Pasifik’teki jeopolitik yangına yeni bir odun: Fukuşima’nın atık suları

💢 Nükleer enerjinin güvenliği yeni standartlar mı gerektiriyor?

💢 Fukuşima nükleer santrali, halk sağlığı meselesini aşarak jeopolitik mücadelenin konusu haline geldi.

1. resim

İkinci Soğuk Savaş’ın ve 21’inci yüzyılın ikinci yarısının jeopolitik mücadelesinin merkezi olacağı anlaşılan Hint-Pasifik bölgesi yeni bir sınamayla karşı karşıya.

Düzelmeye meyilli ilişkileri alt üst olacak ülkeler arasında her an sıcak çatışmaya yol açabilecek yeni bir kriz konusu doğdu. Hatırlanacağı gibi, 2011 yılında Japonya’nın kuzeydoğusunda meydana gelen 9.1 büyüklüğündeki depremin neden olduğu tsunami, Fukuşima nükleer santralini yerle bir etmişti.

Acil durum jeneratörlerinin devre dışı kalması, nükleer yakıt çubuklarının soğutulması için gereken suyun pompalanmasını imkansız hale getirmiş, olağanüstü bir çabayla denizden pompalanan su, daha büyük bir nükleer felaketin önüne geçmişti. O günlerden bu yana Japonya, 500 olimpik havuzu doldurmaya yetecek kadar radyoaktif kirliliğe maruz kalmış sudan kurtulmanın planlarını yapıyordu.

Atık suyun tahliyesi uluslararası atom enerjisi ajansı gözetiminde yapılıyor

Tritium (füzyon reaktörleri geliştirmek için de kullanılan hidrojenin radyoaktif izotopu) dışındaki radyoaktif elementlerin çoğundan arındırıldığı ve güvenli hale getirildiği iddia edilen atık suyun tahliyesine 24 Ağustos’ta başlandı.

Suyun tahliyesi; Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan, Güney Kore ve Kuzey Kore’nin şiddetli tepkisine yol açtı. Bu tepkinin gelecek aylarda Pasifik’teki ada devletleri arasında yayılması muhtemel.

Beni bu analizi yazmaya iten sebep ise söz konusu ülkelerin tepkileri kadar, dijital mecraların ezici çoğunluğu başta olmak üzere Türkiye’deki medyanın cehaletle sarmalanmış bir yüzeysellikle meseleye yaklaşmış olması. Tabi ki niyetim Japonya’nın sonuçları öngörülemeyecek, muhtemel tehlikeler barındıran bu eylemini savunmak değil. Ancak bir konuya sağlıklı muhalefet etmenin yolu da sağlıklı bilgi sahibi olmaktan geçiyor.

İşte bu sebeple önce şu noktaların altını çizmekte fayda var. Japonya, nükleer atık suyu tahliye etme işlemine, Türk medyasının kahir ekseriyetinin zannettiği gibi ne kendi inisiyatifiyle başladı ne de bu süreç 1 milyon ton atık suyun yalnızca birkaç gün içerisinde Pasifik Okyanusu’na boca edileceği bir operasyon.

Japonya’nın nükleer atık suyun tahliyesi için hazırladığı plan, iki yıl boyunca Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından incelendi. Hatta kurum, bu işlemi izlemek için Japonya’da bir ofis kurdu. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na göre, dikkatinizi çekerim, 30 belki de 40 yıl sürecek bu işlemin çevreye etkisi önemsiz düzeyde olacak.

Japonya’ya ilk darbe deniz ürünleri ihracatından

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın açıklamaları dahi Çin başta olmak üzere bölge ülkelerini tatmin etmedi. Çin’in ilk adımı, Japonya’dan deniz ürünleri ithalatına son vermek oldu. Japonya’nın Çin ve Hong Kong’a yaptığı deniz ürünleri ihracatı, toplam deniz ürünü ihracatının yüzde 40’ını oluşturuyor ve yıllık 2 milyar 600 milyon dolarlık gelire tekabül ediyor. Şimdi Japonya, bu ihracat gelirinin zarar görmemesi için önlem arayışında.

Japon hükümeti yıl sonuna kadar deniz ürünlerine fazladan 4 bin test uygulanarak, Fukuşima’dan okyanusa salınan atık suyun insan sağlığına zararlı olmadığını ispatlamayı hedefliyor.

Radyoaktif atık sular dünyanın her yerinde

Japonya’nın bir başka iddiası ise Pasifik’e 30-40 yılda salınacak sudaki 22 trilyon bekerel radyoaktif atığın, başka ülkelerde halihazırda faaliyette bulunan nükleer santrallerden salınan yıllık atık sudaki radyoaktif atık miktarından daha az olduğu.

2020 yılı verilerine göre Çin’deki Fuqing nükleer santralinden bırakılan suda 52 trilyon bekerel radyoaktif atık bulunuyordu. 2019 senesinde İngiltere’deki Sellafield nükleer tesisinden Atlantik Okyanusu’na bırakılan suda 423 trilyon bekerel radyoaktif atık vardı. 2018 yılında Kanada’nın Bruce A ve B nükleer tesislerinden göl ve nehirlere bırakılan sudaki radyoaktif miktarı 756 trilyon bekereldi. 2019’da ABD’nin Diablo Konyon nükleer santralinin 1 ve 2 numaralı reaktörlerinin atık sularının Pasifik Okyanusu’na kattığı radyoaktif atık 82 trilyon bekerel olarak açıklandı.

Tüm bu veriler ışığında, Japonya’nın uzun vadede Fukuşima’dan bırakacağı atık sudaki radyoaktif madde miktarının diğer ülkelerin yanında devede kulak kaldığını iddia etmek dahi mümkün.

Nükleer enerjinin güvenliği yeni standartlar mı gerektiriyor?

1986 yılında yaşanan Çernobil nükleer santralindeki kaza SSCB tarafından bir süre gizlenmiş, atmosferden yayılan radyoaktif kirlenmeye karşı aralarında Türkiye’nin de bulundu pek çok ülke hazırlıksız yakalanmıştı. Radyoaktif atık yüklü bulutlardan yağan yağmurların tarım ürünleri ve su kaynaklarında yarattığı kirlenmenin, buradan hareketle özellikle Türkiye’de halk sağlına gördüğü zararın boyutu bugün dahi tam olarak belirlenmiş değil.

Fukuşima nükleer santralinin bir doğal afet sonucu gördüğü zararla ortaya çıkan nükleer kirlilik ise konuyu bir halk sağlığı meselesinin ötesine taşıyarak, potansiyel jeopolitik mücadelenin unsuru haline getirdi. Nükleer enerjiye ve bu enerjiyi üretecek tesislere sahip olan ya da sahip olmayı planlayan ülkeler, tesislerinin güvenliğine ilişkin planlamaları ve ihtimalleri artık daha geniş bir perspektifle değerlendirmek mecburiyetindeler.

Tartışma