Suriye krizinde 12 yılda neler yaşandı: Suriye'de değişen dengeler ve Türkiye
Arap Baharı olarak adlandırılan ayaklanmaların; 2011 Ocak ayında Suriye'ye sıçraması ile başlayan süreç bugün 12. yılını geride bıraktı. Peki 12 yılda Suriye krizinde neler yaşandı? İşte yaşananlar, değişen dengeler ve başlayan yeni sürecin dinamikleri...
Türkiye, terör örgütü PKK ve Suriye'deki uzantılarını bitirme konusunda kararlı duruşuna devam ediyor ve muhataplarına şunu söylüyor: "Ya masada anlaşır beraber yaparız, ya da size rağmen ben yaparım!"
Arap Baharı olarak adlandırılan ayaklanmaların; 2011 Ocak ayında Suriye'ye sıçraması ile başlayan süreç, bugün 12. yılını geride bıraktı. Geride kalan bu 12 yıllık süreç içerisinde Suriye toprakları, adeta üçüncü dünya savaşının provasının yapıldığı bir arenaya dönüştü.
Uluslararası arenada etki alanları mücadelesi veren ABD ve Rusya'dan, bu süreçte bölgesel bir güce evrilen Türkiye'ye, Fransa gibi Batılı ülkelerden, Suriye toprakları üzerinde emelleri olan İran, İsrail ve çeşitli terör örgütlerine kadar çok sayıda taraf, Suriye'deki çatışmalara müdahil oldu.
Türkiye; tıpkı ABD, Rusya ve Batılı ülkelerin de bu süreçte defalarca yaptığı üzere, sahada şekillenen dengeler ışığında çeşitli dönemlerde farklı politik yaklaşımlar sergiledi. Ancak asla asıl hedefinden sapmadı ve güncellediği politikaların hedefinde her zaman aynı amaç vardı: "Türkiye sınırında, kullanışlı bir terör devleti kurulmasına izin vermeyeceğiz."
2012 yılında BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan'ın hazırladığı 6 maddelik "Barış planı", 2013 yılında Cenevre’de düzenlenen Suriye krizi hakkındaki ilk uluslararası zirve ve bunların hemen ardından Rusya, İran, ABD ve Türkiye'nin aralarında gerçekleştirdiği çeşitli zirveler uzlaşmazlıkla sonuçlandı ve krizin masada değil artık sahada çözüleceğinin işaretlerini net olarak verdi.
Suriye krizi 2014 yılına kadar; Esad'ın gitmesini isteyen ABD-Batı-Türkiye bloğu ile Esad'ın kalmasını isteyen Rusya-İran bloğu arasındaki pazarlıklara sahne oldu.
2014 yılına gelindiğinde ise, bir anda daha önce varlığından neredeyse hiç bahsedilmeyen IŞİD denilen yeni bir terör örgütü bölgede sahneye çıktı. ABD eski başkanı Trump'ın 2016 yılında "IŞİD'i Obama kurdu, yardımcılığını da Clinton yaptı." diyeceği bu örgüt, uluslararası arenada adeta ABD'nin Suriye'deki varlığını meşru hale getirdi ve 2014 yılı sonlarında İŞİD’e karşı ABD öncülüğünde uluslararası bir koalisyon kuruldu.
İŞİD’e karşı hava saldırıları gerçekleştiren bu koalisyon, 2015 yılının ilk aylarında ise bölgede kullanacağı bir kara gücüne ihtiyacı olduğunu dile getirmeye başladı. ABD bu açıklamalarından kısa bir süre sonra ise, bu ihtiyacını terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD ile karşılama adımlarını hızlandırdı.
ABD, kendisinin de resmi olarak terör örgütü olarak tanıdığı yeni "müttefikini", Türkiye’nin tepkisini gidermek için Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olarak tanımladı. Bu örgüte sözde DEAŞ ile mücadele adı altında binlerce TIR silah-mühimmat yardımı yaptı ve yapmaya devam ediyor.
Bu gelişmelerin ardından ülkede hâkimiyeti yüzde 10'lara kadar düşen Esad, Rusya’yı askeri müdahalede bulunmaya çağırdı.
Aslında Suriye-Rusya askeri ve siyasi işbirliği 1953 yılına kadar uzanıyordu. Suriye, resmi rakamlara göre (SIPRI), 1956 ile 2000 yılları arasında Rusya'dan yaklaşık 26 milyar dolarlık silah satın almış ve bu rakamın 13 milyar dolarlık kısmını ödeyemediği için Putin tarafından 2005 yılında silinmişti.
Rusya; geleneksel hedefi olan sıcak denizlere inme ve Akdeniz’de söz sahibi olma stratejisi bakımından bu krizi fırsata çevirerek 2015 yılının sonlarında Esad ile 'güvenlik' anlaşması imzaladı. Rusya hemen ardından, IŞİD mücadele gerekçesiyle Suriye'ye konuşlanmaya ve hava saldırıları gerçekleştirmeye başladı. Bu gelişme, Suriye'deki iç savaşın Esad lehine değişmesinde büyük rol oynadı.
Türkiye ise bu gelişmeler ışığında, "sınırda kullanışlı bir terör devletine izin verilemez" hedefi doğrultusunda politika değişikliğine giderek ABD'nin PKK ve uzantıları ile işbirliğine net bir şekilde tepkisini koymaya başladı. 2015 sonları ve 2016 yılı ortalarına kadar devam eden bu sürecin ardından 15 Temmuz 2016’da Türkiye'de, Batı destekli bir hain darbe girişimi yaşandı.
Bu darbe girişiminin, Suriye’de ve bölgede Türkiye’yi etkisizleştirme sonucu doğuracağı hesaplanmıştı ancak bu planı yapanların hesapları Türk milletinin dik duruşu ile tutmadı.
Darbe girişiminden sadece bir ay sonra Türkiye, IŞİD ve SDG’ye karşı ‘Fırat Kalkanı’ harekatını başlattı. Askeri darbeyle yıkıma uğratılması beklenen Türk Ordusu, yerli ve milli imkanları ile büyük bir başarı sağladı ve denklemdeki en önemli ülkelerden birisi olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Türkiye bu gelişmelerin ardından Suriye'nin geleceğini şekillendirmek için sahadaki başarısını masaya da taşıyarak, Rusya ve İran ile Ocak 2017’de Astana Süreci'ni başlattı.
Türkiye, İran ve Rusya, Astana ve Soçi görüşmeleri ile ABD’nin devre dışı bırakıldığı, sonuçları sahaya yansıyan bir insiyatif süreci yürütmeye başladı. Bu süreçle birlikte ABD ve Batı ülkeleri süreçte siyasi olarak tamamen etkisizleştirildi.
Ancak Türkiye asıl hedefinden yine sapmadı ve "sınırında kullanışlı bir terör devletine izin vermemek" için bu defa hem ABD hem de Rusya ve İran'ın da itirazlarına rağmen; 2018'de Zeytin Dalı, 2019'da Barış Pınarı, 2020'de Bahar Kalkanı ve 2022'de Pençe-Kılıç Hava Harekatı'nı gerçekleştirdi.
Bu operasyonlarla, ABD’nin binlerce TIR silah ve mühimmat vererek eğitip donattığı SDG, sınırdan büyük ölçüde uzaklaştırıldı ve ABD'nin planları büyük bir darbe daha aldı. Rusya ve İran ise net bir şekilde Türkiye'nin içerisinde olmadığı bir denklemde plan yapamayacaklarını görmüş oldu.
ABD, AB, İran ve pek çok devlet savaşın başlangıcındaki hedeflerinden uzaklaşırken, Türkiye istikrarla duruşunu devam ettirdi ve bütün bu devletleri ya sürecin dışında tuttu ya da pozisyon değiştirmeye zorladı.
Gelinen nokta ve yeni sürecin dinamikleri
Türkiye geride kalan bu 12 yıllık süreçte; Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın krizin ilk yıllarında halkına yaptığı zulümlere de, ABD'nin bölgeyi terör örgütü PKK'nın uzantılarına karşı teslim etme planlarına da sessiz kalmadı.
Diğer yandan Rusya ve İran'a da, ne sahada ve ne de masada Türkiye olmadan plan yapamayacaklarını denge kuramayacaklarını gösterdi.
Ve artık Türkiye; bütün bu süreçle sağlamlaştırdığı konumunu ve kazanımlarını yeni bir aşamaya evirerek, Suriye'de 12 yıldır devam eden ateşi söndürmek için yeni bir adım atıyor.
Türkiye, Suriye ve Rusya Savunma Bakanlarının geçtiğimiz günlerde Moskova'da yaptığı görüşme bu ateşin sönmesi için yeni bir sürecin başladığını ortaya koydu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, önümüzdeki haftalarda Suriyeli ve Rus mevkidaşları Faisal Mikdad ve Sergey Lavrov ile Moskova'da bir araya gelecek. Uluslararası basına yansıyan bilgilere göre (FT) bu görüşmede, Şam ile bağlarını son dönemde güçlendiren Birleşik Arap Emirlikleri de masada olabilir.
Bütün bu diplomasi trafiğinin asıl amacı şüphesiz ki; Erdoğan, Putin ve Esad'ın bir araya geleceği liderler toplantısına zemin hazırlamaktır.
ABD ve Batılı ülkeler, Erdoğan'ın Ukrayna savaşındaki eşsiz arabuluculuk konumu ve izlediği politika ile Suriye'deki hedefleri konusunda da etkili sonuçlar alacağının farkında.
Rusya, Ukrayna işgali ile Suriye'de azalan etkisinin farkında ve Batı medyasının da sıklıkla yazdığı gibi Türkiye'ye kayıtsız şartsız ihtiyacı olduğunu biliyor.
Diğer yandan Türkiye-Suriye normalleşmesi hakkında İran'dan gelen olumlu sinyaller ve İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan'ın dün yaptığı Türkiye ziyaretindeki açıklamaları, bu konuda Astana süreci ülkelerinin hemfikir olduğunu tamamen ortaya koydu.
Bu noktada Beşar Esad ile uzun süredir diyalogu olmayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın gelişen paradigmalara göre süreci soğukkanlı değerlendirmesi hayati önem taşıyor. Nitekim bu konuda da bir tereddüt yok. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suudi Arabistan, İsrail ve BAE ile yaşanan normalleşme süreçlerinde, kararlı bir müzakereci ve her zaman ülkesinin çıkarları doğrultusunda hareket eden bir lider olduğunu açıkça ortaya koydu.
Esad ise; Suriye'nin kuzeyinden toprak koparmaya çalışan ve petrolünü yağmalayan, terör örgütü PKK/SDG'den bu işbirliği ve Türkiye sayesinde kurtulabileceğinin, aksi takdirde ABD kontrolündeki bu unsurların bölgedeki varlığının devam edeceğinin farkında.
Evet. ABD ve Batı'nın terör devleti hayallerinin artık tamamen yerle bir olacağı ve bölgede yeni dengelerin ortaya çıkacağı bir sürecin başlangıcındayız.
Adem KILIÇ / Siyaset Bilimci-Yazar