gdh'de ara...

Observer Research Foundation: Küresel çatışmalar ve Uluslararası Adalet Divanı'nın rolü

Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşları hakkında Uluslararası Adalet Divanı'nın verdiği kararlar neden uygulanamıyor? Mahkeme kararları, küresel algıları nasıl yeniden şekillendirdi?

1. resim

Hindistan merkezli düşünce kuruluşlarından Observer Research Foundation'da, son dönemde dünya gündemine damga vuran Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşları hakkında Uluslararası Adalet Divanı'nın verdiği kararların karşılaştırıldığı bir analiz yayınlandı.

Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşlarının, uluslararası kurumların yapısını ve geçerliliğini yeniden sorgulattığı belirtilen analizde, her iki savaşta da Uluslararası Adalet Divanı'nın verdiği kararların uygulanmadığına dikkat çekildi.

Analizde ayrıca; Uluslararası Adalet Divanı'nın her iki savaş ile ilgili kararlarını açıklanmasından bu yana da sahada pek bir şey değişmediği ancak küresel algıların yeniden şekillendirilmesinde önemli bir etkiye sahip olabileceği belirtildi.

İşte Observer Research Foundation'da yayınlanan analiz:

Geçtiğimiz birkaç yıl içinde yaşanan iki savaş, insanların mevcut çok taraflı dünya düzeninin uygulanabilirliğini sorgulamasına neden oldu ve dünyayı Soğuk Savaş'tan bu yana görülmemiş ölçüde kutuplaştırdı.

2022 yılından bu yana devam eden Rusya-Ukrayna çatışması sona ereceğine dair hiçbir işaret göstermezken, İsrail-Filistin çatışmasında gerilim her geçen gün tırmanmaya devam ediyor.

Önemli sayıda sivilin hayatını kaybettiği bu çatışmaların bedeli, BM Güvenlik Konseyi liderliğindeki Birleşmiş Milletler'in bu krizleri hem önleme hem de ele alma konusundaki yetersizliğinin altını çizmektedir.

Bu tür kargaşa dönemlerinde uluslararası toplum çözüm için uluslararası mahkemelere ve hukuka başvurmaktadır. Uluslararası Adalet Divanı, Güney Afrika tarafından İsrail'e ve Ukrayna tarafından Rusya'ya karşı açılan davalarda verdiği son kararlarla tam da bunu yapmaya çalışmıştır.

Her ikisi de saldırgan ve bir ulusa karşı soykırım iddialarını içermekle birlikte, yüzeysel olarak benzer olsalar da içerdikleri gerçeklikler açısından farklıydı.

Ukrayna-Rusya davası

2 Şubat 2024 tarihinde Uluslararası Adalet Divanı, Şubat 2022'deki geniş çaplı işgalin ardından Ukrayna tarafından kendisine karşı açılan soykırım davasının yargı yetkisi ve kabul edilebilirliğine ilişkin olarak Rusya tarafından yapılan ön itirazlar hakkında bir karar verdi.

İlginçtir ki, bu dava Uluslararası Adalet Divanı'nın tarihinde önüne gelen diğer tüm soykırım davalarından farklıdır.

Diğer tüm soykırım davalarında, iddia doğal olarak davalı ülkenin soykırım eylemini gerçekleştirdiği veya kolaylaştırdığı yönündedir.

Ancak mevcut davada Ukrayna, Rusya'nın kendisini haksız yere Ruslara ya da topraklarındaki Rusça konuşan nüfusa karşı soykırım yapmakla suçladığını ve daha sonra bunu Ukrayna'ya karşı hukuka aykırı saldırı eylemlerini haklı göstermek için kullandığını ve bunun da Soykırım Sözleşmesi kapsamında bir "ihtilaf" yarattığını iddia etmektedir.

Böylece, bu dava tersten bir soykırım davası haline gelmektedir.

Ukrayna'nın böylesine yenilikçi bir argüman sunmasının ardındaki gerekçe, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sırasında BM Şartı'nı ihlal etmesini ele alacak herhangi bir uluslararası mahkemenin yetkisinin olmamasının yanı sıra Rus liderler tarafından işlenen saldırı suçu üzerinde yargı yetkisinin bulunmamasından kaynaklanıyor.

Ukrayna bunun yerine Rusya'yı mahkemeye vermek için Soykırım Sözleşmesi'ndeki uyuşmazlık çözümü hükmünü kullandı.

Mart 2022'de mahkeme geçici tedbirlere ilişkin kararında, Ukrayna'nın argümanlarının gerçekten de makul olduğuna karar verdi. Hatta mahkeme Rusya'ya;

"Şubat 2022'de Ukrayna topraklarında başlattığı askeri operasyonları derhal askıya almasını"

emretti.

Bu emir Rusya tarafından tahmin edilebileceği üzere göz ardı edildi.

Uluslararası Adalet Divanı Şubat 2024 tarihli kararında, Rusya'nın “sahte soykırım” iddiasına dayalı güç kullanımının BM Soykırım Sözleşmesi kapsamına girmediğini onaylamıştır.

Bunun nedeni; mevcut davada olduğu gibi, bir davanın Soykırım Sözleşmesi kapsamında açılması halinde, Uluslararası Adalet Divanı'nın bir işgalin yasallığı ya da savaş suçları ve insanlığa karşı suçların işlenip işlenmediği gibi diğer soruları değerlendiremeyecek olmasıdır.

Bu da mahkemenin bundan sonra sadece Rusya'nın iddia ettiği gibi Ukrayna'nın gerçekten Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal edip etmediğine karar vereceği ve Rusya'nın dolaylı da olsa herhangi bir sorumluluğunun söz konusu olmayacağı anlamına geliyor.

Güney Afrika-İsrail davası

Ocak 2024'te Uluslararası Adalet Divanı, İsrail'in Gazze'de Soykırım Sözleşmes yükümlülüklerini ihlal ettiği iddiasıyla Güney Afrika tarafından açılan davada bir karar verdi.

Öncelikle, görünürde söz konusu çatışmayla hiçbir ilgisi olmayan Güney Afrika'nın neden İsrail'e karşı dava açtığı merak konusudur.

Bu sorunun cevabı, Uluslararası Adalet Divanı kararında belirtildiği üzere;

“Soykırım Sözleşmesine taraf olan herhangi bir devlet, ilgili ülkenin 'erga omnes partes' esasına uymadığı iddiasını tespit etmek ve bu durumu sona erdirmek amacıyla, mahkeme nezdinde işlem başlatmak da dahil olmak üzere her türlü adımı atmak üzere başvurabilir.”

şeklindedir.

Bu madde uyarınca her iki ülke de BM Soykırım Sözleşmesi'ne taraf olduğundan; Güney Afrika ihtilafı mahkemeye sunma yetkisine sahiptir.

Söz konusu duruşma geçici tedbirlerle ilgili olduğundan, mahkemenin geçici tedbirlerin alınmasına karar vermek için belirlenen standardın gerçekten karşılandığına ikna olması gerekiyordu.

Bu, Güney Afrika'nın İsrail'in Gazze'de gerçekten soykırım yaptığını kanıtlamak zorunda olduğu anlamına gelmiyor. Ki bu durum zaten, ancak savaş sonrası net bir şekilde ortaya çıkabilir.

Mahkeme; BM yetkililerinin çeşitli açıklamaları, İsrailli liderlerin açıklamaları ve haber raporları vb. veriler ışığında, Gazze'de şu anda soykırım benzeri bir duruma ilişkin makul bir riskin mevcut olduğuna karar verdi.

Ayrıca mahkeme, Güney Afrika'nın talep ettiği tedbirlerin çoğunu kabul etti.

Bunlar arasında İsrail'in soykırım işlemeye yönelik doğrudan ve aleni kışkırtmaları önlemek ve cezalandırmak için elinden gelen tüm tedbirleri alması ve Gazze'ye insani yardım sağlanmasını mümkün kılacak acil ve etkili tedbirleri alması da yer alıyor.

Kararda ayrıca, soykırım suçunun ispatı için son derece önemli olan Filistin halkının ayrı bir ulusal grup olarak tanımlanmasına devam edilmiş ve suçun ispatının en zor yönü olan belirli bir soykırım niyetinin varlığının makul olduğu kabul edilmiştir.

Bununla birlikte, UAD'nin kararında açıkça göze çarpan iki husus vardır.

Bunlardan birincisi; Güney Afrika'nın Gazze'de ateşkes ilan edilmesi yönündeki temel talebine rağmen, mahkeme İsrail'e aynı yönde bir emir vermeyi reddetmiştir.

Dolayısıyla, daha önce de tanık olduğumuz üzere, İsrail'in askeri harekatını durdurma yükümlülüğü bulunmamaktadır.

Soykırım niyetini ortaya koymak için, tarafsız bir organ tarafından gerçeklerin toplanması böyle bir dava için çok önemlidir. Ancak Güney Afrika'nın bu yöndeki talebine rağmen mahkeme, İsrail'in BM özel prosedürleri gibi gerçekleri araştırma organlarına erişim izni vermesini reddetmiştir.

Mahkeme, İsrail'in Filistinlilere karşı grup üyelerini öldürme, ciddi bedensel veya zihinsel zarar verme veya fiziksel yıkıma neden olma gibi eylemlerin işlenmesini engellemesi gerektiğine hükmetmiş olsa da, İsrail zaten Soykırım Sözleşmesi kapsamında bu yükümlülüklerle bağlı olduğu için bunlar hiçbir şekilde yeni değildir.

Bu iki karar ne anlama geliyor?

Her iki kararın açıklanmasından bu yana da sahada pek bir şey değişmedi.

Rusya Ukrayna'daki savaşını sürdürmeye devam ederken, İsrail ise saldırılarını daha da arttırdı.

Ancak Uluslararası Adalet Divanı'nın bu kararları, küresel algıların yeniden şekillendirilmesinde önemli bir etkiye sahip olabilir.

Bu kararlar Güvenlik Konseyi tarafından resmen uygulanmasa da genellikle merkezi olmayan bir etki yaratırlar.

Örneğin Uluslararası Adalet Divanı, 2004 yılında İsrail-Batı Şeria bariyerinin inşasının uluslararası hukuku ihlal ettiğini beyan eden bir görüşü yayınladığında, bariyerin inşasının küresel olarak kınanmasına katkıda bulunmuş ve İsrail-Filistin meselesinin uluslararası söylemini etkilemiştir.

Uluslararası hukuk, geleneksel anlamda uygulanabilirlikten yoksun olsa da, ulusların görüş ve politikalarını şekillendirmedeki etkisini ve önemini korumaktadır.

Tartışma