Tekirdağ'ın bilinmeyen tarihine yolculuk

 Evliya Çelebi’nin kaydettiğine göre; vaktiyle Bizans tekfurlarının bağlarının burada olması ve şehrin kuzeyini çevreleyen dağlardan mütevellit Tekfurdağı olarak bilinen günümüz Tekirdağ'ı Samet Altıntaş'ın kaleminden aktarıyoruz.

1. resim

Tekirdağ’da bir hazan zamanı

Her ne kadar İstanbul’un sınırları kendisine yanaşmış olsa da Trakya, hâlen bir nefes odası, bir oksijen çadırı belki. Evet, mesafeleri İstanbul’a göre ölçmek, artık vazgeçilmez bir uzunluk birimi oldu. Hâliyle, “İstanbul’a kaç saat uzaklıkta?” sorusu bir yerden bir yere gidilirken önümüze düşen bir gerçeklik oluyor.

O zaman söyleyelim: Tekirdağ; İstanbul’a her iki yakadan da ortalama üç saat ötede yer alıyor. Şimdi teknik mesele de izale edildiyse eskinin Tekfurdağı’nı adımlamaya başlayalım: Bu arada Pirimiz Evliya Çelebi’nin kaydettiğine göre; vaktiyle Bizans tekfurlarının bağlarının burada olması ve şehrin kuzeyini çevreleyen dağlardan mütevellit buraya Tekfurdağı denmiş.

Bu güzide kent, Cumhuriyet’in ilk senelerindeki millîleşme gayretinden ötürü Tekirdağ adını almış.

Rumeli’nin çekirdeği

Hiç kuşku yok ki Osmanlı, bir Balkan İmparatorluğu. 1326 sonrası, yönünü Rumeli’ne çeviren Türk gazileri, Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın efsanevî hikâyesiyle Avrupa’da yeni bir hayat başlatırlar. Kent merkezinde atının sırtında okuyla Batı’ya bakan Süleyman Paşa heykelinin esprisi bu.

Eskinin bu küçük kasabasını gezmeye başladığınızda William Faulkner’ın “Geçmiş, asla ölmüş değildir. Geçmiş, geçmiş bile değildir.” sözü kanatlanıp önünüze düşüyor. Madem tarihî yontuyla açılış yaptık, bu yoldan ilerleyelim biraz. Meydanda, Tekirdağlı ‘vatan şairi’ Namık Kemal’in heykeli karşılıyor sizi, ev sahibi olarak. 1949’a tarihlenen bu eser, heykeltraş Nusret Suman’ın elinden çıkma.

Hani, Ankara’da Hitit Güneş Kursu Anıtı vardır, işte böylesi bir değeri Başkent’e kazandıran sanatçı, Tekirdağ’a da imzasını atmış. Namık Kemal Anıtı’ndaki sözlerin ise hâlâ güncel olduğunu unutmayalım: “Hürriyet, Musavat, Adalet, Uhuvvet”

Atatürk, yeni alfabenin ilk dersini burada verdi!

35. Osmanlı padişahı Sultan Reşat zamanında Selanikli Hüsnü Bey tarafından, 1910 yılında yaptırılan Hükümet Konağı, kentin tarihî köşelerinden. Buranın bir alametifarikası da Mustafa Kemal Paşa’nın 23 Ağustos 1928’de Tekirdağ’a yaptığı gezide, yeni alfabenin ilk dersini Hükümet Konağı’nda vermiş olması.

Falih Rıfkı Atay, o önemli ânı şöyle anlatıyor: “Gazi, Vali odasına bitişik meclis-i umumi salonuna geçti; memurlar ve vüzeraların teşkil ettiği yarım kavisin nihayetinde bir kara tahta vardı. Reisicumhur Hazretleri sordular; ‘Türk yazısını biliyor musunuz?’

Kalabalıktan ‘Öğrendik öğreniyoruz...’ sesleri geldi. Gazi, alelade bir zatı tahta başına davet etti ve yeni yazı ile bir cümle yazmasını söyledi. Biraz sonra üç küçük hatayla şu cümleyi okuduk: Büyük Gazi’ye malik olan Türkler bahtiyarlardır.”

Vatan Şairi’nin sessiz evi

Tekirdağ’ın meydanı belki küçük ve günübirlik; ama anlatısı çok geniş. Şimdi sırada az önce selam verdiğimiz Namık Kemal Evi var. ‘Hürriyet Şairi’nin doğduğu evin bir replikası bu müze. Eski Tekirdağ evleri örnek alınarak, 19. yüzyılın dava adamı Namık Kemal’in hatırasını yaşatmak adına inşa edilmiş.

1993 yılında Tekirdağ Namık Kemal Derneği tarafından yaptırılan müze, 1994’ten beri hizmette. Namık Kemal Evi; Tekirdağ mutfağı, baş odası ve yatak odasını tanıtan etnografik eşyayla süslenmiş, aynı zamanda şair ve onun hakkında yazılmış eserlerin teşhir edildiği bir mekân. Tekirdağ kent belleğinin yaşatıldığı bu mütevazı yere giriş ücretsiz, belirtelim.

Mimar Sinan’dan altın dokunuş!

Şehzade Mustafa komplosundaki tavrından ötürü her zaman eleştirilen Rüstem Paşa’nın camileri, ne hikmetse çok güzel. İstanbul-Tahtakale’deki ‘çini müzesi’ni andıran mabedi hatırlayın. 1554 senesinde, Kanunî’nin bu haris damadı,

Tekirdağ’a da bir cami inşa ettirir, Mustafa’nın ölümünden sonraki zamanlara tesadüf eden bu yapılar, bir günah çıkarma ayini olabilir mi? Soru işaretinin yanından yürümeye devam edelim: Mimar Sinan’ın nefis işçiliği burada da kendisini gösteriyor. Kapı ve pencere kanatları geometrik motiflerle süslü.

Son cemaat yerindeki Vav kaligrafileri ise, tek kelimeyle nefis. Yeri gelmişken hatırlatalım: Avludaki beş sütunlu mermer şadırvan, 31. Osmanlı padişahı Abdülmecit zamanına ait. Şehrin meydanında birbirinden güzel camiler yer alıyor: Eski Cami ve Orta Cami.

Buralardaki detayları mutlaka fotoğraflayın. Bir de incir satan amcalara denk geldiniz mi, görev tamamdır!

Bir zaman illüzyonu!

Tekirdağ’da zaman illüzyonu yaşamak isterseniz şayet Rüstem Paşa Külliyesi’nin parçalarından olan bedesteni kesinlikle görün. Burası; Gelibolu, Bergama, Beyşehir, Selânik, Serez, Tosya ve Saraybosna’daki Bursa Bedesteni ile benzerlik gösteriyor.

Dört tarafa birer kapısı olan bedestenin kapı kemerleri dıştan yuvarlak, içten sivri kemerli. 1950 yıllarında Maarif Müdürlüğü tarafından malzeme deposu olarak kullanılmış, 1972’de esaslı bir şekilde onarımdan geçmiş. Çay-kahve molası vermek isterseniz, sırtınızı tarihe yaslayın,

Süleyman Paşa’ya bakan, tepenizde uçuşuveren Yahya Kemal mısralarına bakın: “Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!/Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle.../Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan/Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.”

Özcanlar’da Tekirdağ Köfte yeme vakti

Tekirdağ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi ile Rakoczi Müzesi’ne gitmeyi, ara sokaklarda nasıl kalmışsa eski cumbalı evleri görmeden, sahilinde güneşi batırmadan dönmeyin. Artık yemek zamanı... Tekirdağ Köftesi diye bir lezzet var.

Ahali, 1953’ten bugüne kapısı açık olan Özcanlar Köfte’yi salık veriyor. Bu tavsiyeye uyun, pişman olmayacaksınız. Köfte, ızgara ve çorba skalası oldukça geniş ve leziz. Özellikle çocuklara özel hazırlanan hamburger menüyü listenize ilave edin. Son soru şu: Yemeğin üstüne hangi tatlıyı yiyeceksiniz: Hayrabolu tatlısı mı, peynir helvası mı yoksa fırın sütlacı mı?

Tartışma