Stratfor: Orta Doğu'da normalleşmeler, değişen dengeler ve çıkar çatışmaları

Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır ve İran gibi güçlerin normalleşen ilişkileri, Ortadoğu'daki dengeleri yeniden şekillendiriyor. Türkiye, Riyad, Abu Dabi ve Kahire ile gergin ilişkileri yumuşatarak hem bölgesel hem de ulusal çıkarlarını yeni bir aşamaya taşıdı. 

1. resim

ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından ve çeşitli çevrelerce “gölge CIA” olarak adlandırılan Stratfor'da, Ortadoğu'da yaşanan son gelişmeler ile ilgili genişletilmiş bir analiz yazısı yayınlandı.

Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgesel güçlerin kendi aralarındaki sorunları bir kenara bırakarak, bölgede yeni bir süreç başlattığı belirtilen analizde ayrıca, ABD'nin de Çin ve Rusya ile artan rekabeti anlamında bölgede köklü değişiklerin yaşandığına dikkat çekildi.

Analizde ayrıca Türkiye'nin hamlelerine de yer verilirken, özellikle 2019 yılından sonra attığı adımlarla, Türkiye'nin hem bölgesel hem de ulusal çıkarlarını yeni bir aşamaya taşıdığı belirtildi.

İşte Stratfor'da yayınlanan analiz:

Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye ve İran gibi Orta Doğu'nun en güçlü ülkeleri arasındaki ilişkiler geçmiş yıllara kıyasla oldukça uyumlu bir noktada.

Son yıllarda Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Arap dünyasındaki diplomatik bağlar önemli ölçüde iyileşti. Suudi Arabistan ve İran'ın yedi yıl aradan sonra Mart 2023'te vardıkları yakınlaşma anlaşması, bölgedeki birçok benzer örnek arasında en dikkat çekici olanıdır. Bu yakınlaşmaları tetikleyen unsurlar çeşitlilik arz etse ve bölgede pek çok hassas nokta ve çatışma devam etse de, bunların hepsi Orta Doğu genelinde ilişkilerin iyileşmesine yönelik daha geniş bir eğilimin parçası.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı 17 Haziran'da İran'ı ziyaret ederek Basra Körfezi'ndeki iki rakibin Çin'in arabuluculuğuyla başlayan yakınlaşmasında somut bir ilerleme kaydedildiğinin son işaretini verdi. Suudi-İran rekabeti, İran destekli deniz saldırıları, siber saldırılar ve birbirlerine karşı vekil milis şiddeti de dahil olmak üzere daha geniş bölgedeki güvenlik risklerinin başlıca itici güçlerinden biri olmuştur. İran da uzun zamandır Suudi Arabistan'ın kendisine karşı bir ABD ya da İsrail saldırısını kolaylaştıracağından korkuyor.

Türkiye ve Mısır 4 Temmuz'da 10 yıl aradan sonra ilk kez büyükelçilerini karşılıklı olarak değiştirerek, Ankara ve Kahire'nin Orta Doğu'daki hükümetlerde siyasal İslam'a verdikleri karşıt destek nedeniyle yıllardır süren güvensizliğin ardından diplomatik bir atılım gerçekleştirdiler.

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, 2011 yılında ülkesinde patlak veren ve Arap Birliği'nin Suriye'nin üyeliğini askıya almasına neden olan iç savaştan bu yana ilk kez 19 Mayıs'ta Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde düzenlenen Arap Birliği zirvesine katıldı. Başlangıçta Esad rejimine karşı savaşan Suriyeli isyancıları destekleyen birçok Arap Birliği üyesi ülke, son yıllarda Şam'ın çatışmayı kazanmaya hazır göründüğünün giderek daha fazla kabul edilmesiyle birlikte, 13 yıllık savaş boyunca desteklerini kestiler.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da aralarında Birleşik Arap Emirlikleri, Fas ve Umman'ın da bulunduğu çok sayıda Arap ülkesi son birkaç yıl içinde İsrail ile ilişkilerini normalleştirdi. Körfez'in en güçlü Arap devleti olan Suudi Arabistan henüz İsrail ile diplomatik ilişkilerini resmen normalleştirmedi ve konuyu Filistin devletine bağlayan Kral Selman döneminde de bunu yapması pek olası görünmüyor. Ancak Riyad, İsrailli işadamlarına ve ticari faaliyetlere giderek daha sıcak bakıyor.

Orta Doğu ülkeleri arasında süregelen yakınlaşma kısmen, Çin ve Rusya ile artan rekabet ortamında ABD'nin bölgeye olan bağlılığının geleceğine dair şüphelere bağlanabilir.

Tarihsel olarak ABD, Orta Doğu'daki pek çok ülke için önemli bir güvenlik destekçisi olmuştur. Ancak günümüzün giderek çok kutuplu hale gelen dünyasında, ABD'nin ortakları arasında Washington'un stratejik odağının, siyasi enerjisinin ve askeri kaynaklarının nerede yattığına dair artan bir belirsizlik duygusu var.

Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgesel güçler, ABD'nin Çin ve Rusya'nın etkisine karşı koymak için bölgedeki güvenlik ve siyasi ilişkilerini nasıl kullanabileceğini sorguluyor.

Özellikle de Washington'a kıyasla ekonomik, siyasi ve mali destekleri karşılığında insan hakları gibi konularda uyum talep etme olasılıkları çok daha düşük olan Moskova ve Pekin ile ilişkilerini kesmeleri için baskı görebileceklerinden endişe ediyorlar. Ayrıca ABD'nin Çin ve Rusya'ya artan odağının, son yıllarda zaten azalmış olan ABD'nin bölgedeki askeri ayak izini nasıl etkileyeceğinden de emin değiller. Bu belirsizlik, Orta Doğu'daki bazı ABD müttefiklerini, Washington'un etkisiz hale getirmeye isteksiz olabileceği ya da yardım edemeyeceği gelecekteki tehditlere maruz kalmalarını azaltmak amacıyla eski rakipleriyle ilişkilerini düzeltmeye itiyor.

Orta Doğu'daki eski rakipler arasındaki ilişkilerin ısınmasının bir diğer önemli nedeni de küresel ekonomik belirsizlik dönemlerinde yatırım ve ticaret fırsatları yaratma ihtiyacıdır.

Bölgedeki rekabetler on yıllardır ortak sınırlar boyunca mal, para ve insan akışını sekteye uğratarak ülkelerin ekonomik büyümesini engelledi. Ancak yakın zamana kadar ülkeler birbirleriyle olan çeşitli anlaşmazlıklarının altında yatan siyasi zorunlulukları ekonomik maliyetlere değer olarak görüyorlardı. Ancak bu hesaplama, küresel ekonominin 2020'de COVID-19 salgınıyla başlayan, 2022'de Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ve yükselen küresel faiz oranlarıyla devam eden önemli zorluklarla karşı karşıya kalmasıyla son yıllarda değişti.

Dünya arka arkaya gelen krizlerin yansımalarıyla boğuşurken, daha fazla MENA ülkesi, ekonomileri üzerindeki olumsuz sonuçları hafifletecek ve artan küresel zorluklar karşısında genel dayanıklılıklarını artıracak kolektif çözümler bulmak için birlikte çalışmanın önemini fark etmeye başladı.Bu da bazı ülkeleri, yeni ticari fırsatların önünü açmak ve daha fazla yabancı yatırım çekmek umuduyla, bir zamanlar ekonomilerine zarar veren (ya da en azından büyümelerini engelleyen) siyasi rekabetleri bir kenara bırakmaya itti.

Mısır ve Türkiye'nin ikili ticareti 2022 yılında %22 oranında artmıştır ve iki ülkenin ilişkileri normalleştirmeye yönelik son çabaları sayesinde daha da artacaktır. Bu da Mısırlı ve Türk şirketlerin ve yatırımcıların işbirliğini artırmasını sağlayacaktır. Mısır ve Türkiye, Orta Doğu'nun en büyük iki ekonomisine ev sahipliği yapıyor ve diplomatik kopuşlarının zirvesinde gayri resmi ve resmi boykotlar yaşadılar.

İsrail yatırım ve ticaretinin potansiyel faydaları da Arap devletlerinin son yıllarda İsrail ile ilişkilerini normalleştirmelerine yardımcı oldu. Filistin devleti konusunda Arap devletleriyle geçmişte yaşadığı sayısız savaş nedeniyle İsrail tarihsel olarak Orta Doğu'da nispeten izole bir konumdaydı ve bu da komşularıyla ekonomik bağlarının sınırlı kalmasına neden oldu. Ancak bu durum, Abraham Anlaşmaları kapsamındaki normalleşme çabalarıyla yavaş yavaş değişmekte ve İsrailli ticari heyetlerin yatırım anlaşmaları için Birleşik Arap Emirlikleri, Fas ve Suudi Arabistan gibi ülkeleri giderek daha fazla ziyaret ettiği görülmektedir.

Uyuşan ulusal güvenlik öncelikleri de eski bölgesel rakiplerin bir araya gelmesine yardımcı oluyor. Bunun en bariz örneği olarak; Türkiye ve Mısır 4 Temmuz'da 10 yıl sonra ilk kez birbirlerine yeniden büyükelçi atayarak normalleşme yolunda önemli bir adım attılar. Buna ek olarak Suudi Arabistan ve İran, aralarındaki rekabet hala güçlü olsa da olası çatışmaları yatıştırabilmek için iletişimi arttırma konusunda ortak bir ulusal güvenlik çıkarına sahipler. Bu amaçla iki hükümet 10 Mart'ta ikili ilişkileri yeniden tesis etme konusunda anlaştı ve İran, Riyad'daki büyükelçiliğini yeniden açtı. Ancak Suudi Arabistan henüz Tahran'da aynı şeyi yapmadı. Bu arada, İran'ın artan nükleer tehdidi, özellikle ABD-İran nükleer müzakerelerinde önemli bir ilerleme kaydedilmemesi durumunda, bazı Arap devletlerini (Körfez Arap ülkeleri de dahil olmak üzere) İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye motive ederek bölgedeki Batı eğilimli ülkeleri bir araya getirmeye yardımcı oldu.

Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman 2017'de iktidara geldikten kısa bir süre sonra, İran'ın vekil güçlerine ve Katar'dakiler de dahil olmak üzere siyasi İslamcı hareketlere karşı bölgesel müttefikleri bir araya getirmeye çalıştı. Ancak bu çaba, 2017'de Katar'a uygulanan ablukanın sona ermesi gibi olayların da gösterdiği gibi büyük ölçüde başarısız oldu. Bu başarısızlık Suudi Arabistan'ı çatışma riskini azaltmak için İran'la diplomatik yollardan anlaşma fikrine daha açık hale getirdi.

Temmuz ayında açıklanan Birleşmiş Milletler raporuna göre, İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku şu anda 2015 Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA) nükleer anlaşması kapsamında izin verilen miktardan 20 kat daha fazla. Bu derece zenginleştirme İran'ın nükleer silah geliştirme ihtimalini arttırmaktadır.

Bölgede artan ekonomik pragmatizm ve uyumlu güvenlik önceliklerine rağmen, birçok köklü rekabetin itici güçleri varlığını sürdürmektedir. Bu da yerel ve bölgesel çatışma dinamiklerinin yanı sıra yerel ve küresel ekonomik koşullar değiştikçe mevcut uyum durumunun da dalgalanacağı anlamına geliyor.

İsrail-Arap ilişkileri

Birçok Körfez Arap ülkesi ekonomik yatırım vaadi, İran'ın tehditlerine ilişkin ortak kaygılar, ABD'den askeri teçhizat ve ticari işbirliği garantileri ve genç Araplar arasında Filistin devleti davasının öneminin azalması nedeniyle İsrail ile ilişkilerini normalleştiriyor.

Bahreyn ve Suudi Arabistan gibi normalleşmeyi daha temkinli bir şekilde sürdüren Arap devletleri bile, özellikle İran ile çatışma riski artarsa, muhtemelen bu yörüngelerini koruyacaklardır. Uzun vadeli Arap-İsrail ilişkilerinin bu kademeli inşası, İsrail'in Cezayir, Lübnan ve Kuveyt gibi normalleşmeye ilgisiz kalan diğer ülkelerle çatışma riskini azaltmaya yardımcı olacaktır.

Normalleşme eğilimini tersine çevirebilecek ya da yavaşlatabilecek makul riskler arasında İsrail'in Filistinlilere yönelik askeri faaliyetlerinde ciddi bir tırmanma da yer almaktadır. Buna ek olarak, ABD-İsrail ilişkilerinde ciddi bir bozulma bölgesel yakınlaşmayı yavaşlatacaktır. Çünkü ABD artık Arap ülkelerine ilişkileri normalleştirme karşılığında güvenlik garantileri sunmayacaktır.

Suriye'nin bölgesel normalleşmesi

Arap dünyasının geneli Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hükümetinin kalıcı olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor.

Hükümeti artık Arap dünyasının paryası muamelesi görmeyen Esad için normalleşmenin siyasi faydaları açık olsa da bölgenin geri kalanı yaptırım riskleri nedeniyle ekonomik işbirliğini artırma konusunda hala temkinli.

Bu normalleşme eğilimini tersine çevirecek değişiklikler arasında Suriye'nin amfetamin uyuşturucusu fenetilin ihracatında hızlı bir artış yer alıyor ki bu da birçok Arap devletinin Suriye hükümetine karşı beslediği iyi niyeti bozacaktır.

Suriye hükümetinin isyancı gruplara karşı yürüttüğü askeri operasyonlardaki dramatik bir artış da diğer komşu ülkelerin güvenliğini tehdit ederek normalleşme hızını düşürebilir.

Suudi-İran ilişkileri

Suudi Arabistan ve İran, 2016 yılında İranlı göstericilerin Suudi konsolosluk binalarını basması üzerine yedi yıl aradan sonra Mart 2023'te ilişkileri normalleştirdi.

Suudi Arabistan'ın diplomatik yolları yeniden açmayı kabul etmesinin başlıca nedeni, Suudi Arabistan'ı İran'ın saldırılarına açık hale getiren ABD-İran nükleer görüşmelerinin aksamasından duyduğu endişeyi yatıştırmaktı.

Aralarında Birleşik Arap Emirlikleri'nin de bulunduğu diğer Körfez Arap ülkeleri de Suudi Arabistan'ın izinden giderek İran'la yeniden ilişki kurmanın yararlarını test ediyor. Yaygınlaşan bu bölgesel yakınlaşma, İran'dan ya da İran'a yönelik zarar verici siber saldırıların yanı sıra doğrudan, Körfez ötesi çatışma riskini de azaltıyor.

Bu eğilimi tersine çevirecek riskler arasında Suudi Arabistan ve İran'ın çıkarlarının çatıştığı Yemen, Lübnan ve Irak gibi vekâlet alanlarından birinde şiddetin artması yer alıyor. İran'ın nükleer kapasitesindeki dramatik bir ilerleme de Suudi Arabistan'ın güvenliğinin yakınlaşma yoluyla sağlanacağına dair güvenini sarsacak ve muhtemelen Riyad'ı İran'ın zararına ABD ile ilişkilerini güçlendirmeye itecektir. Buna ek olarak, İran'ın Suudi Arabistan'a veya bir Suudi müttefikine yönelik siber saldırısı da yakınlaşmaya zarar verecektir.

Türk-Arap ilişkileri

2010'ların başında Arap Baharı'nın hemen ardından Mısır ve Tunus gibi ülkelerde otoriter yönetimlerin çökmesi, Türkiye'ye bölgedeki siyasi gücünü arttırma fırsatı sundu.

Ancak Müslüman Kardeşler gibi birkaç etken, Ankara'nın Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın en güçlü ülkeleriyle ilişkilerini bozdu.

2019'dan sonra ise Türkiye, Riyad, Abu Dabi ve Kahire ile gergin ilişkileri yumuşatarak hem bölgesel hem de ulusal çıkarlarını yeni bir aşamaya taşıdı.

Kaynaklar

Tartışma