gdh'de ara...

Pençe-Kılıç operasyonu ile dünyaya verilen kararlılık mesajı

Türkiye'nin tam bağımsız politikalarını ortaya koyma kararlılığı ve sözde "girilemez" denilen Kandil, Gara, Hakurk ve Zap bölgelerine kadar uzanan terör politikasının dinamikleri.

1. resim

Türkiye'nin özellikle Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bulunan terör yapılanmalarına yönelik gerçekleştirilen sınır ötesi harekâtlarının ardından, yeni bir harekâtın daha geleceği Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifadeleri ile 'bir gece ansızın" mottosu ile uzun zamandır dile getirilmekteydi.

Türkiye sadece bölgede değil, tüm dünyada değişen, gerek jeopolitik gerekse güç dengeleri ışığında operasyonun yapılması için yeni gerçeklikler ışığında uygun zamanı beklediği bir süreç geçirmiştir.

Bu süre içerisinde; 'Türkiye yeni bir operasyon için ABD ve Rusya'dan izin alamadı' gibi yaklaşımları ortaya koyan çevreler ise, Türkiye'nin bu ülkelerle görüşmelerini "izin almak" için değil, uluslararası hukuk ve uluslararası sorumluluk hassasiyeti ile yaptığını ve gerek gördüğünde 'izne' ihtiyaç duymadığını bir kez daha göstermiştir.

Türkiye'nin 20 Kasım gecesi Suriye ve Irak'ın kuzeyinde terör unsurlarına yönelik icra ettiği Pençe-Kılıç harekatına yönelik operasyonundan sadece 24 saat önce, ABD'nin Erbil Konsolosluğu tarafından yayımlanan 'Türkiye yeni bir operasyona hazırlanıyor' mesajı da bazı kesimler tarafından 'Türkiye haber verdi ve teröristler kaçıyor' şeklinde yine art niyetle yorumlanmıştır.

Bu kesimlerin; herhangi bir ülkenin BM'nin 51. maddesine dayandırılarak yaptığı sınır ötesi bir operasyonda, BM'ye ve bölgedeki ilgili ülkelere 'bilgi' vermesi gerektiğinden bile bi haber olduğu, devlet yönetmenin ve uluslararası ilişkilerin ne demek olduğu konusunda en ufak bir fikri olmadığı da aşikardır.

Nitekim Türkiye, 20 Kasım gecesi yaptığı hava operasyonunu da Birleşmiş Milletler'in 51. maddesine atıf yaparak “meşru müdafaa” kapsamında hayata geçirdiğini açıklayarak; Libya'da, Doğu Akdeniz'de ya da ihtilaflı diğer noktalarda olduğu gibi, yine uluslararası hukuka uygun şekilde davrandığını ortaya koymuştur.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyine yönelik olarak gerçekleştirdiği terör operasyonun içeriğine baktığımızda ise 3 etkin süreç görmekteyiz.

1- Diplomasi ve Uluslararası hukuk

İlk olarak Türkiye; bölgede etkin rolünün ne kadar arttığını bu operasyon ile birkez daha göstermiştir.

Zira; bazı çevrelerin söylediği gibi 'Türkiye Rusya ve ABD'den izin alamadı' yaklaşımının asılsız olduğunu ve Türkiye'nin kendi çıkarları sözkonusu olduğunda ve gerektiğinde, hiçbir "gücün iznine ihtiyacı olmadığı" artık daha net anlaşılmıştır.

Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekse Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve istihbarat birimleri gibi diğer karar alıcılar, ABD'den Rusya'ya, İran yönetiminden Esad'a kadar bölgedeki tüm ülkelerle ve NATO ile bu konuda derin diplomatik faaliyetler yürütmüştür. Türkiye'nin hassasiyetlerini ve 'ulusal güvenliğine tehdit' noktalarını açıkça muhataplarına iletmişlerdir.

Yani Türkiye, 'oyunu kurallarına göre oynayarak' tüm ilgili bölgesel ve uluslararası aktörlerle etkin bir diplomasi yürütmüş ve gerçekleri her fırsatta ortaya koymuştur.

Diğer yandan dikkat çekilmesi gereken başka bir nokta; Türkiye'nin attığı her adımda uluslararası hukuka uygu olarak yürüttüğü stratejidir. Türkiye son dönemde etkin olduğu, Libya'dan Doğu Akdeniz'e, Karabağ'dan Suriye'ye kadar her alanda, uluslararası hukuka tam riayet eden neredeyse tek ülke pozisyonundadır.

Türkiye Doğu Akdeniz'deki MEB alanı içerisinde, uluslararası hukuka ve emsal kararlara göre hareket etmekte, Libya'da yine uluslararası hukuka göre BM tarafından tanınan hükümetin yanında yer almakta, Karabağ'da yine uluslararası hukuka göre BM'nin "işgal altında" olarak tanımladığı topraklarda Azerbaycan'a destek vermekte ve Suriye'de de yine uluslararası hukuka göre BM'nin 51. maddesinde yer alan 'meşru müdafa' hakkı doğrultusunda operasyonlarını gerçekleştirmektedir.

2-İstihbarat ve savunma sanayi etkisi

İkinci olarak Türkiye; gerek savunma sanayi gerekse istihbarat bağımsızlığı ile, artık çıkarları doğrultusunda "tam bağımsız" politikalarını ortaya koyma kararlılığını tüm dünyaya göstermiştir.

Türkiye önceki yıllarda; kullanacağı mühimmatlardan, bölgeye dair aldığı istihbaratlara kadar bağımlı olduğu 'güçler' nedeniyle, sınır ötesinde terör mücadelesine girememiş ve terör ülke içerisine taşarak 40 yıldır ülkenin başına adete 'bela' olmuştur.

Bunun en bariz örneğini son F-16 görüşmelerinde, Türkiye'ye olası F-16 satışının 'Yunanistan ve PYD'ye karşı kullanılmaması' şartına bağlanması ile ilgili ABD kongresine verilen tekliflerde de yeniden görmemiz mümkündür.

Tarihten ders alarak ve güçlü devlet kararlılığı ile geliştirilen savunma sanayi ve istihbarat ağlarımızın geldiği nokta, artık Türkiye'nin 'aslolan Türkiye' ve 'Önce Türkiye'nin çıkarları' anlayışı ile hareket etmesinin önünü açmıştır.

Nitekim ABD destekli terör gruplarının konuşlandığı Ayn El Arap, Tel Rıfat ve Derik gibi 89 farklı alanda istihbaratımız tarafından belirlenen hedeflere yönelik nokta atışı operasyon, Türkiye'nin tam bağımsız politikasını ve istihbaratının gücünü ortaya koymuştur.

Türkiye’nin 89 farklı alana nokta atışı denilebilecek nitelikte bir hava harekatı düzenlemesi, bu operasyonun önceden planlandığının, iyi bir istihbarat çalışmasının olduğunun ve uygun zamanın arandığının bir göstergesidir.

3-Operasyonun zamanlaması ve önemli ayrıntıları

Türkiye’nin düzenlediği operasyon, 611 kilometrelik bir alanı kapsaması bakımından dikkate değer görülmelidir.

Çünkü Türkiye’nin böylesi geniş bir alanda harekete geçmesinin ardında, hem terörün kökünü kazıma kararlılığı, hem de ülkenin güvenliğine yönelik bundan sonraki olası saldırıların önlenmesi yatmaktadır.

Dahası, Türkiye’nin operasyonu BM’nin 51. maddesini referans göstererek icra etmesi, uluslararası hukuka yönelik bağlılığının vurgulanması adına da önem arz etmektedir.

Burada belirtilmesi gereken bir diğer konu ise, Türkiye’nin meşru müdafaa kapsamında Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde yer alan nokta hedeflere hava operasyonu gerçekleştirmiş olması, Suriye ve Irak ordusunun terörist unsurlarla mücadele edebilecek kapasitede olmamasından da ileri geldiği gerçeğidir.

Ülkelerin kendi sınırlarını koruması esas bir kuralken, ne 378 km'lik Irak ne de 911 km'lik Suriye sınırının karşı tarafında devletlere bağlı sınır güçleri bulunmamaktadır. Yani Türkiye yaklaşık 13 yıldır ve devasa sınırları üstelik terör gruplarına karşı ek taraflı olarak korumaktadır.

Türkiye’nin bu operasyonu, Rusya'nın Suriye hava sahasında kontrol sağladığı bir alanda gerçekleştirmesi de, Türkiye’nin “uluslararası konjonktürü” iyi okuduğunu ve diplomasiyi etkin yürüttüğünü göstermektedir.

Rusya, uzunca bir süredir Ukrayna Savaşı ile meşgul olurken, uluslararası sistemde gittikçe yalnızlaştırılmaktadır. Türkiye’nin Batı ile arasında bir köprü olduğunun farkında olan Rusya, Türkiye’nin bu hava operasyonuna sessiz kalarak zımnen onaylamayı tercih etmek zorunda kalmıştır.

Uluslararası basına ve resmi açıklamalara yansıyan gelişmelere baktığımızda ABD'nin de Türkiye’nin bu operasyonuna çok büyük bir tepki göstermediği görmekteyiz. Nitekim Türkiye’nin elinde Finlandiya ve İsveç’i veto edecek bir “NATO kozu” vardır. Bu da, tıpkı Rusya'nın Türkiye'ye bağımlı bir politika izlemesi gibi ABD’nin de adımlarında ihtiyatlı yaklaşması gerektiğini onlara göstermektedir.

Tüm bunlardan hareketle, Pençe Kılıç Hava Operasyonu'nun uygun zemin ve zaman kollanarak icra edildiği ortadadır.

Sonuç

Rusya ve ABD'nin, dünyada ve bölgede değişen gerek jeopolitik gerekse güç dengeleri ışığında Türkiye'ye karşı ihtiyatlı davranmak zorunda olduğu, Suriye ile olan ikili ilişkilerin normalleşme aşamasına girmesinin beklendiği bir dönemde düzenlenen bu operasyon, bölgenin artık terörden tamamen arındırılması için ortaya konulacak kararlılığın en güçlü emaresi olarak yorumlanabilir.

Çünkü Rusya'nın Ukrayna savaşı nedeniyle büyük ölçüde bu işin dışında kalması, Türkiye ile Suriye’nin ilişkilerini düzeltmesi ve ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde destek verdiği terör unsurlarının sürülmesi ve yok edilmesi dengeleri tamamen Türkiye lehine çevirecektir.

Türkiye'nin uzun zamandır bölgede sessiz sedasız yürüttüğü ve sözde "girilemez" denilen Kandil, Gara, Hakurk ve Zap bölgelerine kadar uzanan kısmi operasyonları, yeri ve zamanı geldiğinde topyekün bir operasyonla tamamlanacak ve sınırlarımızdaki terör unsurları tamamen kazınacaktır.

Tartışma