Middle East Eye: Türkiye, Suriye'nin yeniden yapılanmasında nasıl rol oynayacak?
Suriye'de ABD'nin desteği ile özerk bir yapı kurma projesi sürdürülemez bir gerçeklik haline geldi. Suriye'de etkin olmak isteyen tüm güçler, artık Türkiye'nin stratejik çıkarlarını hesaplamak zorunda!
İngiltere merkezli yayın organlarından Middle East Eye'de, Suriye'de değişen dinamiklerin ve Türkiye'nin ülkenin geleceği açısından rolünün değerlendirildiği bir analiz kaleme alındı.
Suriye'de Esad rejimine karşı hareket eden muhaliflere 2011 yılından bu yana destek veren Türkiye'nin, Esad rejiminin çökmesinin ardından ülkede etkin gç haline geldiği ve hiçbir bölgesel ilişkinin, Türkiye-Suriye bağlarının derinliğine rakip olamayacağı belirtildi.
Analizde ayrıca; Suriye'nin kuzeydoğusunda ABD'nin desteği ile özerk bir yapı kurmaya çalışan yapıların projelerinin, sürdürülemez bir gerçeklik haline geldiği tespiti yapıldı.
İşte Middle East Eye'de yayınlanan analiz:
Suriye'deki Esad rejimi çöktü ve bu neredeyse tüm dünya için kaçınılmaz olduğu kadar öğretici de olan bir son olarak kayıtlara geçti.
Ancak bu çöküş tek başına bir olay değildi. Ülkede, çıkarlarını rejime bağlamış, kendi varlıklarını rejime endekslemiş olan daha geniş bir aktörler ağının çözülmesi anlamına geliyordu.
Kuşkusuz bazı aktörler bu zor kazanılmış zaferi aşındırmaya, nifak tohumları ekmeye ve Şam'daki yeni siyasi düzenin altını oymaya çalışacaklardır.
Derin yanlış hesaplamalar
2015 yılına gelindiğinde, Suriye muhalefeti gerilemesine rağmen yeniden toparlanmaya başladı. Suriye'nin kuzeyinde kaosun enkazından kırılgan bir istikrar ortaya çıktı ve geçici bir düzenin önü açıldı.
Rusya ve İran'ın tekrarlanan ihlallerine rağmen 2017'deki Astana Süreci, muhalefete yeniden örgütlenmek için kritik bir zaman ve alan sağlayan istikrarsız bir ateşkes tesis etti.
Muhalefet, Türkiye'den idari kapasite ve know-how transferi ile yönetim yapıları inşa etti.
Bu arada ABD, Rusya ve İran, Astana ve diğer anlaşmaları bir gerilimi azaltma mekanizmasından siyasi çözüm platformuna dönüştüremeyerek büyük bir hata yaptı. Bu ihmal sadece Beşar Esad'ın kalan kaynaklarını tüketmekle kalmadı, aynı zamanda muhalefetin stratejilerini geliştirmesine ve güçlenmesine de olanak sağladı.
Esad'ı destekleyen ve her biri farklı çıkarlar peşinde koşan güçler istemeden de olsa onun düşüşünü kolaylaştırdı.
Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, İsrail'in Gazze'deki katliamları ve Lübnan'da artan bombardımanları, ABD'nin Suriye'nin kuzeydoğusunda PKK ile iç siyasi istikrarsızlığa sürüklenmesi ve Kasım Süleymani suikastının ardından İran'ın attığı yanlış adımlar, Esad'ın baskı mekanizmasını ayakta tutan dengeyi hep birlikte bozdu.
2024 yılına gelindiğinde Suriye muhalefeti bu jeopolitik değişimlerden faydalanarak yıllar sonra Şam'a doğru ilk önemli ilerleyişini başlattı. Onlarca yıllık otokrasinin yıprattığı Suriyeliler muhalefetin arkasında toplanarak rejimin önemsizliğini ortaya koydu.
Bu durum, Esad hükümetinin çöküşü sadece onun hayatta kalmasına yatırım yapan aktörleri dağıtmakla kalmadı, aynı zamanda Suriye ve bölgedeki azınlık yönetiminin temeline de darbe vurdu.
PKK ve SDG
Ancak tüm bu sonuçlara rağmne, bölgede aktif olmaya çalışan dış güçler bu gerçeği içselleştirmiş görünmüyor.
Örneğin ABD, bizzat Washington tarafından terör örgütü olarak tanımlanan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile ortaklık kurarak Suriye'nin kuzeydoğusunda Esad'ın azınlık yönetimi modelinin unsurlarını kopyalamaya çalışıyor.
ABD, artık feshedilmiş olan DEAŞ tehdidine karşı koyma kisvesi altında, Suriye'nin zaten az olan Kürt nüfusunun yüzde 20'sinden daha azının yaşadığı bir bölgede savunulamaz bir yönetim yapısını desteklemeye çalışıyor.
Suriye topraklarının yaklaşık üçte birini ve enerji kaynaklarını kapsayan bu proje, Esad'ın kendi devleti kadar sürdürülemez bir gerçeklik olarak ortada duruyor.
Trump yönetimi altında ABD'nin Suriye'den çekilmesi daha az şiddet içeren bir çözüme yol açabilir.
Ancak bu çatışma önceki on yıla benzemeyecektir. Popüler olmayan bir yönetimi güç kullanarak sürdürmek yerel halkın şiddetli direnişini davet edecektir.
Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) varlığı meseleleri daha da karmaşık hale getirmektedir. SDG kısaltmasındaki “Suriye” fiilen ortadan kalkmıştır ve “demokratik” karakteri her zaman bir ima niteliğindedir. Arap grupların sistematik olarak geri çekilmesiyle, grubun bir “güç” olarak uygulanabilirliği artık tamamen zayıflamıştır.
İsrail istikrarsızlığı tetikliyor
İsrail ise demokratik bir Suriye olasılığına giderek artan bir endişeyle bakıyor. Tel Aviv için Filistin içinde ya da çevresinde demokratik bir dalganın ortaya çıkması, İsrail'in apartheid ve etnokratik devletinin doğasını ifşa etme tehdidi taşıyor.
Demokratik normlarla tanımlanan bir bölgede İsrail'in askeri hakimiyeti ve Batı'dan aldığı benzersiz destek savunulamaz hale gelme riski taşıyor. Bu korku, İsrail'in Suriye'deki son askeri operasyonlarını yoğunlaştırmasına neden oldu.
Tel Aviv istikrarsızlığı sürdürerek istikrarlı ve demokratik bir Suriye devletinin ortaya çıkışını geciktirmeye çalışıyor ve kaosun geçmişte olduğu gibi stratejik çıkarlarıyla örtüştüğünü hesaplıyor.
Ukrayna'da Batı ile girdiği çatışmadan bunalan Rusya, dikkatini Suriye'den uzaklaştırdı ve arkasında yıllarca süren yanlış yatırımların enkazını bıraktı.
Moskova'nın toparlanabilmesi için Orta Doğu'ya yönelik tutarlı bir strateji oluşturması gerekiyor ki bu strateji Türkiye ile uyum içinde Suriye'ye yönelik pragmatik bir yaklaşımı da içeriyor.
Böyle bir yeniden ayarlama olmadan, Rusya'nın Suriye politikasına rehberlik eden deniz üssü merkezli vizyon, azalan getirilerden daha fazlasını vermeyecektir.
İran daha da derin bir hesaplaşmayla karşı karşıya. Tahran, Suriye'deki varlığını Esad'ın hayatta kalmasına bağlayarak muazzam stratejik maliyetlere katlandı. Esad'ın baskı aygıtına ortak olması tarihi bir yanlış hesaplama olarak duruyor.
Proaktif katılım
Türkiye için istikrarı yeniden tesis etmek ve güvenlik tehditlerini ele almak, büyük bedeller ödenen on yılın ardından hâlâ çok önemli.
Hiçbir bölgesel ilişki, Ankara'nın çatışmaya verdiği tepkiyi şekillendiren Türkiye-Suriye bağlarının derinliğine rakip olamaz.
Geçtiğimiz on yıl boyunca Türkiye, Esad'ın kontrolü altındakilere kıyasla çok sayıda Suriyeliye eğitim, sağlık, insani yardım, bankacılık, ticaret ve diğer hizmetleri sağladı.
Bu çabalar tek başına Suriye'yi yeniden inşa edemese de, yeniden yapılanma için kritik bir temel oluşturmaktadır.
Ankara, PKK'nın sözde özerk bölgesinin ortadan kaldırılmasının da aynı derecede kritik olduğuna inanmaktadır. Böyle bir bölgenin varlığını sürdürebilmesi için gerekli coğrafi, demografik ve güvenlik koşulları mevcut değildir.
Suriye'de istikrarlı ve barışçıl bir düzene giden yolun çizilmesinde Türkiye'nin proaktif angajmanı vazgeçilmezdir.
On yılı aşkın bir süredir Ankara'daki algı, bölgesel aktörlerin Türkiye'nin etkisini dengelemeye çalıştığı ve Türkiye'nin direncini sınayan maliyetler yüklediği yönündeydi.
Ancak Türkiye'nin uzmanlık ve kaynakları hızla harekete geçirme kapasitesi, istikrarı yeniden tesis etmek için en pragmatik yol olarak öne çıkıyor.
Bu yaklaşım sadece Türkiye'nin jeopolitik zorunluluklarıyla uyumlu olmakla kalmayıp aynı zamanda bölgesel barışı destekleme amacına da hizmet etmektedir.