gdh'de ara...

Kuzey Irak ne yana düşer? | Eski Özel Kuvvetler personeli, Türkiye'nin terörle mücadelesini anlattı

Türkiye'nin Kuzey Irak'ta, Suriye'de ve Güneydoğu bölgemizde yürüttüğü teerörle mücadelesini 1986’dan 2009’a kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ve bunun büyük bir kısmını Özel Kuvvetler’de geçirmiş “Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası” sahibi emekli bir asker ile konuştuk.

1. resim
24.05.2022

Rusya’nın 24 Şubat’ta başlattığı Ukrayna’yı işgal girişimi ile Karadeniz’in kuzeyinde başlayan savaş cereyan ettiği bölgenin sınırlarını aştı. Savaşın gıda ve enerji tedarik zincirinde yarattığı istikrarsızlık kadar NATO-Rusya ilişkileri üzerinde yol açtığı baskı, jeopolitik haritadaki hassas fay hatlarını da harekete geçirdi. Kuzey Kore’nin nükleer deneme hazırlıkları, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Tayvan Adası çevresindeki askeri faaliyetleri, İsrail’in İran’ın nükleer programını yok etmek için geliştirdiği askeri harekat planlarının tatbikatlar düzeyinde daha fazla yürürlüğe konması, kaynama noktasına gelen kriz alanlarından bazıları.

Dikkatlerin Ukrayna üzerinde toplanmasından yararlananlar yalnızca devletler değil. Devlet dışı aktörler ile terör örgütleri de ortaya çıkan karmaşayı fırsata çevirmeye çalışıyorlar. Rusya’nın Ukrayna’ya daha fazla asker sevk etme ihtiyacı ile Suriye’den başladığı bildirilen sevkiyatlar, İran yanlısı milis grupları ile Lübnan Hizbullah’ının bu bölgede daha görünür hale geleceğinin işaretlerini veriyor.

Gelişmeler Türkiye’nin güneyinde durumdan vazife çıkaran PKK/YPG örgütünün hem Suriye’de hem de Irak’ın kuzeyinde daha aktif hale geleceğini de gösteriyor. Nitekim Ankara karşı önlem olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni 18 Nisan 2022’de “Pençe-Kilit Operasyonu” koduyla harekete geçirdi. Şu anda 2018 yılında Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde “Kararlılık Operasyonları” ile başlattığı, terör tehdidini sınırların dışında karşılama konseptinin en önemli halkalarından biri yürütülüyor. 2019 yılının Mayıs ayında bu süreç “Pençe Operasyonları”na evrilmişti. “Pençe- Kilit Operasyonu” ile PKK terör örgütünün Türkiye topraklarına geçiş için kullandığı en kritik bölge olan Zap hedefleniyor.

Üçüncü ayını doldurmak üzere olan Ukrayna Savaşı vesilesi ile Türkiye kamuoyunun büyük bir kısmı Donbas bölgesini, Kiev çevresindeki yerleşim yerlerinin isimlerini, Dinyeper Nehri’nin stratejik önemini bir Ukraynalı kadar öğrendi. Peki, 40 yıldır terörle mücadele ettiğimiz coğrafyayı Türkiye kamuoyu aynı hassasiyetle tanıyor, biliyor mu? Zap bölgesi Türkiye için neden önemli? Türkiye neden bu bölgeyi kontrol altına almak için şehitler vermeyi göze alıyor?

Bu soruların yanıtını almak için 1986’dan 2009’a kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ve bunun büyük bir kısmını Özel Kuvvetler’de geçirmiş “Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası” sahibi eski bir asker ile konuştuk. Kendisi medyaya karşı mesafeli olduğu ve herhangi bir dizi filmde danışmanlık kovalamadığı için kimliğinin açıklanmamasını tercih etti. Bu röportajı da bizim gibi Türkiye’nin terörle mücadele gayretinde kamuyu bilgilendirmek amacıyla kabul etti. Röportajımız, ABD ve İsveç’in PKK/YPG terör örgütünü siyasi ve ekonomik olarak meşrulaştırma gayretleriyle de çakışınca Suriye’deki gelişmeleri de ele aldık. 

Mehmet Kancı: Öncelikle,  kariyeriniz ve askerlik mesleğindeki tecrübenizin düzeyi hakkında okurlarımızı bilgilendirebilir miyiz?

1985 senesinde liseyi bitirip Ankara Mamak Muharebe Okulu’na girdim. 1986 yılında Muharebe astsubayı olarak mezun olup orduya katıldım. 1987 senesinde o zaman ki adı Özel Harp Dairesi Seferberlik Tetkik Kurulu Malatya Bölge Başkanlığı’na seçildim. Sonrasında Gaziantep Bölge Başkanlığı’ndaki çalışmamı müteakip 1991 yılında Ankara’da Özel Birlik Komutanlığı Özel Tim personeli olarak çalışmaya başladım. Birliğimizin adı sonradan Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak değiştirildi. 2004 yılına kadar MAK ( Muharebe Arama Kurtarma) grubunda görev aldıktan sonra, 2004 de Seferberlik Tetkik Kurulu Kars Bölge Başkanlığına atandım. 2007 yılında, 20 sene Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde görev yaptıktan sonra Kıbrıs’a atandım. 2009 yılında Kıbrıs’tan emekli oldum.

Bu 20 yıl zarfında, Kuzey Irak’ta (Zaho, Duhok, Sar-ı Rash, Erbil, Bamarni, Darkaraçam), Nahcivan, Azerbaycan, Gürcistan ve Kırgızistan’da görevler aldım. 1992 senesinde NATO ülkeleri Özel Kuvvetleri’nin yer aldığı “Tri-Star 92 Eğitim Tatbikatı"na katıldım, ki ülkemin batısında yer aldığım tek görevdi. Komando Kursu, GNH (Gayri Nizami Harp) Kursu, Kurbağa Adam Kursu, Yakın Muharebe (Meskun Mahal, Tren, Uçak Operasyonları), Tanıma-Teşhis, Koruma-Öğretmenlik, Statik Paraşüt (Atlatıcı Öğretmen), Serbest Paraşüt (Atlatıcı/Öğretmen) ve kısa süreli birçok mesleki kursları bitirdim. Hakkari, Yüksekova, Siirt, Şırnak Diyarbakır ve birçok OHAL Bölgesinde görev yaptım. Çok sayıda sınır ötesi operasyona katıldım (K.Irak). 1995 yılında Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası ile taltif edildim. 1996 Kardak Operasyonunda görev aldım. 

1. resim

Emekli olduktan sonra önce Adana’da özel bir şirkette çalıştım. Sonra da 2011 senesinde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) Irak’ta, Bağdat’ın 120 kilometre kuzey doğusundaki Mansuriye gaz sahasında güvenlik müdürlüğü ve idari müdürlük görevlerini 5 yıl yürüttüm. 2016 yılında Mansuriye Projesi’nin son bulmasıyla TPAO’daki görevimden ayrıldım. 2018 yılında Umman-İngiliz ortaklığı ile kurulan Africa Geophysical Services LLC. (AGS) şirketinin Türkiye ülke müdürünün, Afganistan’da ruhsat sahibi TPAO’nun ihaleye çıkarttığı bir sismik arama projesi için benimle irtibata geçmesiyle bu şirket için Güvenlik Müdürü ve Danışmanı olarak çalışmaya başladım. Bu görev için tercih edilmemde, 2012-2013 yıllarında TPAO’nun Afganistan’daki ilk çalışma sürecinde dönemin Genel Müdür’ü Sayın Besim Şişman  ve Genel Müdür Yardımcısıyla birlikte TPAO adına Afganistan’a ilk defa giden ekipte yer almam önemli rol oynadı. O dönemde hem TPAO’nun Afganistan’daki faaliyetlerinin hem de Bağdat’taki Mansuriye sahasının faaliyetlerinin güvenliğinden sorumluydum. 2019 yılında AGS ile TPAO’nun Afganistan’ın kuzeyindeki Mezar-ı Şerif Bölgesi sismik araştırma projesini tamamlayıp teslim ettik. Bölgede 16 farklı Taliban grubunun olması bu işin zorluk derecesini ortaya koyan en büyük etkendir.

Halihazırda Güvenlik Danışmanı olarak AGS şirketi ile çalışmaya devam etmekteyim. 

M.K: Anlaşılan o ki Özel Kuvvetler’de aldığınız eğitim tecrübenizi uluslararası alana taşımanızda önemli bir katkı yapmış. 

Özel Kuvvetler’de ki yetişme tarzımız da buna uygun zemin sağlıyor. Şu anda basında, halk önünde hep özel kuvvetler denince Güneydoğu’daki terörle mücadele akla geliyor. Bu normal, şehitlerin olması oradaki mücadelenin kutsiyetinden dolayı Özel Kuvvetler hep böyle öne çıkıyor. Özel Kuvvetler’in yapısı içerisinde  öyle farklı şeyler var ki zamanla sizi her duruma uyum sağlayabilir hale getiriyor. Mesela siz Güneydoğu'ya gidiyorsunuz bir operasyona katılıyorsunuz, operasyondan dönüyorsunuz, ülkenin batısında deniz kenarında turistik bir yörede su üstü ve su altı eğitimlerine gidiyorsunuz, oradaki eğitimi bitirip yurt dışında çok uluslu müşterek birleşik bir tatbikata katılıp, dönüşte paraşüt atlayışları yapıyor, sonrasında  başka bir göreve sevk edilebiliyorsunuz. Ülkemizin içinde bulunduğu terör sorunu nedeniyle ağırlıklı olarak bu görevler Güneydoğu Anadolu bölgesi ile Irak’ın kuzeyinde olmaktaydı. Sürekli farklı insanlar, farklı ortamlar. Görevinizi bitirip dönüyorsunuz bir bakıyorsunuz ki Erzurum’da Palandöken’de kayak eğitimindesiniz.  Hayatınızda elde ettiğiniz farklı kültür, mekan ve insanlarla çalışmak, tekdüze bir iş hayatı olan insana göre, sizde farklı coğrafyalarda, farklı kültürlere ve insanlara hızla uyum sağlama ve iletişim kurma becerisi sağlıyor. 

M.K: Irak’ın kuzeyinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yürüttüğü operasyonlara gelirsek; Türkiye’de dönem dönem kimi çevreler Birici Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapısını ve misyonunu sorgulamaya başladılar. En başta dile getirilen ifadelerden biri “bu kadar askere ne gerek var” sözleriydi. Neden bu kadar askere gerek var ve Türkiye neden bu operasyonları yapma ihtiyacı duyuyor? 

“Neden bu kadar askere gerek var?” konusuyla başlarsak. “Gerek yok” diyenlerin bölgemizdeki coğrafi yapıyı ve ülkemizin jeopolitik konumunu iyi bilmediğini düşünüyorum. Almanya’da yaşıyorsanız, Avusturya’da yaşıyorsanız, İngiltere’de bir ordu kuracaksanız evet çok fazla askere gerek yok. Ama hem terör örgütleri ile aktif mücadele eden, hem de civarımızdaki bize karşı hasmane düşünceler içerisinde bulunan ülkeler ile mücadele eden bir Türkiye’de yaşıyorsanız ve bu kadar çok askere ne gerek var diyorsanız bölgenin coğrafi yapısını bilmiyorsunuz anlamındadır. Şimdi ana konumuz olan PKK ile mücadeleye buradan girebiliriz. 

Öncelikle oradaki coğrafi yapıyı şöyle herkesin değerlendirebileceği şekilde kendi gözlemimle anlatayım. Beraber Güneydoğu’ya gidelim. Nereye gidelim? Urfa’ya gidelim. Ankara’dan binelim uçağa Urfa’ya inelim. Öyle çok Güneydoğumuzun en ücra köşesine kadar gitmeye gerek yok. Urfa’ya inelim, buradan bir araçla Irak sınırımıza ülkemizin tam güneydoğu köşesindeki Irak hudut kapısının yer aldığı Habur’a doğru gidelim. Haritadan bakarsak bu mesafe 300-400 kilometre vardır. Şimdi Urfa’da uçaktan indiniz, araca bindiniz Habur’a doğru yönlendiniz. Urfa’dan çıktıktan sonra Nusaybin’e doğru yaklaşırsınız. Askeri anlamda bir yer tarif ederken biz yönle konuşuruz, yani biz hiçbir zaman “sol-sağ” demeyiz, “kuzey-güney” deriz, Urfa’dan otobüsle araçla Habur’a doğru giderken yönünüz doğu istikametidir. Suriye sınırı boyunca düz bir yoldur. Dağ tepe  aşmazsınız. Nusaybin’den sonra Cizre, Silopi ve Habur’a gelirsiniz. Nusaybin’e doğru yaklaştığınızda solda kuzeyinizde ve karşınızda dağ silsilesini görürsünüz. Cizre’ye geldiğinizde o dağ silsilesi hala yanınızdadır. Cizre’den kuzeye doğru döndüğünüzde, yani arabanın ilerleme yönüne göre sola kuzey istikametine doğru döndüğünüzde Kasrik Boğazı’ndan geçip Şırnak’a gidersiniz. Dönmeyelim, biz düz devam edelim. Hala Cudi yanımızda, Silopi’ye geldik Cudi hala yanımızda. Habur’a geldik Cudi yanımızda, Habur’dan çıktık Zaho’ya geldik Cudi karşımızda. Hakkari, Çukurca’nın karşısında Irak topraklarında, ülkeme bakarsanız yine Cudi karşınızda. Yani Cudi Dağı dendiğinde, kamuoyunda şöyle bir şey var; “bu dağ işte yani Kütahya’da da Murat Dağı var çok yüksek. İşte Akdeniz bölgemizde Toroslarımız var”. Evet Toroslar’ da da çok gezdim turistik amaçlı. Ama Cudi Dağı’nın ne kadar geçit vermez bir dağ olduğunu, bu silsilenin ne kadar uzun olduğunu gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Yani günlerce yürümekle, haftalarca orada kalmakla, 40’ta birini 50’de birini ancak turistik amaçlı dolaşabileceğiniz, dağ silsilesinden bahsediyorum. Tamamen vakıf olmak yıllar gerektiriyor. Biz şöyle düşünelim, “ 400-500 kişinin katıldığı bir operasyon olsun. Hepsi  eğitimli askerlerden.  Cudi Dağı’nın birinci sırasını aştığınızda o 500 kişi o arazide kaybolur, arazi böyle bir arazi. Arazi çok kesik bir arazi. 

Şahit olduğumuz şeyler nedir? Bombalamadan dahi, sıyrılabilen kurtulabilen teröristler oluyor. Neden? Çünkü çok dik, çataklı ve çok sağlam kayalık bir arazi. Doğal bir mevzi. Öyle bir dağ silsilesi düşünün ki, sadece belli yerlerden geçit noktaları var. Oradan geçmek zorundasın ya da hava harekatı yapmak zorundasın. Hava harekatının da kendine göre sıkıntıları var. Oradaki coğrafyayı düşünürken, konuşurken gündeme getirirken, oralarda böyle çölde bir kum tanesi olduğunu insanın unutmaması gerekiyor. Hava şartlarını da unutmayalım. “Yazın parkanı, kışın suyunu unutma”. Komando kurslarındaki bir slogandır bu. İşte oralarda Ağustos’un tam ortasında gece dondurucu soğuklar olabilir. Veya kıştır, kardır, buzdur ama susuz kalırsınız. Bu tür yerlerde operasyon yapmanın ikmalini düşünelim. Bu tür yerlerde operasyon yapmanın desteğini düşünelim. Timinizde veya birliğinizde 50 kişi, 100 kişi, 500 kişi önemli değil, birisinin bırakın vurulmayı ayağını burktuğunu düşünün. İletişimi düşünün. Yani o coğrafyada asker, hem arazi hem hava şartları hem de teröristle mücadele veriyor. 

Şimdi ben bir de kısa şekilde teçhizatımızdan bahsedeyim. Özel Kuvvet askeri olması şart değil, kıtadaki herhangi bir askerin operasyona çıkmak için hazırlık yaptığında çantası 40 kilodan aşağı değildir.

Siz oraya 1 günlüğüne gitmiyorsunuz, operasyona çıktığınızda duyuyorsunuz işte Pençe-Kilit Operasyonumuz var. Biz şu anda Cudi bölgesi konuşuyoruz ama hiç önemli değil, bir asker nereye gidecek olursa olsun, en az 3-4 günlük kumanyası yanında olur, en az 3-4 günlük kendini muhafaza edebileceği daha önceden harekât planlarıyla tespit edilmiş mühimmatı olur. Operasyonun türüne göre kışlık-yazlık tesisatı olur. Bunlar nereden baksanız 40-50 kilo. Tabi ki eğitim de buna göre yapılıyor ama karşınızda her yerden beslenebilen, o bölgede yetişmiş, o coğrafi şartlara alışmış teröristler var. Onların yaptığı birçok eylemde motivasyon şekilleri farklı, kimyasal kullanımından paraya kadar. Bizim kaybedeceklerimizle onların kaybedecekleri çok farklı. 

PKK en çok Kürtlere zarar veriyor

M.K: Terör örgütlerinin yaşamlarını sürdürmesinde sınırın hemen yanı başında kendisi için “güvenli bölgeler” oluşturmasının önemi nedir. Örneğin, Vietnamlılar Fransa ve ABD’ye karşı yürüttükleri savaşlarda Çin’den yalnızca ideolojik destek almamışlardı. Çin topraklarını askeri örgütlenmeleri için de kullanmışlardı.

Her terör örgünün faydalandığı gibi PKK terör örgütü de otoritenin boşluk verdiği veya olmadığı sahaları seçiyor. Önce şöyle bir sınır belirlemek istiyorum… Ben PKK terör örgütüne karşı devletimizin yürütmüş olduğu operasyonların hiçbir yönden dünyada yaşanan Vietnam Savaşı gibi, Afganistan’daki Rusların yaşadıkları gibi veya diğer ülkelerde yaşanan mücadelelerle karşılaştırılmasını doğru kabul edemiyorum. Yanlış düşünüyor olabilirim. PKK terör örgütünün bir ideolojik yapısı olduğuna da inanmıyorum. PKK terör örgütü biraz evvel söylediğiniz gibi dış güçlerin katkılarıyla kurulup operasyonlar yapabilmesinin, güçlenmesinin tek amacının Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgesindeki istikrarını zedelemek maksatlı olduğunu düşünüyorum.

PKK’nın “sözde ideolojisi” şudur: “Biz Kürdistan toprağı kuracağız şöyle yapacağız, böyle yapacağız”… Biz ölmedik. Türkiye Cumhuriyeti üzerinde yaşayan, bayrağın altında yaşayan en son Türk ölmedikçe böyle bir şey olmaz, buna müsaade edilmez.

Ben PKK’nın Kürtlere hizmet ettiğini, bir Kürt ideolojisi taşıdığına inanmıyorum. Neden inanmıyorum? Yeteri kadar bunlarla ben mücadele ettim. Cesetlerine baktık sünnetsiz insanlar vardı, o zamanlar “acaba falan derdik”, çünkü iletişim şimdiki gibi değildi. Ama şimdi gayet rahat duyuyoruz ki, haber izlerken bile 15 tane terörist etkisiz hale getiriliyor. 3 tanesi, isim vermeyelim, bilmem hangi ülkeden, 2 tanesi bilmem hangi ülkeden, 5 tanesi bilmem nereden… Kimsiniz abi siz? Siz ne zaman geldiniz de Kürt vatandaşlarının tarihine şusuna busuna gönül verdiniz de onların sözde kaybettiği toprakları için mücadele ediyorsunuz? Öyle bir şey yok. Artık bunları kendileri de savunamıyor. Açıkça, terör örgütünün meclisteki kanadı diye herkesçe bilinen, siyasi parti de milletvekilliği dokunulmazlığına güvenerek aleni  propaganda yapıyor. Doğuda yaşayan vatandaşımızdan duydunuz mu hiç “biz burayı alacağız, götüreceğiz, şöyle böyle yapacağız”.

Bu siyasi figürün  ortaya koyup açık destek verdiği PKK, en çok Kürt vatandaşlarımıza zarar veriyor. Güvenli yaşamalarına ve sosyal refahlarına engel oluyor. Bilmelilerdir ki asla amaçlarına ulaşamayacaklardır. 

M.K: Irak'ın kuzeyi nasıl terörün alanı oldu?

Kampları o bölgeye kurmalarının sebebini, uluslararası şeyi budur şudur demeden boyumu aşmadan şöyle anlatayım. Ben de terörist olsam kampları oraya kurarım. Neden? Doğal korunma alanı birincisi. İkincisi bugün Avrupa Birliği, Amerika gibi dünya üzerinde söz sahibi olan ülkelerin veya Birleşmiş Milletler gibi kuruluşların çok rahatlıkla çıkıp “Türkiye sınırlarını aşıyor” diyebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Demek şunu da görmüşleri ki hem fiziki bir kalkan olarak oradaki coğrafyayı, hem de zaman zaman uluslararası bir baskı aracını çok rahatlıkla savunmalarında kullanıyorlar. Yani Türkiye ne zaman Kuzey Irak’a ya da Suriye’ye operasyon yapsa herkes ayağa kalkıyor. “Yapmayın kardeşim sınırlarınızı aşmayın şöyle yapmayın böyle yapmayın”…

TSK'nın sınır ötesi operasyonlarından bir görüntü.
TSK'nın sınır ötesi operasyonlarından bir görüntü.

Çağımızda silah teknolojilerinde yaşanan gelişmeyle sınır neresi? Yani önceden 30 kilometre, 40 kilometre, 50 kilometreydi… şimdi adam bir füze atıyor bilmem kaç kilometre. Konvansiyonel silahların menzilleri arttı. Ben ülkemizin savunmasının sınırlarımızın dışından başlamasının gerçekçi ve doğru olduğunu düşünüyorum. O adamlar da ne yapıyor? Sınırların dışında öyle bir bölgeye yerleşiyorlar ki ne Irak’ın onları oradan çıkartacak gücü var ne de  Türkiye’nin terörle mücadele kapsamında müdahale etmek, sınır dışı operasyon düzenlemek haricinde tercih edebileceği bir seçeneği var. Fakat son yıllardaki operasyonlarda şöyle bir farklılık gözlemliyorum ve bunun doğru olduğuna inanıyorum. Önceden süreli operasyonlar yapılırdı. Şimdi ise süresiz ve gidilen yerlerde üs bölgeleri kurarak kalıcı olunan operasyonlar yapılıyor.

M.K: Türkiye’nın sınır ötesi operasyonlar için bu strateji değişikliğini bunca yıl beklemesinin sebebi ne olabilir? 

En azından bu işlere başladığım tarihten itibaren söyleyebilirim ki silahlı kuvvetlerimizin Kuzey Irak’a  gidebilecek, kalabilecek gücü her zaman vardı. Burada durumun uluslararası ilişkilerle alakalı olduğunu düşünüyorum. Sınır dışı operasyon yapmanın zorluğunu herkesin anlaması gerekir. Ülkemizi yönetenlerin bu operasyonun kararını almak için verdiği uluslararası mücadeleyi bilmesi gerekir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin planlama ve uygulama aşamasındaki öz verisinin anlaşılması gerekir. Bu, hayatlar risk edilerek yapılan, bir varlığı devam ettirme operasyonudur. Biz buradayız güçlüyüz demektir. Operasyon başladığında kendi çıkarlarına ters düşenlerin sesi yükselir. “Vay benim topraklarımı işgal ettin" demedi mi Irak Başbakanı?, Almanlar kınamadı mı, İçerdeki hainler medyada karşı propaganda yapmıyorlar mı?

Yani çok zor bir denklem. Yoksa asker için kolay. Bize emir verilir “şuraya git, şu kadar kal”… Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri her bölgeye gidip emredildiği sürece kalabilecek güçtedir. 10 asker ölür, 100 asker daha gider. “Bir ölürüz 1000 doğarız” hiç sorun yok bunda. Ama şimdi evet şuna katılıyorum teknoloji ilerledi, havadan destek, havadan ikmal gücümüz arttı. Son dönemde İHA’larımızla  gözlem gücümüzü arttırdı. Anlık bilgi toplama kabiliyetimiz ile istihbarat gücümüz arttı. Bu nedenle günümüzde içerlere doğru girip oralarda kalmanın olanakları arttı, daha kolay oldu. Kolay oldu derken iş kolay değil, kolaylaştı diyelim. Bir de ne oldu? Terörist yurda girmeden etkisiz hale getirilip yurt içinde ki faaliyetleri engellendi. Yuvalandıkları yerlerde vurularak eğitimlerine ve donanımlarına darbe vuruldu.  Şimdi imkanlar arttı, orada kalıyoruz, kolaylaştı diyoruz ama bunun maliyeti var. Maliyet de bir askerin düşüneceği bir şey değil. O da yöneticilerimizin düşüneceği bir iş. Bakın biraz evvelki konuya geldik. Neler düşünecek bizi yönetenler? Uluslararası ilişkileri ayarlayacak, onun bütçesini ayarlayacak, bu bütçenin vatandaşa yansıyan boyutunun hesabı yapılacak. Yani iş bu noktaya geldiğinde askerin işi en kolayı. Git işini yap, dön. 

Pençe-Kilit Operasyonu'nun odağındaki Zap neden önemli?

M.K: Peki son Pençe-Kilit Operasyonu’nun odaklandığı Zap’a gelirsek. Bu bölgede derinlemesine bir operasyon yürütülmesinin sağlayacağı avantaj nedir?

PKK terör örgütü için Zap’ın önemi şudur: Ülkemizdeki her insan bilir ki PKK Kandil’den yönetilir. Evet doğrudur. PKK’nın sözde üst düzey yöneticileri Kandil’dedirler. Ama Zap PKK’nın silahlı gücünün ve sözde yöneticilerinin bulunduğu ana kamptır. Silahlı eğitimlerin verildiği yerdir. O nedenle Zap önemlidir.

Fiziki olarak da haritalara baktığımız zaman Zap kampı girilmesi çıkılması çok zor, ki aslında diğer kamplar da öyledir,  bir bölgedir. Dolayısıyla Zap’a yapılan operasyon her zaman terör örgütüne yıkıcı bir darbedir. Askerin oraya kadar girebilmesi çok önemlidir. Zap’ın coğrafi olarak yerine baktığınızda sınırımıza 5-6 saatlik yürüme mesafesindedir. Amediyah yakınında Zap nehrinin yanındadır. Felas köyüne yakındır. Bir bina veya meskun mahal düşünmeyin. İkmal noktası diyebiliriz, Zap Suyu’nun orada olması onlar için çok önemli. Su hayattır biliyorsunuz.

Oradaki kesik araziyi nasıl tahayyül edip anlatırım bilemiyorum, şöyle söyleyeyim size… Mesela önümüzde bir tepe var, yükselti var. Araziye bakıyorsunuz gitmeniz gereken yönde bir tepe. Tepeye tırmanıyorsunuz. Yeri geliyor emekleyerek tırmanıyorsunuz. Diyorsunuz ki “şu tepeye çıkarsam hani görürüm önümü arkamı sağımı solumu”. O önünüzdeki en yüksek tepeye çıktığınızda gördüğünüz tek şey bir başka yüksek tepe. Biraz evvelki teçhizat durumumuzu da söyledim. Ve teröristlerin her zaman avantajlı olduğunu düşünün. Neden? Terörist bekler. Hakim bir yerde, hazırlıklı, yaz-kış ona göre tedbirini almış, gizlenmiş bekler. Askerin işi zordur. Asker ne yapar? Arar. Ne zaman çatışmaya girecek? Hangi noktada karşılaşacak? Hangi şartlarda karşılaşılacağının avantajı teröristindir. Bunlar da her zaman geçerli olan kurallar değil.

Tabi ki özel kuvvetlerimizin de komando birliklerimizin de istihbarata dayalı yapılıp gece sızmalarla başlattığı onlara sürpriz olan ağır darbelerimiz oldu. Ben genel şartlarla söylüyorum. Normal bir operasyon şartıyla söylüyorum. İnsanlarımıza şu yanlış gelebilir “Biz operasyona başlıyoruz duyuruyoruz”. O duyurulduğu noktanın öncesinde bunun hazırlıkları yapılıyor. O duyuru yapıldığı anda terörist için iş işten geçmiştir zaten.

Bu şöyle anlaşılmasın “Nasıl oluyor da Zap’a operasyon başladı da 500 kişi gidiyor”, duyuluyor mesela annem de tepki veriyor buna, eşim de tepki veriyor. Diyor ki “davul çala çala gidilir mi?”, “Davul çala çala gidilmiyor işte”.  Gerekli sızmalar, gerekli istihbaratla elde edilmiş bilgilerle özel kuvvetlerimiz ya da ilgili unsurlarımız komando birliklerimiz orada önceden tedbir alıp, biraz önce ne dedim, orada öyle geçitler var ki oradan geçmek zorundasın dağ sana perde olmuş. Sen böyle bir operasyon başlattığında o kritik noktaları almanız lazım. 

“Tank sesi... Bu kadar güzel bir ses olabilir mi?”

Burada  bir anekdot anlatıp olayın şeklini söylemek istiyorum. 1996 ya da 1997 senesinde, çünkü o yıllarda o kadar çok Kuzey Irak operasyonlarına katıldım ki inanın hangisi olduğu şu an aklımda değil. Ayrıca bu televizyondaki arkadaşların da tarihlerle saatlerle operasyon tarihleri vermeleri çok enteresan geliyor bana. Ya ben yaşlandıkça hafızamı yitirdim ki 55 yaşındayım 93 ile 2000, hatta en son operasyona Çakırsöğüt’te gittim 2004, 11 sene o bölgede yapılan, eğer yurt dışında değilsem, başka bir görevde değilsem  bütün operasyonlara katıldım. Bunlar, en azından kendime oluşturduğum bir CV’im var ,“şu operasyona katılımından dolayı takdir belgesiyle” onlara bakıp tarihleriyle bile söyleyebilirdim ama böyle patır patır söyleyemiyorum kusura bakmayın.

Katıldığımız bir operasyonda şöyle oldu; operasyon başlamadan evvel biz 6 personel bir pikabın arkasına yattık, üstümüzü de brandayla kapattılar. Bu pikapla biz Habur’dan geçip Zaho’da Darkaraçam bölgesine giden yani Çukurca’nın karşısındaki bölgeye giden yolda demir köprü vardır. Zaho’nun içerisinde, şimdi de gitseniz hala oradadır. Tankların geçebileceği tek noktadır. Tankın olmaması da büyük operasyonlar çok zora sokar. O köprünün korunması görevini aldık. Bir gün öncesinden Zaho ya gittik. Sabah tanklar geçecek oradan. Hava karardığında biz kendimizi ifşa ettik. Eğitim elbiselerimiz, elimizde silahlarımız 3 kişi köprünün bir başına, 3 kişi bir başına, köprüyü sabaha kadar tutacağız ki sabah tanklar köprüden geçecek. Bizim ekiplerimiz de gelecek tanklarla beraber devam edeceğiz.

Tabi bu karşı tarafta da bir savunma refleksi oluşturdu. Çok şükür o 6 kişi de hala hayatta. Ciddi bir defans yaptık. Artık sabaha karşı mühimmatımız tükenmek üzereyken, hatta umudumuz tükenmek üzereyken… Tank sesi, tank sesi bu kadar güzel bir ses olabilir mi?

Tank bir geldi. Bir de insan öyle bir şey yapıyor ki o psikolojiye giriyorsunuz. Tankın altına yatayım da şu tank beni bir ezsin çıtır çıtır kemiklerim yerine gelsin diyorsun. Hele o tankın antenindeki Türk bayrağını görmek… orada insanız korkuyoruz öleceğiz yani, adam önce bir bakıyor sana 6 kişi buraya mı gelinir? Önce bir tedbir, bir bakıyor, arkana gidiyor, önüne gidiyor. Bunlar 1 kişi, 3 kişi, 5 kişi değil. Onların da iletişimi var, halktan da desteği var, bu destek de her zaman gönüllü bir destek değildir. Terör örgütünden korkuyorlardı. Açıkçası oradaki insanların da devletlerinin kendi canlarını korumak gibi bir düşüncesi olmadığı için korkuyorlar neticede. Ben oranın hala bir aşiret yönetiminde olduğunu düşünüyorum.

Barzani kimdir ki, Barzani ailesi kimdir ki? İşte gördünüz çekilip bir tokat atılınca “geç esas duruşa” denince esas duruşa geçti. Onların kimin askerleri oldukları belli. Beraber operasyona çıkmış olmamıza rağmen söylüyorum. Gerçekten o köprüyü korumak, bazı filmlerde izliyoruz, çok etkili filmler izliyorum Amerikan yapımı filmler, birçoğu kurgu… Ama yaşadığımız olay, o köprüyü o 6 kişi hayatları pahasına korudu. Tanklar geldi, gelmeye de bilirdi. Belki şu anda bunu anlatacak kimse olmaya da bilirdi. Belki haberlerde şu bölgede yapılan operasyonda 6 şehidimiz var diye haberlerde geçebilirdi. Bu benim yaşadığım bir tanesi. Nice kahramanların nice anıları var orada. Bugün ben bunları size anlatıyorsam şunun için anlatıyorum. İnciniyorum. Neden inciniyorum biliyor musunuz? Akşam haberleri seyrederken inciniyorum. “Ben özel kuvvetlerde şu kadar kaldım, ben bordo bereliyim, ben şöyleyim, ben böyleyim” diyen adamı tanıyorum, tabi ki şimdi isim vermeyeceğim, veririm de sorun değil yani. Bu adamlar beni incitiyor. Adamın Özel Kuvvetler’de geçmişi 6 ay ve böyle timde mimde değil. Adam her gün televizyonun farklı kanalında. Bunlara sessiz de kalamıyorum bazen mail falan atıyorum ilgili kanallara. “Yapmayın böyle şeyler bizi incitiyor” Adam Özel Kuvvetler’in ismini anmasın sabaha kadar konuşsun hiç umurumda değil. Ama anma kardeşim. Benim şehidim var, benim gazim var, bak emekli insanları üzüyorsunuz. Yapmayın. Veya saygı duyduğumuz, komutanlığımızı yapan adamlar var. Çıkıyor, işte biraz evvel siz Rusya-Ukrayna meselesini söylediğinizde, savaşın başlamasına 1 gün kala adam çıktı “Ben Belçika’da bilmem ne karargahındaydım, şu komutanlığı yaptım” diyerek müthiş bir referans oluşturuyor. Ben o adamı eleştiremem. Kaliteli adam, general olmuş koskoca adam. Rusya asla Ukrayna’yı vuramaz dedi. 24 saat sonra Rusya Ukrayna’yı vurdu, bu adam hala televizyonda elinde sopa anlatıyor. Anlatıyor ve insanlar bunu dinliyor. Ben onun kültürüne, stratejik bakış açısına şusuna busuna söz söylemiyorum ama yani ben olsam utanırım. Utanırım, çıkamam. “Böyle bir şey söyledim tersi oldu. Bu kadar referans verdim. Çıkamam”. Mesela ben şimdi size Cudi’yi anlattım. Siz şimdi Cudi’ye gidip “Ya bu, bu adamın anlattığı gibi değilmiş” deseniz ben bir daha sizinle selamlaşamam. Utanırım. Onlar da artık lütfen utansınlar. Bunu hangi menfaat için yapıyorlarsa bilemiyorum ama ait oldukları kurumu utandırıyorlar. Şöyle söylemler var; “adama bak koskoca bilmem ne olmuş konuştuğuna bak tutmadı”. Bu güzel bir şey mi benim bir komutanım için, ordunun bir yöneticisi için en küçük bir subayı, astsubayı için bu güzel bir şey mi? Değil. Yapmayın. Yapılmamasını rica ediyorum. Duyulur mu, okunur mu, itibar ederler mi? Bilmiyorum. Nasıl bir menfaat içerisindeler onu da bilmiyorum. Belki de adamların geçim için paraya mı ihtiyaçları var onu da bilmiyorum. Biz de emekli aylığıyla geçiniyoruz. Ama böyle bir şey yapmıyoruz. 

M.K: Pençe-Kilit Operasyonu’nu takiben Türkiye Irak’ın kuzeyinde daha fazla üs bölgesi oluşturabilir mi? 

Çok önemli bir katkısı olacağına inanıyorum. Silahlı Kuvvetlerimizin de bunu yapabilecek, buna imkan verecek askeri eğitimi her şeyi olduğuna inanıyorum. Buna uluslararası platformda alt yapı oluşturulabileceğine inancım olmadığını ifade edebilirim. Öyle bir şey söz konusu olsa yapılabilecektir, kesinlikle yapılabilir. Ordumuzun imkanlarıyla bu yapılabilir. Genelkurmay Başkanımızın bir emridir bu, gidilir oraya, kalınır, yerleşilir. Ama ben bu tür şeylerin yapılamamasını uluslararası ilişkilerle bağdaştırıyorum. Çünkü yaptığımız her operasyonda bakın Irak tarafında da Başbakan çıktı “Çıkın topraklarımızdan” gibi söylemleri oldu, Dışişleri Bakanımızın buna ait savunma yapması gerekti.

Bizim Irak ile ilişkilerimizin hiç birisi Irak ile aramızda değil. Birçok müdahil ülke var. Irak’la bizi bıraksalar baş başa biz Irak’la anlaşılırız. Irak’ı hiç bırakmıyorlar ki. İran gerçeğini birçok kez unutuyoruz. Bizim Irak ile yaşadığımız bütün problemlerin altında İran olduğunu düşünüyorum ben. PKK’nın İran’dan çok ciddi destek aldığını yalnızca ben düşünmüyorum. Bunu herkes biliyor. Afganistan dan gelen sığınmacılar, İran ı yürüyerek mi geçiyorlar. Bu mümkün mü ? Düşünelim….

M.K: İran demişken, Pençe-Kilit Operasyonu esnasında İran destekli grupların Türk Silahlı Kuvvetleri’nin karşısına PKK’dan daha fazla çıktığını gözlemledik? İran’ın PKK’ya bu desteğini nasıl açıklamak lazım? 

Bu sorunun cevabı beni aşar. Şuradan sonrası benim kişisel görüşlerimdir. Yaşadığımla, tecrübelerimle sabit şeyler olmadığı için burada cümle kurmakta biraz zorlanıyorum. Bazı şeyleri bilen adam olarak konuşuyoruz. Görmediğimi çok ifade etmek istemem. Ama görünen, herkesçe de bilinen şu ki, buna benim ekstra bir katkım yok. Yani ben şurada bir operasyona gittim İran askerlerinin şöyle bir desteği oldu… Ben bunu görmedim. Ben bunu söyleyemem ama o bölgede yaşayan, o bölgede operasyonlara katılan biri olarak normal hayatta da haberleri izleyen sağdaki soldaki arkadaşlarımdan gelen geri dönüşlerle oluşturduğum düşüncem İran’ın bu işe çok ciddi katkı verdiği. İran’ın Irak’ı çok ciddi kışkırttığı bu işi ben biraz tabi ki siyaset başlığı altında dini olarak, Şii-Sünni meselesi olduğunu düşünüyorum. Ben mesela bir operasyonda PKK’lı teröristlere Amerikan askerlerinin destek verdiğini gördüm, yaşadım. Bizim helikopterlerimizin gece uçuş imkânı olmadığı dönemde gece havada Sikorsky’yi gördüm. Bakın bunu gördüm, gözümle gördüm. Söylüyorum da. Dolayısıyla ne söylüyorum “Amerika’nın PKK’ya verdiği desteği gözümle gördüm”. YPG’ye doğrudan ne kadar silah verdiğini açıkladı zaten. Güneydoğu’daki operasyonlarda son Pençe-Kilit operasyonlarında ele geçirilen teröristlerin üzerindeki silah, teçhizatın menşeleri bunlar açık. Amerika’nın bu işte açık desteği olduğu belli. Teröristlerin eğitim kamplarına yapılan baskın türü operasyonlarda ele geçirilen İsrail uyruklu cesetler, belli ortada. Yani iş şimdi şuna geldi PKK’ya destek veren ülkeler ve sebepleri: Sebep? Binlerce sebep sayabiliriz. Derler ya “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diye. O bölge üzerindeki savaşın sürmesi, savaş demeyelim de onlara göre bizle savaşıyorlar da biz onlara terör operasyonları yapıyoruz. Asla onlar bir gerilla değildir, asla onların yaptıkları işin kanuni bir karşılığı, uluslararası bir karşılığı yoktur bunu tekrar tekrar üstüne basarak söylüyorum.

Bu arada, basınımızda yer alan yazılarda, televizyon programlarında şu “savaş”, “gerilla” gibi söylemlerin doğru olmadığını bir kere daha hatırlatmak isterim. Adamların amaçları belli, destekleri aleni, öldürüyorsun Yunan çıkıyor. Geçen gün çok enteresan bir haber vardı “Öldürülen teröristlerin iki tanesi şu uyruklu, beş tanesi bu uyruklu”… Artık hiç kimsenin kimseye bir şey izah etmesine delil aramasına şuna buna gerek yok. Ben uzun zamandır şöyle düşünüyorum, kendi düşüncemi teyit etmiş de  oluyorum, Benim gibi düşünenler olduğunu görüyorum. PKK artık belli kartellere hizmet eden, varlığı onların işine yarayan bir terör  örgütüdür.  3-5 tane kitap okuduğunuz zaman dünya üzerindeki uyuşturucu trafiğinin nereden başladığını, yüzde 50’sinden fazlasının Afganistan dan gelip ülkemizden demeyelim de ülkemiz sınırlarından geçip Batı’ya doğru gittiğini bilirsiniz. Ülkemizde yakalanan, yakalanmayan miktarlar belli. Çok ciddi paralar var bu işte. PKK terör örgütünün varlığının, faaliyet gösterdiği her yerde, otorite boşluğu yaratmak ve örgütü besleyen ülkelerin çıkarlarına hizmet etmek olduğuna inanıyorum.

M.K: Peki bu operasyonlar zinciri sonucunda bir gün Kandil’e de ulaşmak mümkün mü? Kandil coğrafi olarak kimilerinin iddia ettiği gibi, kamuoyunda yarattıkları imaj gibi ulaşılmaz bir yer mi?

Şimdi ben de televizyondaki büyüklerimiz konumuna düşmek istemiyorum. Ama Kandil’in konumlanmasının, uçuşa açık-kapalı bölgeler gözetilerek başladığına, bunun bir terörist aklıyla değil, bir askeri strateji ve zekayla yapıldığına inanıyorum. Kandil’i öyle bir yere konumlamışlar ki. Kandil dediğiniz gözünüzde nasıl canlanıyor bilmiyorum da hani adamların böyle futbol sahalarında futbol oynuyor falan diye düşünüyorsanız… Hayır, bu böcekler mağaralarda çadır ve barınaklarda yaşıyorlar. Ufak tefek tesisler yapılıyor bunlar da tespitinden sonra kısa bir süre içerisinde hava gücümüz tarafından yok ediliyor. Bir gün tabi ki Kandil’de üs bölgesi kurabiliriz. Lütfen artık bu noktalardan sonra Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin askeri kendisini bu denli ispat ettikten sonra “Acaba bir gün Kandil’e de gidebilir mi?” sorusunu kendinize bile sormayın. Türk Silahlı Kuvvetleri her yere gider. Emir verilsin yeter. Niye vermiyorlar? Hayır böyle bir eleştiri yapmıyorum. Ülkemizi yönetenlerin işinin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Şöyle söylemek istiyorum ben bir tim personeliyken, timdeki 12 kişiden biriyken çalışırken hep tim komutanımı eleştirirdim. Eleştiri derken, “tartışma, kavga” hayır asla öyle değil. “Ya niye böyle yapıyor ki, şöyle yapsaydık. Şuradan mı gitseydik?” Bunları kendisine de dile getirebiliyorduk. O da bize uygun olanları uygular, uygun olmayanları da belli bir yere kadar tartıştıktan sonra “Böyle yapacağız arkadaşlar” dediğinde bir soru işareti kalırdı. “Ya adam niye gitmiyor acaba?”.  Ne zaman ki ben emekli olduktan sonra Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda bu işin planlayıcısı ve uygulayıcısı konumuna geldiğimde dedim ki “Ya ne kadar büyük hata yapmışım”. Bakın ne kadar küçücük bir timden bahsediyorum, timin yönetiminden bahsediyorum. Sonra da ben Kuzey Irak’ta, Kuzey Irak’ta değil Bağdat’ta Mansuriye sahasında 200-250 silahlı adam, yeri geldiğinde 100-150 işçi toplamda 300-500 kişi yönetiyorsunuz. Orada sınırları belli bir saha, kanun var nizam var bilmem nesi var. Irak hükümetinin size verdiği bir alay asker var. Bunları yönetirken bile öyle zorluklarla karşılaştım ki hep pişman oldum ve her izne geldiğimde tim komutanımı arayıp “Sen çok büyük adammışsın” dedim.

Şimdi bu bir tim yönetiminden Silahlı Kuvvetler yönetimine bakarsanız Genelkurmay Başkanı’nın omuzundaki yükü düşünebilirsiniz. Bir kuvvet komutanının veya o operasyona katılacak alay komutanının yükünü düşünürseniz timde “elime silah alayım oraya gideyim” en kolay iş. Çünkü nedir? “Kardeşim görevini yap, ölme, yanındakine sahip çık”. Benim işim bu kadar. Şimdi bu noktada “Kandil’e gidilebilir mi?”. Bugün Genelkurmay Başkanımıza deseler ki, bence yine bence diyorum, Genelkurmay Başkanı buna gözü kapalı emir verir. Yeter ki ona emir versinler. Ama işte ona da emir vermek nasıl bir sorumluluk gerektiriyor, kimleri nasıl aşmamız gerekiyor, hangi ülkeleri karşımıza almamızı gerektiriyor? Yoksa Kandil dediğiniz nedir ki? Bir şöyle 30 sene öncesine gittiğiniz zaman ki operasyonlarla, Şimdi Irak'taki, Suriye’deki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapılanmasına bakar mısınız? Bunun maddi karşılığına bakar mısınız? Bunun personel olarak idamesinin ne kadar zor olduğuna bakar mısınız? Bu personelin hepsinin ailesi var, kimi evli, çocukları var. Halbuki oradaki teröristler kim? Adam akşam evine gidiyor. Akşam dağındaki kampına gidiyor. Bekliyor, bekliyor, bekliyor, bekliyor senin .. bir gözünü kırpmayacak mısın, bir zaafın olmayacak mı? O anda adam pat bir tane eylem yapıyor ve sana zarar veriyor. Senin 3 kişini, 10 kişini, 100 kişini şehit etse ne olur? Sadece yasımız olur. Biz oraya 1000 kişi tekrar gideriz ama bu Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapıldığı için dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne yapıldığı için bir sansasyon yaratıyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları rahat etsinler diye orada biz terörü kaynağından, bize yaklaşırken yok etmek için durdurmak için oradayız. Gelelim konumuza, Kandil bir mit değil, Kandil öyle aman aman ulaşılmaz, aman aman şöyle olmaz, aman aman böyle olmaz bir şey değil ama şimdi terör örgütüne yardım eden ülkeleri saydık. Bu ülkelerin içerisinde Uganda var mı, Kenya var mı? Hayır. Amerika var, İngiltere var, İsrail var, İran var… En büyük yardımları silahı bırakın istihbarat… Yüzlerce gün hazırlanıyorsun, istihbarat teşkilatın görüntülerin şunlar bunlar… Bir operasyonun planlanması o kadar detaylı bir şey ki, o kadar yüksek zekadaki insanlar, askeri zekada olan insanlar operasyon hazırlıkları yapıyor ki, birlikleri o kadar güzel yerleştiriyor ki ama sen başlangıç aşamasındayken “tak” karşı tarafa bir istihbarat gidiyor, her şeyin çöküyor.  

M.K: Gelişmeler terör örgütünün Irak’ın kuzeyinden ziyade yakın gelecekte Suriye’de daha fazla karşımıza çıkacağını gösteriyor. Suriye’den yeni tehditler Türkiye’yi bekliyor olabilir mi? 

Karşı tarafın güçlenmesi açısından bekliyor. Açıkçası şöyle, PKK terör örgütü orada da maşa olarak kullanılıyor. Şimdi ben şöyle bir şey soruyorum: “Sen kardeşim Kuzey Irak’ta yuvalandın. Zap’ta, Hakurk’ta, Kandil’de, Metina’da, Basyan’da her yere yuvalandın. Bir amacın vardı. Suriye’de ne işin var? Konumuzun özeti ana fikri şu: PKK birileri tarafından, bu birileri bir grup, bir vakıf, bir dernek değil. Bazı ülkeler tarafından çeşitli amaçlarla, çeşitli yerlerde kullanılan bir silahlı terör örgütü. Çünkü PKK’nın Avrupa’da operasyonları yok mu, operasyon demeyelim eylemleri yok mu, var, Rusya’da eylemleri olmadı mı? Var. Kafkas ülkelerinde eylemleri olmadı mı? Var. Demek ki PKK, onu yöneten ülkelerin amaçlarına uygun, çıkartmak istedikleri kargaşaya uygun her yerde operasyon yapıyor. Suriye’nin kuzeyinde de yapacak mı? Yapacak. Benimsenen neydi? Irak’ın kuzeyinden, bizim güney sınırımızın 30 kilometre yakınından körfeze kadar uzanan bir koridor. Bu terör koridoru falan değil, bu oluşturdukları ticaret koridoru. İşte oradan uyuşturucusuydu, silahıydı ve özellikle Kuzey Irak’taki petrol… Onlara da o yemi verdiler. Dediler ki sen de buradan körfeze ulaşırsın hani tarih kitaplarında hep okuduk bizim çocukluğumuzda işte Rusya sıcak denizlere inecek. Rusya sıcak denizlere indi. Bunlara da hep şunu söylediler: Çünkü Irak üçe bölündü şu anda. “Bölünecek, bölünecek” deniyor… Hayır bölündü. Kuzey, orta, güney diye bölündü. Buna basit bir örnek vereyim. Irak Petrol Bakanlığı üç şekilde anılıyor biliyor musunuz? Kuzey Petrol Bakanlığı, Orta ve Güney diye üç şirket kurdu kendisine. Adamlar böldüler zaten. Basra’da güneyi kurdular, Bağdat’ta orta ve kuzeyde petrol bakanlığının üç ayrı unsuru var. Kuzey Irak ile Bağdat yönetiminin çekişmesi de tabi Musul yukarıda görünüyor. Hala bakir kuyu açılmamış sahalar var. Çok ciddi petrol rezervleri var. Şu anda Kuzey Irak ile Bağdat yönetiminin savaşı sürüyor. Kuzey Irak istiyor ki yüzde 17 alalım, onlar diyor ki yüzde 12 verelim.. Zaten şu anda Bağdat’ı kim yönetiyor? Amerika yönetiyor. Bakın bir masa var. Bunu benzetme olarak söylemiyorum. Bizzat şöyle bir masa. Bağdat yönetiminin bütçesini bir masada oturan Amerikalılar yapıyor. 

Terör örgütünü besleyen kaynaklar iyi düşünülmeli

Musul sorusuna yanıt: En büyük sebebi: Burada şöyle bir düşünceye sevk edelim sizi ve bunu okuyanları. Şöyle bir örgüt düşünün, şöyle bir terörist yapılanma düşünün, 1000 tane adamı olsun. Bu adamlar yiyecek, içecek, öyle değil mi? Yatacak, barınacak. Bu adamlar eylemlere gidecek. Mermi kullanacak, bomba kullanacak. Bunların hepsinin bir lojistik gerekliliğini düşünür müsünüz? O bölgede araçsız hiçbir yere gidemezsin. O bölge yazın 60 dereceleri görür. Yani 1000 kişi dediğinizde orada çölde bir kum tanesi gibidir. Bunun lojistik anlamda desteğini düşünür müsünüz? Ne kadar büyük bir paraya ihtiyaç var. Türk Silahlı Kuvvetlerimizi düşünün. Düzenli bir ordu, hiyerarşik emir komuta yapısı belli, teçhizi, teşkili belli, lojistiği belli, iaşesi belli. Suriye’deki terör operasyonunun Türkiye Cumhuriyeti’ne olan maddi anlamdaki külfetini düşünebiliyor musunuz? Yani karşıda da onun orada kalmasını sağlayacak bir güç var ki biz oradayız değil mi? E bu güç nereden besleniyor? Bizimki ülkemizin bütçesinden besleniyor. Bunlar nereden besleniyor? İşte buradan besleniyorlar.