ve özelde ABD ile ilişkilerini olumsuz etkilediği söyleniyor.
En temelde Çin, Kuşak – Yol Projesi aracılığıyla kendi siyasi tahayyülünü dünyaya dayatma arayışında. Bu yüzden de borç tuzağı diplomasisini etkin bir biçimde kullanıyor. Bu noktada belirtmek gerekir ki; Pekin yönetiminin direnci zayıf ülkelere yaptığı baskı, Sri Lanka ve Pakistan’dan ibaret değil. Örneğin İran’ın Kuşak – Yol Projesi’ne katılımını sağlayan “25 Yıllık Kapsamlı İşbirliği Anlaşması”, İranlı muhalifler tarafından ülkenin mollalarca Çin’e satıldığı şeklinde yorumlanmıştı. Dolayısıyla Tahran’ın Pekin ile yakınlaşmasından üzgün olan bir İran muhalefeti söz konusu.
Tartışma konusu olan bir husus da bu noktada patlak vermişti. Zira Çin’in Kuşak – Yol Projesi’ne katılımı konusunda çeşitli ülkelerle yaptığı anlaşmaların muhtevasının açıklanmaması ciddi şüphelere yol açıyor.
Bu noktada dikkat çekilmesi gereken iki olasılık var. Ya bu anlaşmaların içeriği medyada propaganda gücüyle estirilen rüzgara rağmen son derece zayıf ya da anlaşmayı imzalayan devletler, aldıkları krediler ve hibeler karşısında çok büyük tavizler veriyor ve anlaşmaların açıklanması durumunda iç kamuoyunun baskısı altında ezileceklerini düşünüyorlar. Muhtemelen gerçek durumu ikinci olasılık anlatıyor.
Esasen bu durum, Çin’in Kuşak – Yol Projesi’ni emperyalist amaçlar doğrultusunda hayata geçirdiğini ortaya koyan başlıca anekdot. Yine İran örneğinden devam etmek gerekirse, bahse konu olan anlaşmanın İran Anayasası’na aykırı bir şekilde Şura Meclisi’nde tartışılmadan onaylanması da aktörlerin adeta yangından mal kaçırmak zorunda kaldıklarını gösteriyor.
Neredeyse zayıf ekonomilerin tamamı için benzer bir durum söz konusu. Özellikle de Afrika’daki durumun kırılganlığına dikkat çekilmeli. Afrika, halihazırda demografik yapısı itibarıyla dünyanın geleceğine yön verebilecek bir potansiyele sahip. Demografik durumu destekleyen doğal kaynaklar da cabası. Fakat tarih boyunca Batılılar tarafından sömürülen Afrika ülkeleri, şimdi Rusya yanlısı darbeler ve Çin’in borç tuzağı diplomasisi üzerinden yeni bir sömürgecilik dalgasıyla karşı karşıya. Nitekim Nijer, Burkina Faso ve Mali gibi ülkelerde gerçekleşen darbelerde Rus nüfuzunun arttığı görülürken, Cibuti, Güney Afrika ve Zambiya gibi aktörlerin de Çin’in borç tuzağına düşebileceği görülüyor.
İfade etmek gerekirse asıl mesele, borç tuzağıyla sınırlı değil. Ekonomik nüfuzu siyasi güce devşirmeye çalışan Çin, askeri anlamda da etkinlik arayışı içerisinde. Pekin yönetiminin Cibuti’de kurduğu askeri üs de bunu teyit eder mahiyette. Sonuç olarak Çin, dünyanın hegemonik gücü olma yolunda hızla ilerlerken, uzun vadede borç tuzağına düşürdüğü devletlerin egemenliklerini ve bağımsızlıklarını tehdit edecek bir strateji yürütüyor. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin yaptığı gibi.