Mises Institute: İsrail'in eylemleri uluslararası düzeni nasıl tehdit ediyor?
İsrail-Filistin savaşı, sadece bölgenin değil dünya düzeninin kaderini de içerisinde barındırıyor. İsrail'in eylemleri, dünya düzeninin ve uluslararası kurumların meşruiyetininin sonunu mu getiriyor?
Avustralya merkezli düşünce kuruluşlarından Mises Institute'de, İsrail'in artık altı ayını geride bırakan ve uluslararası literatüre soykırım olarak giren saldırılarının geniş etkilerine dair değerlendirmelerin yapıldığı bir analiz yayınlandı.
İsrail'in, Batı ve özellikle de ABD tarafından sürekli olarak “istisnai” bir ülke olarak görüldüğü belirtilen analizde, Gazze savaşı sonrası ise artık bu yaklaşımın sürdürülebilir olmaktan çıktığı tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca, İsrail-Filistin savaşının sadece bölgenin değil dünyanın kaderini de içerisinde barındırdığı belirtilerek, dünya düzeni, hukukun üstünlüğü ve uluslararası kurumların meşruiyeti korunmak isteniyorsa İsrail'in hesap vermesinin gerektiğine dikkat çekildi.
İşte Mises Institute'de yayınlanan analiz:
Gazze'deki savaşın ne zaman ve nasıl sona ereceğini söylemek hala zor. BM Güvenlik Konseyi çatışmaların altı ay önce başlamasından bu yana ilk kez kalıcı bir ateşkes çağrısında bulunan bir kararı kabul ederken bile, İsrailli yetkililer durmayacakları konusunda ısrar ederek bu karara karşı çıkmakta gecikmedi.
Oylamada çekimser kalan ABD'nin BM temsilcisi, kararı "bağlayıcı değil" diye niteleyerek konseydeki meslektaşlarını şaşırttı.
Bu arada, kuşatma altındaki Gazze'de insani felaket her gün yeni rekorlar kırarken, İsrail ile Hamas arasında geçici bir ateşkes için yürütülen müzakereler de tıkanmış durumda.
Bugün söz konusu olan sadece 2.2 milyon Gazzelinin kaderi.
Filistin sorununa çok gecikmiş adil ve kalıcı bir çözüm bulunması ve İsrail istisnacılığının sona ermesi değil, aynı zamanda sallanmakta olan ve çöküşün eşiğinde olan bir dünya düzeninin geleceğidir.
Gazze'deki savaşın sona ermesinin ertesi günü İsrail, Filistinliler, geniş bölge ülkeleri ve ABD için en zorlu sınav olacaktır.
Açık olan bir şey var: Orta Doğu 7 Ekim öncesine dönmeyecek.
Aynı durum dünyanın geri kalanı için de geçerli, zira ülkeler savaşın etkileri, Gazze'de ortaya çıkan insani kriz, ardından gelen siyasi tıkanıklıklar, hukukun üstünlüğünün doğruluğu, itibarını yitirmiş uluslararası düzen ve nihai hesap verebilirlikle boğuşuyor.
Çatışmanın temel nedenlerini incelemek, uygun sonuçlara varmak ve geri tepmeleri kontrol altına almak ve tekrarını önlemek için rotayı ayarlamak acil bir ihtiyaç olacaktır. Bu, bazıları zor ve acı verici olacak vicdan muhasebesi ve cesur kararlar gerektirecektir.
Filistinliler için ertesi gün iki önemli zorluğun ele alınmasını gerektirecektir: Filistin ulusal hareketini zayıflatan ve parçalayan siyasi ayrılığın sona erdirilmesi ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün işgal altındaki ve diasporadaki Filistin halkının iradesini temsil eden tek yasal organ olarak yeniden canlandırılması ve reforme edilmesi.
Reformdan geçirilen bu örgüt tüm grupları kapsamalı ve bir yandan uluslararası hukuka ve BM kararlarına olan bağlılığını yenilerken diğer yandan da ulusal kurtuluş ve kendi kaderini tayin etme yolunda gelecekte izlenecek yolu belirleyebilecek bir liderlik seçmek üzere demokratik ve özgür seçimler yapmalıdır.
Yeni liderlik, İsrail'in neredeyse tamamen terk ettiği Oslo Anlaşmalarının geleceği, iki devletli çözümün uygulanabilirliği, Filistin devleti kavramının yeniden tanımlanması ve İsrail'in işgalci bir güç olarak Gazze ve Batı Şeria'da işlediği savaş suçlarından sorumlu tutulması gibi bazı zorlu sorularla mücadele etmek zorunda kalacaktır.
İsrail için 7 Ekim olaylarının soruşturulması yönünde kamuoyu talepleri olacaktır. Ancak bunun ötesinde, erken seçime gidilmesi için baskılar artacaktır. İsraillilerin sandıktaki tercihi, Başbakan Benjamin Netanyahu'nun son on yılda yaratılmasına yardımcı olduğu "yeni İsrail "in geleceğini belirleyecek.
İsrail, uluslararası kamuoyu tarafından daha önce hiç bu kadar izole edilmemiş, paranoyaklaştırılmamış ve şeytanlaştırılmamıştı ve Filistinlilere böylesine acı ve dehşet yaşattıktan sonra İsrail, süregelen lanetinin hayaletiyle yüzleşmek zorunda.
Bu belirleyici kavşakta İsrailliler nasıl bir yol izleyeceklerine karar vermelidir. Ya işgal ve boyunduruktan kurtulmuş olarak Filistinlilerle barış içinde yaşayacaklar ya da kan dökme, iğrençlik ve ebedi suçluluğun tekrar eden kabuslarını yeniden yaşayacaklar.
İsrail aynı zamanda bölgede normal bir devlet olup olmayı mı seçecektir. Diğer bir ifade ile,
İsrail'in yapacağı seçimler hem kendisinin hem de tüm bölgenin kaderini belirleyecektir.
Batı'daki müttefikleri doğru kararları vermesine yardımcı olmalıdır. Zira Netanyahu, akli dengesini yitirmiş, ihtişam hayallerine kapılmış ve nihayetinde kendi kendini yok etmeye yönelmiş durumda.
Orta Doğu'nun geneli için savaşın ertesi günü, bölgenin kolektif güvenlik zorunluluklarının kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmesini gerektirecektir.
Bölgesel güvenlik, bölgesel güçler ve vekilleri tarafından izlenen savaş siyasetinin sona ermesi gerektiği anlamına gelmektedir. Bu mantra, Libya, Sudan, Yemen, Suriye, Lübnan ve Irak dahil olmak üzere tüm bölge için geçerli olmalıdır.
Başarısız devletler desteklenmeli ve yeniden canlandırılmalıdır. Devlet dışı aktörler nihayet merkezi devletlere dahil edilmelidir. Çatışmaların çözümüne yönelik yeni bir yaklaşım, bölgeyi jeopolitik çalkantılara ve süper güç kutuplaşmasına karşı korumayı amaçlayan bir birlik aracılığıyla tartışılmalı ve değerlendirilmelidir.
Gazze'deki savaşın ardından ve sonrasında bölgeye ilişkin net bir algı ortaya koyacak cesur bir girişim ortaya konmadığı sürece, bölgenin geleceğini tehdit eden derin çatlaklar daha da derinleşecektir.
ABD için, son dönemde bölgeye, bölge halkına ve kültürüne alaycı, basit ve aşağılayıcı bir bakış açısı getiren radikal, partizan politikalardan farklı, yeni ve taze bir algı gereklidir.
ABD, bu bölgedeki insanların ezici çoğunluğu tarafından neden bu kadar nefret edilen ve aşağılanan bir ülke haline geldiği sorusunu ele almalıdır.
Tüm bunların temelinde Amerika'nın İsrail ile olan tartışmalı bağları yatmaktadır ki bu bağlar Gazze'deki savaş sırasında ABD'nin elinden anlamlı bir kozu almış ve onu yüzyılın soykırımının doğrudan suç ortağı haline getirmiştir.
İsrail sadece bölgede değil tüm dünyada ABD için bir sorumluluk haline gelmiştir. Bu Amerikan halkının ele alması ve incelemesi gereken bir konudur.
Orta Doğu ve 400 milyondan fazla nüfusu için asıl soru, ABD'nin İsrailli yayılmacıların ve hayalperest savaş çığırtkanlarının dar çıkarlarından bağımsız bir bölgesel politika oluşturup oluşturamayacağıdır.
Tüm bunların ötesinde, uluslararası dünya düzeninin, hukukun üstünlüğünün ve yasalar çerçevesinde adalet ve tarafsızlık kavramlarının kaderi artık burada yatmaktadır.
İsrail'in uzun süredir hoş görülen istisnailiği sona ermiştir ve dünya, ülkedeki yetkilileri bu yeni gerçeklik konusunda bilgilendirmelidir. Eğer uluslararası kurumların meşruiyeti korunacak ve saygı duyulacaksa, İsrail'i eylemlerinden sorumlu tutmaları gerekmektedir.
İsrail artık istisna olamaz.