Middle East Eye: Gazze Savaşı'dan çıkarılacak dersler ve olası sonuçları

4. ayını geride bırakan Gazze Savaşı'nın bölgesel ve küresel anlamda etkileri ne oldu? İşte 6 farklı uzman ve akademisyenden Gazze savaşından çıkarılacak dersler ve olası sonuçları...

1. resim

İsrail'in geçtiğimiz Ekim ayında Gazze'ye yönelik başlattığı savaştan bu yana, en az 27.000 Filistinli hayatını kaybetti ve on binlerce Filistinli de yaralandı.

İsrail'in aralıksız bombardımanları nedeniyle yüz binlerce ev yıkıldı, hasar gördü ve Gazze'nin 2,3 milyonluk nüfusunun çok büyük bir kısmı yerinden edildi.

İsrail'in çatışmanın aylarca süreceğini iddia etmesiyle birlikte bu kriz daha da derinleşecek ve potansiyel olarak yıkıcı bölgesel sonuçlar doğuracaktır.

Bu analizde, altı akademisyen ve araştırmacının, devam eden çatışmanın ortaya çıkardığı sonuçlara dair değerlendirmelerini ve ileride yaşanacaklara ilişkin öngörülerini okuyacaksınız.

İlk 100 günden dersler

Mouin Rabbani - Jadaliyya'nın ve Qatar-based Center for Conflict and Humanitarian Studies'de Ortadoğu uzmanı

Gazze savaşının ilk 100 günü Orta Doğu'nun çehresini değiştirdi. 7 Ekim'de İsrail'in; her şeye gücü yetme, her şeyi bilme, yenilmezlik ve zarar görmezlik iddiaları geri dönülmez bir şekilde paramparça oldu.

İsrail ordusu 75 yıl sonra ilk kez kendi sınırları içinde savaşmak zorunda kaldı ve tarihinin en yoğun bombardımanını başlatarak küçücük Gazze Şeridi'nin büyük bölümünü yerle bir etti. Hatta Filistinli sivilleri, soykırım suçlamasıyla Uluslararası Adalet Divanı'nın önüne çıkmasına neden olacak ölçekte ve hızda öldürdü.

İsrail, kuruluşundan bu yana Batı kamuoyunun imgeleminde soykırımla ilişkilendirilmişti. Ancak şimdiye kadar kurban olan İsrail, bundan sonraki hayatında fail olarak anılacak.

İsrail'in işgal altındaki topraklara gıda, su, tıbbi malzeme ve yakıt sevkiyatını kesmesi, Güney Afrika'nın çok detaylı suçlama dosyasının sadece bir unsurunu oluşturmaktadır.

Bu tasarlanmış açlık ve kıtlık, İsrail'in Batılı sponsorlarının Uluslararası Adalet Divanı'nın İsrail'e yönelik soykırım suçlamasının makul olduğu yönündeki kararının intikamını almak için Unrwa'ya yapılan finansmanı askıya almasıyla daha da şiddetlenecektir.

Bu karara resmi gerekçe ise; İsrail'in, BM'nin Gazze'deki 13,000 çalışanından 12'sinin, kendisinden habersiz olarak Hamas'ın askeri kanadıyla ilişki içinde olduğuna dair, henüz düzgün bir şekilde soruşturulmamış ya da resmi olarak kanıtlanmamış iddialarda bulunmasıdır

İsrail'in Gazze'ye karşı yürüttüğü savaş 1948'den bu yana en uzun süreli savaş oldu. Ancak şu ana kadar kayda değer bir askeri hedefe ulaşamadı ki bu zaten ulaşılamaz bir hedef olabilir.

İsrail'in savaşların kısa, kararlı ve düşman topraklarında yapılması gerektiğine dair askeri doktrini, tıpkı İsrail ordusu ve onun caydırıcılık gücü gibi, 7 Ekim'de iskambil kağıtlarından bir ev gibi çöktü.

İsrail'in askeri, siyasi ve diplomatik destek için ABD'ye olan mutlak bağımlılığı gözler önüne serilirken, bu savaş aynı zamanda Ortadoğu'da Batı çıkarlarının ve etkisinin güçlü bir kalesi imajını da paramparça etti.

Hamas'ın kayda değer bir askeri güç olduğu söylenemese de İsrailli liderler bu çatışmanın İsrail'in varlığını sürdürüp sürdürmeyeceğini belirleyecek bir çatışma olduğunu defalarca dile getirdiler.

Bununla birlikte İsrail, tepeden tırnağa en gelişmiş ABD silahlarıyla donanmış ve uzaydan bile gözlemlenebilecek bir yoğunlukta ölüm ve yıkım yaratan, nükleer güç bir olduğunu ortaya koymuştur.

İsrail'i Gazze Şeridi'ni yok etmesi ile birlikte Washington, sonuçları Irak'ın işgalinin sonuçlarını aşabilecek bölgesel bir savaşı da neredeyse garantilemiş oldu.

ABD, bu süreçte Avrupa Birliği ile birlikte, hasımların hesap verebilirliğini ve müttefiklerin cezasız kalmamasını sağlamak için on yıllar boyunca inşa ettikleri kurallara dayalı uluslararası düzenin parçalanmasını sağladı.

Bu aşamada silahların ne zaman, nasıl ve hatta susup susmayacağını tahmin etmek mümkün değil. Bu gerçekleşene kadar, Batı başkentlerinde iki devletli bir çözümden yeniden bahsedilmesi, en iyi ihtimalle geçmiş on yıllarda olduğu kadar az bir ciddiyetle sürdürülecek ve oyalayıcı bir maskaralık olarak kalacaktır.

İkili oynadığına dair tüm şüpheleri ortadan kaldırmak için Washington Aralık ayında, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkının devredilemez olduğunu yeniden teyit eden BM Genel Kurulu kararına karşı oy kullandı.

İşgalin sona erdirilmesi ve gerçek anlamda bağımsız, egemen bir Filistin devletinin kurulması elbette mümkün. Cezayir, İrlanda ve Doğu Timor'da mümkün olan Filistin'de de mümkün olabilir ve olmalı. Orta Doğu'da barışın ve barış içinde bir arada yaşamanın tek yolu budur.

Sessizlik ihanettir

Ghassan Elkahlout - Center for Conflict and Humanitarian Studies direktörü ve Doha Institute for Graduate Studies'de uluslararası ilişkiler doçenti.

Gazze Şeridi'nde süregelen insani kriz bölgede silinmez bir iz bırakıyor ve Arap devletlerinin Filistinlilere sağladığı yetersiz destekle ilgili endişeleri artırıyor.

Arap dünyasının birlik ve ortak değerler üzerine kurulu olduğu iddia edilen geçmişine rağmen, Gazze'nin kuşatılmış halkına yönelik somut bir desteğin yokluğu göze çarpıyor.

Arapların bu resmi tutumu, ne yazık ki şaşırtıcı olmasa da, artık endişe verici bir hal almıştır.

Filistin davasına yetersiz desteğin tarihsel emsalleri şimdi işgalci devletle bağların koparılmasının reddine dönüştü. Hatta bazı raporlar, Yemen'deki Husilerin uyguladığı deniz ablukasıyla boğuşan İsrail'e Arap devletleri tarafından sağlanan bir ticaret koridoruna işaret ediyor.

Düzenlenen protestoların, Gazze ablukasına karşı çıkmaktan ziyade halkın öfkesini kontrol altına almak için bir araç olarak kullanılmasına alaycı bir şekilde izin veriliyor.

Bir çatışma uzadıkça genellikle destekte bir yorgunluk ortaya çıkar.

Küresel ve bölgesel ilgi başka yerlere kayarken, Gazze'deki insani acıların büyüklüğü devam ediyor. Korkunç insani koşullar ve yüz binlerce Filistinlinin haysiyetinin erozyona uğraması, Gazze'de bazılarının soykırıma varan toplu cezalandırma cehenneminde yaşamaya devam etmektense bir an önce ölmek için dua etmelerine yol açmıştır.

Gazze'de ve başka yerlerde Filistin halkına kuşkusuz çok önemli hizmetler sunan Unrwa'ya Batı tarafından sağlanan fonların kısa bir süre için askıya alınması bu durumu daha da kötüleştirecektir.

Ancak Gazze'ye yönelik savaş beşinci ayına girerken, kamuoyu baskısının yılmadan devam etmesine acil ihtiyaç vardır. Arap rejimleri Gazze halkının acılarını gerçekten hafifletecek herhangi bir etkili eylemde bulunmadan "fırtınayı dindirmeye" çalışırken, Arap sokağı dikkatini Filistin'den başka yöne çevirmemeli ve Gazze'nin gözden kaybolmasına izin vermemelidir. Afrika ve Asya futbol turnuvaları Filistin dayanışmasının ve farkındalığının alanları olmalıdır.

Arap ülkelerinde halk seferberliği için oldukça sınırlı bir alan olmasına rağmen, insanlar Gazze'deki kardeşlerinin acılarını hafifletmek için ellerinden geleni yapmalıdır. Arap sağlık, eğitim ve sivil toplum kurum ve kuruluşları Filistin halkının desteklenmesinde çok önemli roller oynayabilir.

Tesislerin neredeyse tamamen yıkıldığı Gazze'nin yaklaşık dört aydır direnişini sürdürdüğü sağlık sektöründe Arap doktorlar üzerlerine düşeni yapabilirler. Farkındalığı arttırmak ve Gazze'ye sahra hastaneleri, tıbbi malzeme ve deneyimli uzmanlar gönderilmesi için hükümetlere baskı yapmak ve devam eden sağlık krizini küresel sahnede vurgulamak için çalışmalıdırlar.

Canlı yayında sadistçe enkaza dönüştürülen Gazze'nin eğitim sektörü, Arap eğitim kurumları tarafından büyük ölçüde unutulmuştur. Çok sayıda akademisyen ve öğrencinin öldürülmesi, Filistinli öğrencilerin işgalin amansız ve soykırıma varan savaşı nedeniyle yıllarca geriye gitmemelerini sağlamak için Gazze'deki eğitim kurumlarıyla proaktif bir ilişki kurulmasını gerektirmektedir.

Kritik uzmanlık alanlarında mezun olan öğrencilerin komşu Arap ülkelerinde misafir edilmesi için acil çaba sarf edilmeli ve eğitimlerine devam etmelerine yardımcı olacak yenilikçi çözümler sunulmalıdır.

Arap sivil toplum örgütleri ile meslek birlikleri ve sendikaları, Gazze savaşı konusunda daha güçlü tutumlar benimsemeleri için kendi hükümetlerine baskı yapmanın yollarını aramalıdır. Ayrıca Gazze Şeridi'ndeki muadil kuruluşlara özel destek sağlamaya çalışabilirler. Bu dayanışma Filistinlilerin direncinin özüdür.

Gazze unutulmamalıdır ve Filistin halkı, acımasız bombardıman, tecrit, korku, terk edilme, açlık ve hastalıkla karşı karşıya kalmaya devam ederken, Arap halk desteğinin daha güçlü ve daha yüksek sesle artması zorunludur.

Uluslararası sistem nasıl başarısız oldu?

Tamer Qarmout - Doha Institute for Graduate Studies kamu politikaları alanında yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır

Gazze Şeridi'nde devam eden trajedi bölgesel bir çatışmadan çok daha fazlasıdır.

Bu çatışma, uluslararası sistemin başarısızlıklarına dair, gelecek nesiller boyunca yankılanması gereken çarpıcı bir derstir.

Birçokları tarafından soykırım olarak nitelendirilen Gazze'deki Filistinlilerin karşı karşıya kaldığı acımasız gerçekliğe rağmen uluslararası toplum, suç ortaklığı anlamına gelen eylemsizliğine devam etmekte ve yaşananları sadece seyretmeye devam etmektedir.

Adalet ve hakkaniyet için bir umut ışığı olan uluslararası hukuk, ne yazık ki küresel siyasetin hedef tahtasına oturtulmuştur. Bu siyasallaşma, hukukun etkinliğini zayıflatmış ve korunmasına şiddetle ihtiyaç duyan kişileri başvurabilecekleri bir merci bırakmamıştır.

Son zamanlarda, batılı hükümetlerin tutumunda hafif ama kayda değer bir değişim gözlemledik. Duraklama, ateşkes ya da durdurma çağrıları ortaya çıktı. Ancak İsrail'e destek ve silah akışı devam ettikçe bunların içi boş kaldı.

Bu durum şu soruyu akla getiriyor: Bu tutum değişiklikleri Filistinlilerin içinde bulunduğu durumla ilgili gerçek kaygılardan mı kaynaklanıyor, yoksa sadece siyasi manevralar mı?

Filistin'i giderek daha fazla destekleyen küresel görüş değişimi, şüphesiz Batı'nın bu tutumunu etkilemiştir. Ancak bu değişim Filistinlilere ya da genel olarak insanlığa duyulan empatiden kaynaklanmıyor. Bu sadece artan baskılara bir yanıttır.

Zaten, çatışmanın bir an önce sona ermesi için gereken aciliyet, batılı iktidar koridorlarında büyük ölçüde eksik kalmaya devam ediyor.

2024 seçimleri yaklaşırken, ABD Başkanı Joe Biden'ın çatışmayla ilgili biraz daha yumuşak tonu bile, politikada gerçek bir değişimden ziyade potansiyel seçim hasarını kontrol etmek için stratejik bir hamle gibi görünüyor.

Bu uluslararası dinamikler ışığında, durumu olumlu yönde etkileyebilecek diğer aktörleri de göz önünde bulundurmak zorunludur. Türkiye hem Filistinliler hem de İsrailliler için önemli bir oyuncu olarak öne çıkmaktadır.

Filistin'le güçlü bağları olan bir NATO üyesi olarak Türkiye, yeniden inşa yoluyla Gazze'yi dünyaya bağlama potansiyelinin yanı sıra çatışma sonrası bir senaryoda barış gözlemcileri veya güçleri gönderebilir.

Mısır da çatışmaya coğrafi ve siyasi yakınlığı göz önüne alındığında, özellikle kalıcı bir barışa aracılık etme ve Türkiye ile birlikte yeniden inşa çabalarını başlatma açısından önemli bir rol oynayabilir.

Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri de 2002 Arap Birliği zirvesinin amaçlarını gerçekleştirmek ve gelecekte bağımsız bir Filistin ulusu için yeniden yapılanma ve devlet kurma projelerini finanse etmek için stratejik ilişkilerini ve siyasi ve mali güçlerini kullanabilirler.

Son olarak, uluslararası bağışçılar ve özellikle de Müslüman ve Arap devletleri, Filistin'e gelecekte yapılacak yardımların somut barış getirilerine ve İsrail-Filistin çatışmasına sürdürülebilir ve kalıcı bir siyasi çözüme bağlanmasını sağlamak için ellerindeki kozları kullanabilirler.

Ancak Gazze'deki "ertesi gün" yönetiminin gerçekliğine ilişkin her türlü tartışma ve kararın, ne tür bir hükümet ortaya çıkarsa çıksın, yalnızca Filistinliler tarafından üstlenilmesi gerektiğini anlamak çok önemlidir.

Oslo Anlaşmalarındaki hataların farkına varmanın ve bunların tekrarlanmamasını sağlamanın tam zamanıdır.

Bu da Filistin halkının tek meşru temsilcisi olan Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Hamas ve İslami Cihad da dahil olmak üzere tüm tarafları kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılmasıyla gerçekleştirilmelidir.

Özellikle Mahmud Abbas tarafından yönetilen ve son derece sevimsiz olan Filistin Yönetimi'ne yetki verilmesine yönelik herhangi bir girişim Gazze'deki yönetim sorununa kalıcı bir çözüm getirmeyecektir.

Bu amaçla, Mervan Barguti gibi hapisteki liderlerin dahi katılmasına izin verilen, Filistin siyasi alanının tüm unsurlarını kapsayan özgür ve adil seçimler düzenlenmelidir.

Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi uluslararası kurumlar bocalarken, sorumluluk giderek artan bir şekilde ve orantısız olarak insanların kendilerine düşmektedir. Bireyler kanıt toplayarak ve yasal yollara başvurarak Gazze'deki vahşetin sorumlularının hesap vermesini sağlayabilirler.

Barış ve adalete giden yol engellerle dolu olabilir. ancak halkın kolektif iradesi, kilit bölgesel ve uluslararası aktörlerin stratejik katılımıyla birleştiğinde kalıcı bir çözüme giden yolu açabilir.

İşgal altındaki Batı Şeria'da kriz

Amena ElAshkar, Center for Conflict and Humanitarian Studies'de araştırma görevlisi.

İsrail hükümetinin dikkati son aylarda öncelikle Gazze Şeridi'ne odaklanmış olsa da, işgal altındaki Batı Şeria'da da aynı derecede kritik bir durumla karşı karşıya.

Gazze'de yaşanan ciddi insani krizin ortasında, Batı Şeria büyük ölçüde göz ardı edilse de kendi çalkantılı gelişmelerine tanık oluyor.

İsrail güvenlik teşkilatı Şabak, işgal altındaki Batı Şeria'da ve ağırlıklı olarak kuzey bölgesinde, silahlı ve bıçaklı saldırılarla karakterize edilen büyük saldırılarda artış olduğunu iddia ediyor.

Buna paralel olarak İsrail ordusu sadece Hamas ve İslami Cihad gibi yerleşik örgütlerle değil, aynı zamanda yeni kurulan yerel silahlı gruplarla da çatışmaya giriyor.

7 Ekim'den bu yana geçen süre, işgal altındaki Batı Şeria'da şiddet olaylarında endişe verici bir tırmanışa sahne olmuş ve Filistinlilerin ölüm ve yaralanmalarında önemli bir artışa yol açmıştır.

Aralarında 60'tan fazla çocuğun da bulunduğu 300'den fazla Filistinli öldürüldü ve binlercesi de yaralandı.

2023 yılı boyunca İsrail güçleri işgal altındaki Batı Şeria'da en az 480 Filistinliyi öldürdü ve en az 12.000 Filistinliyi yaraladı. Bu da Birleşmiş Milletler'in 2005 yılında bu verileri izlemeye başlamasından bu yana bölgedeki Filistinliler için en ölümcül yıl oldu.

Bugün işgal altındaki Batı Şeria'da görünen sükûnet büyük ölçüde İsrail güçlerinin mülteci kampları ve Cenin, Nablus ve Tulkarm gibi şehirler de dâhil olmak üzere bilinen sıcak noktalarda önleyici tedbirler almasının bir sonucudur.

Bu arada, Gazze'deki savaş nedeniyle işgal altındaki Batı Şeria'daki ekonomik durum önemli ölçüde kötüleşti. İsrail'in "güvenlik" gerekçesiyle yaklaşık 100.000 Filistinli işçinin çalışmak üzere İsrail'e girişini yasaklama kararı, gelirleri sekteye uğratarak ve bölgenin genel mali sağlığına zarar vererek önemli bir etki yarattı.

Buna ek olarak, İsrail ve Filistin Yönetimi arasında vergi gelirleri konusunda yaşanan anlaşmazlıklar, Filistin Yönetimi'nin çalışanlarına ödeme yapma kabiliyetini etkileyerek ekonomiyi daha da zora soktu.

Ramallah gibi şehirlerdeki işletmeler gerileme ile karşı karşıya kalırken, birçok bölge sakini temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kişisel varlıklarını satmak zorunda kalıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü geçen yılın sonlarında işgal altındaki Batı Şeria'da işsizlik oranının yüzde 24 arttığını ve bunun da yaklaşık 208.000 kişiye denk geldiğini bildirdi.

Bu ekonomik zorluklar, devam eden çatışmalarla birleşince işgal altındaki Batı Şeria'da çok yönlü bir kriz yarattı.

İsrail'in Filistinli işçilerin yerine yurt dışından işçi getirmeye çalıştığına dair haberlerin ortasında, şiddetin azalması halinde ülke yeni bir gerçekle karşı karşıya kalacaktır.

İşgal altındaki Batı Şeria'da yaşam kötüye gitmeye devam ederken, burada da Gazze'deki gibi olası bir şiddet patlamasına hazırlıklı olmak gerekiyor.

Ürdün sokaklarında Gazze

Mohammad Alhamawi - Center for Conflict and Humanitarian Studies'de araştırma görevlisi.

Gazze'ye yönelik savaş tüm bölgede yankı buldu ve pek çok kişinin son yıllarda dizginlendiğini düşündüğü bir öfkeyi ateşledi. Anca bu öfke, belki de hiçbir yerde bu Ürdün'de olduğu kadar belirgin değil.

Amman sokakları ve ülkenin diğer şehirleri halkın duygularına tercüman oldu. Bu soykırım savaşı, Ürdün ve Filistin halklarının kaderlerinin birbirinden ayrılamaz olduğunu hatırlatıyor.

Ürdün halkı, bir başkasının davasıyla dayanışma içinde olan bir halk değil, ortak bir mücadelesi olan tek bir halk.

Aylardır Amman sokaklarında düzenli olarak protestolar patlak veriyor. Popüler bir slogan "Ürdün cephesi" açılması çağrısında bulunuyor ki bu şu an için pek olası görünmese de İsrail'in Ürdün'e yönelik artan düşmanlığı göz önüne alındığında çok da uzak bir ihtimal değil.

Protestocular defalarca sınıra doğru yürüme girişiminde bulundular, ki birçokları bunu doğal bir eylem olarak görüyor.

İnsanlar Ürdün Nehri'nin batısındaki akrabalarının yasını tutarken kutlama ve şenliklerin durdurulduğu başka büyük sosyal değişiklikler de oldu. Kederin gölgesi ülkenin üzerine düşerken Noel etkinlikleri iptal edildi. Sokaktaki pek çok kişi, akrabaları acı çektiği sürece hayatın normal bir şekilde devam edemeyeceğini düşünüyor.

Bu duygu, halkın işgalci devleti desteklediği düşünülen bazı şirketleri boykot etme konusundaki katı ve zaman zaman agresif kararlılığını artırırken, yerel kuruluşların desteğinde de bir artış görüldü. Bu durum, İsrail'i destekleyen herhangi bir şirkete gitmenin Filistin'deki soykırıma ortak olmakla eşdeğer olduğu düşüncesine dayanıyor. Yetkililer boykot hareketinin Ürdün ekonomisi üzerindeki olumsuz sonuçları konusunda uyarıda bulunsa da halk kararlılığını koruyor.

Ürdünlülerin çoğu, uzun zamandır Filistin davasına bağlı. Hükümetin Tel Aviv'le yıllardır devam eden ilişkilerine rağmen halk İsrail'le herhangi bir anlaşma yapılmasını reddediyor.

Nitekim, kamuoyundan gelen baskılar üzerine Ürdün kısa bir süre önce İsrail ile su karşılığı enerji anlaşmasını iptal ederek Ürdün sokağının oynadığı rolün altını çizmiş oldu.

Ancak savaş sırasında halkın düşünceleri, İsrail ile herhangi bir angajmanı reddetme konusunda daha katı ve Filistin davasına bağlılık konusunda daha kararlı hale geldi.

İsrail işgalinin Gazze'ye yönelik savaşının bölgeye yönelik hedeflerini onlarca yıl geriye götürdüğü açık.

Bundan sonra ne olacak?

Sansom Milton - Center for Conflict and Humanitarian Studies'de kıdemli araştırma görevlisi ve Doha Institute for Graduate Studies'de yardımcı doçent.

Yaklaşık dört ay sonra, Gazze'deki savaş acil bir soruyu gündeme getiriyor: Sırada ne var?

Gelecek belirsizliğini korusa da bir şey açık; savaş bölgenin siyasi ve çatışma dinamiklerini derinden değiştirdi ki bu da başlı başına önemli bir sonuç olarak artık karşımızda duruyor.

Zira; küresel düzeyde Gazze'deki duruma bir çözüm bulunması pek olası görünmüyor.

Geçen hafta Uluslararası Adalet Divanı, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki eylemlerini soykırım olarak değerlendirmek için "makul" gerekçeler olduğuna hükmetti. Ancak acil bir ateşkes çağrısında bulunmaktan kaçındı.

Endonezya ve Slovenya şimdi uluslararası hukuk yoluyla İsrail'e karşı daha ileri adımlar atmaya çalışacak olsa da, Gazze'deki kuşatılmış nüfus, onlarca yıldır uluslararası hukuku neredeyse hiçbir sonuç almadan sürekli olarak ihlal eden bir saldırganla karşı karşıya kaldıklarında, savaşı sona erdirmek ve kuşatmayı kaldırmak için yasal yollara başvurma konusunda çok az umut besleyecektir.

Ayrıca, ABD'nin başını çektiği çeşitli devletlerin, dünyanın en kötü insani krizinin ortasında UNRWA'ya yapılan finansmanı askıya alma kararı, İsrail'in müttefiklerinin sayıca az olmasına rağmen, Filistinlileri en çok ihtiyaç duydukları zamanda destekleyen en etkili uluslararası aracı etkili bir şekilde ortadan kaldırabilecekleri gerçeğinin altını çizmektedir.

Küresel düzeyde, savaşın Kızıldeniz ve Aden Körfezi'ne yayılan dalgaları, daha geniş çaplı bir çatışma riskinin yüksek olduğuna işaret ediyor. Savaşın tırmanması Hizbullah'ı, Iraklı grupları ve Batı Şeria'yı içine çekerek İsrail ordusunu zorlayabilir ve benzeri görülmemiş tehditlere yol açabilir.

İran ya da Avrupa deniz savunma gücü gibi bölgesel ve uluslararası aktörlerin doğrudan müdahalesi, çatışmayı daha geniş çaplı bir bölgesel savaşa dönüştürme riski taşıyor. Bunun siviller ve bölgesel istikrar açısından yıkıcı sonuçları olabilir.

Örneğin, Kızıldeniz'deki ticareti kısıtlayan Husi saldırıları ve Yemen'e yönelik etkisiz ABD-İngiltere hava saldırıları, çatışmanın genişleyen bölgesel ayak izini göstermektedir.

İsrail'in Gazze'ye açtığı savaş aynı zamanda Irak'la daha önce var olmayan bir cepheyi de ateşledi ve çeşitli gruplar işgal altındaki Golan Tepeleri ile Irak ve Suriye'deki ABD üslerine drone ve füze saldırıları başladı.

Bu durum aynı zamanda Irak hükümeti ile ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri arasındaki ilişkileri, ABD'nin Irak topraklarına düzenlediği hava saldırılarının ardından daha da kötüleştirdi. Irak hükümeti kısa süre önce ABD'nin Irak'tan çekilmesini talep etti ve BM Güvenlik Konseyi'ne şikayette bulundu.

İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze'yi kapsayan birleşik bir savaş alanından uzun süredir duyduğu korku, bu savaş alanının Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen'e kadar uzanmasıyla daha da artmıştır.

Ve bölgedeki çatışmaların tırmanma tehdidi, sadece İsrail cephesiyle sınırlı değil.

İran-Pakistan arasındaki kısa süreli anlaşmazlık, İran'ın Erbil'deki hava saldırıları ve Husilerin Cibuti ve Kızıldeniz'deki ABD güçlerine yönelik misilleme saldırıları tehdidi, İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının kesinlikle 365 kilometrekareyle sınırlı olmadığını ortaya koyuyor.

İsrailli yetkililer Gazze'ye yönelik savaşın birkaç ay daha devam etmesi için ikna adımları atmaya çalışırken kesin olan tek şey, artık 7 Ekim öncesi statükoya geri dönülmeyeceği.

Analistler İsrail-Filistin çatışmasında engel olarak genellikle Filistin içindeki bölünmeleri öne çıkarıyor, ancak Gazze'deki savaşın gidişatını derinden etkileyebilecek olan İsrail siyaseti ve toplumu içinde derinleşen bölünmedir.

Netanyahu'nu bir seçim savaşı yürüterek göreve tutunmaya çalışması, İsrail'in askeri üstünlük algısının aşağılayıcı bir şekilde dağılması ve geleneksel seçim siyaseti ile dindar Siyonist siyasi partiler arasındaki çatlaklar hep birlikte sorunlu bir iç manzaranın habercisi olarak İsrail'in önünde duruyor.

Psikolojik rahatsızlıklar ve intihar vakalarındaki artışla birlikte, İsrail halkı derin bir şekilde kutuplaşmış durumda ve bu durum İsrail için yeni bir gerçeklik ortaya çıkarabilir.

Tartışma