The Australian Strategic Policy Institute: AB'nin geleceği varoluşsal bir tehdit altında!
Siyasi liderlik eksikliği, rekabet gücü kaybı, ekonomik gelişmeler ve güvenlik kaygıları. AB'nin geleceği kurulduğu tarihten bu yana en büyük varoluşsal tehdit altında!
Avustralya merkezli düşünce kuruluşlarından The Australian Strategic Policy Institute'de, Avrupa'da son olarak Almanya'da yaşanan siyasi kriz ve Rusya-Ukrayna savaşı üzerinden, AB'nin geleceğine dair değerlendirmelerin yapıldığı bir analiz yayınlandı.
27 ülkeden oluşan bloğun, kurulduğu tarihten bu yana siyasi liderlik anlamında en büyük varoluşsal tehdit ile karşı karşıya olduğu tespiti yapılan analizde, Fransa'nın ardından Almanya'nın da siyasi krize girmesinin Avrupa'yı sarstığı belirtildi.
Analizde ayrıca; bir yandan siyasi liderlik kaosu yaşayan AB'nin, diğer yandan da rekabet gücünü ve hepsinden önemlisi güvenliğini yitirme tehlikesini hiç olmadığı kadar fazla hissettiği belirtildi.
İşte The Australian Strategic Policy Institute'de yayınlanan analiz:
Birlik, beraberlik ve ortak amaçların AB'ye hakim olması gereken bir dönemde ve Ukrayna bu hafta savaşta 1000. gününü tamamlarken, Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönüşü Avrupa'nın geleceği için kötü bir gelecek olarak ortaya çıktı.
Olaf Scholz'un koalisyonu iki hafta önce çöktü ve hükümetinin Aralık ayında kaybetmesi muhtemel bir güven oylamasının ardından Şubat 2025'te bir erken seçim yapılması bekleniyor.
Tüm bunlar AB'nin kilit bir oyuncusunun dikkatini dağıtıyor ve onu, kritik bir zamanda iç siyasi çekişmelerle meşgul ederek, belirsiz bir transatlantik döneminin habercisi oluyor.
Sadece Almanya değil, Fransa gibi diğer kilit AB oyuncuları da siyasi açıdan daha iyi durumda değil.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron yaz aylarında parlamentodaki çoğunluğunu kaybetti. Zorlukla işleyen bir hükümeti var ve yakın zamanda yapılan bir Ipsos anketine göre halk tarafından onay oranı yüzde 23'e kadar düştü.
27 ülkeden oluşan bloğun siyasi liderliği de kendi varoluşsal tehditleriyle karşı karşıya.
Aşırı sağ ve popülist sol partilerin yükselişi AB'nin istikrar ve amacını, temellerinden sarsıyor.
Zayıflayan ulusal hükümetler şüphesiz AB mekanizması içindeki çok taraflı çalışmaları engellemekte ve zayıflık gösteren ve bloğun gelecekteki istikrarını ve uygunluğunu tehlikeye atma riski taşıyan şüpheler yaratmaktadır.
Alman Şansölyesi'nin Maliye Bakanı Christian Lindner'i görevden almasıyla tetiklenen Scholz hükümetinin çöküşü, Avrupa'nın en büyük ekonomisini kritik bir zamanda siyasi kaosa sürükledi.
Hür Demokrat Partili Lindner'i görevden alan Scholz'un şimdi Sosyal Demokratlar ve Yeşiller'den oluşan bir azınlık hükümetine başkanlık etmesi bekleniyor.
Scholz, Almanya'nın krizden etkilenen ekonomisini toparlamaya ve dünyadaki pek çok uluslararası olumsuzlukla yüzleşmeye çalışırken, Yeşiller'in desteğine ve Friedrich Merz liderliğindeki merkez sağ muhafazakar Hıristiyan Demokrat Birlik partisinin iyi niyetine güvenmek ve bireysel oylamalar için geçici desteği bir araya getirmek zorunda kalacak.
Bu durum Almanya'nın konumunu ve kararlılığını hem ülke içinde hem de uluslararası alanda daha da zedeleyebilir.
Almanya'nın yaşadığı bu ikilemin tüm dünyada nasıl hissedildiğini görmek de zor değil.
Aşırı sağ ve aşırı sol partiler, dünya çapında popülist figürler tarafından ileri sürülen antidemokratik söylemlerle beslenerek, bloğun kurumlarına olan kamu güvenini aşındırmaya devam ettikçe, içerideki düşman tarafından kuşatılan AB'nin siyasi iradesinin sarsılmasıyla sonuçlandı.
Avrupa'daki ana akım partilerin aşırı sağı izole etmek için inşa ettiği güvenlik duvarın, sonsuza kadar ayakta kalacağına dair uzun süredir var olan kanı açıkça sarsılıyor.
Çek Cumhuriyeti, İtalya, Hollanda, Slovakya ve İsveç'te muhafazakarlar ve aşırı sağcı siyasetçilerden oluşan koalisyonlar hükümette yer alırken, Almanya ve Fransa'da alternatif aşırı sağ partile pusuda bekliyor.
Trump'ın Washington'a dönüşü
Trump'ın Washington'a dönüşü ve Rus güçlerinin Kuzey Koreliler tarafından desteklendiği gerçeği, AB genelinde korkular tetikledi.
Bloğun karşı karşıya olduğu olumsuzluklar, Ukrayna konusundaki uzlaşmanın erozyona uğramasını ve NATO'nun geleceği konusundaki bölünmeleri gündeme getirerek yıkıcı hale gelebilir.
Hepsinden önemlisi, ABD ve Çin'in yeniden karşı karşıya gelmesi ve AB'nin her zamanki gibi arada kalması halinde, olası bir küresel ticaret savaşının sonuçları AB ekonomisini düşünülenden daha fazla sarsabilir.
Almanya, Fransa ve Brexit öncesi İngiltere, tüm çekişmelerine ve zaman zaman uyuşmayan ulusal ve uluslararası çıkar arayışlarına rağmen neredeyse 50 yıl boyunca birliğin temelini oluşturan üç ayağı oluşturuyordu.
Bugün, Fransa ve Almanya'daki liderler etkisini kaybederken, İngiltere ise artık birliğin içerisinde değil.
AB üyesi ülkelerin halklarındaki yeni nesiller, bloğun oluşumunun ardındaki nedenleri pek anlamıyor ve bunun yerine, artık işlevselliği sorgulanan kurumlarını eleştiriyor.
Bir yandan siyasi liderlik kaosu yaşayan AB, diğer yandan da rekabet gücünü ve hepsinden önemlisi güvenliğini yitirme tehlikesini hiç olmadığı kadar fazla hissediyor.