Batı'nın "İsrail istisnacılığı" ve Lübnan ateşkesinin geleceği
Batı'nın "İsrail istisnacılığı" karşı Türkiye'nin dik duruşu dünyaya örnek oldu. 1973 Arap-İsrail Savaşı mutabakatı, 1982 Lübnan ateşkesi, Oslo anlaşmaları, BM kararları ve ihlaller. İşte İsrail'in karanlık sicili ve Lübnan'daki ateşkesin geleceği.
İsrail'in tarih boyunca imzaladığı anlaşmaları, kararları ve ateşkesleri ihlal etme konusunda kötü bir sicili bulunuyor.
Barışı vadeden İsrail-Arap Savaşı mutabakatı, iki devletli çözümü esas alan Oslo Anlaşmaları, işgali önlemeyi amaçlayan Filistin ve Batı Şeria hakkındaki 20'ye yakın uluslararası karar, Lübnan topraklarına saldırılmamasını öngören 1701 sayılı BM kararı ve sözde yerleşimci olarak adlandırılan işgalcilerin yerleştirilmesine dair onlarca kara tarih boyunca İsrail tarafından sürekli olarak ihlal edildi.
"İsrail istisnacılığı!"
Holokost gerçekliğini bir şımarıklık noktasına taşıyan İsrail, Batı ülkelerini de bu gerekçe ile adeta esir alarak, tarihi boyunca bölgede gerçekleştirdiği katliamlar için perde olarak kullandı.
1948'den bu yana işgal ettiği toprakları, tüm uluslararası kararlara rağmen %60 oranında genişleten İsrail, bu süreç içerisinde yüzbinlerce Filistinlinin de yerinden edilmesine ve ölümüne neden oldu.
BM kararlarına rağmen Gazze ve Batı Şeria'da işgalini genişleten İsrail, Lübnan'da ve Suriye'de de işgal adımlarına devam etti. Golan Tepeleri'ni işgal ederek ABD desteği ile sözde kendi toprağı ilan eden İsrail, son olarak da Litani nehrine kadar ilerleycek bir plan üzerinden hareketle Lübnan'da işgal girişimine başladı.
Tüm bu uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı gelişmelere rağmen, Batı ülkelerinin artık “İsrail istisnacılığı” haline gelen yaklaşımı nedeni ile İsrail adeta, “cezalandırılamaz” bir noktaya ulaştı.
Öyle ki; daha yakın dönemde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve eski Sudan lideri Ömer Beşir hakkında tutuklama emri çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni alkışlayan ABD ve Batı ülkeleri, sözkonusu İsrail olunca mahkemeyi tehdit etmekten bile çekinmedi.
Türkiye ezberleri bozdu
Türkiye, Ortadoğu’yu kana bulayan ve savaşı genişletmek için yeni fırsatlar kollayan İsrail’in pervasızlığı ve kural tanımazlığı karşısında küresel perspektifle insan hakları ve hukuk mücadelesi vererek İsrail'e karşı ortaya konulan istisnacılığa karşı ezberleri bozan ülke oldu.
Türkiye Batı ülkelerinin adeta esir alındığı ve Arap ülkelerinin ise sessiz kaldığı bu gerçeklikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın onlarca ikili görüşmesinin dışında, Birleşmiş Milletler, NATO, G20, İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği, BRICS ve Türk Devletleri Teşkilatı gibi tüm uluslarası kurumlarda meseleyi en üst düzeyde gündeme taşıdı.
Türkiye ayrıca, İsrail'in soykırımının karşılıksız kalmaması için Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yürütülen sürece de taraf olarak, savaş suçlarının ortaya çıkarılması konusunda öncü bir rol oynadı.
Lübnan ve Gazze
Bugün de, Lübnan ile yapıldığı açıklanan ateşkes anlaşması, binlerce Lübnanlının ölümüne neden olan yaklaşık bir yıllık savaşa sözde son veriyor ve İsrail güçlerinin 60 günlük bir süre içerisinde Lübnan topraklarından geri çekilmesini öngörüyor.
Ancak İsrail'in tarih boyunca izlediği işgal stratejisini yakında bilenler, kalıcı bir barış sözkonusu olduğunda İsrail ordusunun ölümcül saldırılarını artırdığını da yakından biliyor.
Nitekim her zamanki gibi İsrail, Lübnan ile ateşkes ilan edilmesinden önceki gün ve saatlerde, Lübnan'ın başkenti Beyrut da dahil olmak üzere çeşitli bölgeleri acımasızca bombalayarak, yerleşim bölgelerininin büyük bir kısmını yerle bir etti.
İsrail'in 2006 yılında Lübnan'a karşı başlattığı ve 34 gün boyunca yaklaşık 1.200 kişinin ölümüne neden olan son büyük savaş sırasında İsrail ordusu, ülkenin güneyine binlerce misket bombası atarak kaybetmek üzere olduğu bir savaştaki kaçınılmaz olan ateşkese de bu şekilde hazırlanmıştı.
Aslında bu strateji, İsrail'in kalıcı bir barışa ulaşmaktan ziyade gelecekteki çatışmalara zemin hazırlama ve işgallerini kalıcı haline getirme niyetini tam anlamıyla ortaya koyuyor.
Nitekim; Lübnan ile yapılan “ateşkes anlaşmasının” ardından İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu yaptığı açıklamada;
“Hizbullah ateşkesi ihlal ederse kararlı bir şekilde saldıracağız. Amerika Birleşik Devletleri ile tam koordinasyon içinde, askeri hareket özgürlüğümüzü tamamen muhafaza ediyoruz.”
ifadelerini kullanarak, İsrail'in saldırılarının aslında durmadığının ve devam edeceğinin sinyalini açık bir şekilde verdi.
İsrail'in, bölgesel ateşkesleri ihlal etme ve ardından kitlesel katliamları meşrulaştırmak için ihlali karşı tarafa yükleme konusundaki sicili göz önüne alındığında, Lübnan'da da kısa bir süre sonra aynı şeyleri yapacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
ABD Başkanı Biden tarafından verilen bilgilere göre; mevcut ateşkes anlaşmasının özü, 2006'daki ateşkesin temelini oluşturan 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ile temelde aynı.
Bu karara göre; İsrail Lübnan'dan tamamen çekilmeli, Lübnan ordusu BM'nin geçici gücü dışındaki tek silahlı güç olarak ülkenin güneyine konuşlanmalı ve hem İsrail hem de Hizbullah sınır ötesi ihlallerden kaçınmalıdır.
Ancak yeni ateşkesin üzerine inşaa edildiği bu 1701 sayılı karar da 18 yıldan bu yana İsrail tarafından neredeyse hiç uygulanmadı.
Lübnan Başbakanı Necip Mikati'nin geçtiğimiz Ocak ayında açıkladığı verilere göre İsrail, son 18 yılda, bölgedeki Barış Güçlerine tacizler de dahil olmak üzere BMGK'nı 1701 sayılı kararını 35 bin kez ihlal etti!
Günün sonunda İsrail, ordusunun on yıllardır Lübnan'da terör estirdiği gerçeğinden dikkatleri uzaklaştırmak için sürekli olarak Hizbullah'ı “terörizmle” suçluyor ve görünen o ki ordusu toparlandığında suçlamaya devam edecek.
Yeni “ateşkes anlaşmasını” daha iyi anlatabilmek için, İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgali ve Beyrut'u kuşatarak on binlerce Lübnanlı ve Filistinlinin ölümüne yol açmasının ardından, ABD'nin arabuluculuğunda yapılan anlaşmasını da hatırlatmak gerekiyor.
Bu anlaşma kapsamında Filistin Kurtuluş Örgütü yetkilileri ve mesupları Beyrut'tan tahliye edilecek ve bu anlaşmanın şartlarına göre; ABD ve Fransa askerlerinden oluşan çok uluslu bir güç, şehirde kalan Filistinli mültecilerin güvenliğini garanti altına alacaktı.
Ancak tıpkı BM'nin 1701 sayılı kararı ve Batı Şeria dahil Filistin toprakları üzerindeki işgal kararı uygulanmadığı gibi bu karar da uygulanmadı.
Hatta İsrail o dönemde anlaşmanın ardından 3 bin 500 Filistinli mülteci ile Lübnanlı sivilin katledildiği Sabra ve Şatilla katliamını gerçekleşti.
Gelinen noktada İsrail ve Lübnan arasında ABD'nin baskısı ile zımni olarak yapılan sözde ateşkes, İsrail ordusunun toparlanmasına fırsat vermekten ve İsrail'in tarih boyunca siciline işleyen işgali meşrulaşırmak için ihlali karşı tarafa yıkma anlayışıdan başka bir amaca hizmet etmeyecek.