gdh'de ara...

The Conversation: Türkiye, Doğu ve Batı arasında kendi rotasını çiziyor!

Türkiye'nin BRICS'e başvurması, daha az Batılı bir dünyaya doğru geçişte önemli bir sayfa açtı. Böyle bir hamle; Türkiye'yi Doğu ile Batı arasında diplomatik olarak da kilit bir konuma getirecek.

1. resim

ABD merkezli yayın organlarından The Conversation'da, Türkiye'nin özellikle spn dönemde attığı dış politika hamlelerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

BRICS'in emin adımlarla ilerlediği ve gelinen noktada; dünya nüfusunun %46'sını, dünya GSYH'sinin %29'unu, petrol üretiminin %43'ünü ve küresel ihracatın %25'ini temsil ettiği belirtilen analizde, Türkiye'nin BRICS'e katılmak için başvurmasıyla birlikte, daha az Batılı bir dünyaya doğru geçişte önemli bir sayfanın açıldığı belirtildi.

Analizde ayrıca; Türkiye'nin Doğu ve Batı arasında kendi stratejik özerkliğine odaklanan bir dış politika izlediği belirtilerek, böyle bir hamlenin Türkiye'yi, Doğu ile Batı arasında diplomatik olarak da kilit bir konuma getireceği tespiti yapıldı.

İşte The Conversation'da yayınlanan analiz:

Türkiye uluslararası meselelerde kendi stratejik ve özgün adımlarını atmaya devam etme eğiliminde olmaya devam ediyor.

Örneğin 14 Aralık 2022'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yapılan oylamada Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen lehine bir karar kabul edildi.

Çoğunluğu Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinden oluşan 123 üye ülke lehte oy kullanırken, sadece 50 ülke aleyhte oy kullandı. Çekimser kalan tek ülke ise Türkiye oldu.

Bu da Avrupa ile Asya, Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney arasındaki uçurumun ortasında yer alan bir ülkenin dış politikasındaki özerk yaklaşımı simgeliyor.

NATO askeri ittifakının en son genişlemesini düşünün. Türkiye, İsveç'in katılımına verdiği desteği, diğer üyelerin baskılarına rağmen yaklaşık iki yıl boyunca geciktirdi.

Yine de Türkiye'nin Eylül 2024'te BRICS grubuna katılmak için başvurduğunu resmen açıklaması dikkate değer bir an olarak kayıtlara geçti.

İlk kez bir NATO üyesi ülke, 2006 yılında Batı'nın egemen olduğu küresel yönetişim mekanizmalarından duyulan memnuniyetsizlikten doğan ve o zamandan beri Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'dan oluşan orijinal kadrosundan genişleyen bir kulübe üyelik talebinde bulundu.

NATO'nun Batı ittifakının siperi olduğu ve BRICS'in bu kurulu düzene karşı önemli bir meydan okuma olarak görüldüğü düşünüldüğünde, bu hamle oldukça dikkat çekicidir.

Özellikle de BRICS'e Rusya'nın başkanlık ettiği, şu anda Ukrayna ile savaş halinde olduğu ve NATO üyelerinin Ukrayna'yı ellerinden gelen her şekilde desteklemek için çabaladığı bir yılda gerçekleşmesi, bu hamlenin daha da dikkat çekici hale gelmesine neden oldu.

ABD'nin artık kabullenmeye karar verdiği Ankara'nın bu hamlesi, Türkiye'nin dış politika hedeflerine öncelikle Batı'nın kurumları aracılığıyla ulaşma konusunda giderek daha temkinli davrandığını gösteriyor.

İki dünya arasında yeni rota

Türkiye'nin BRICS'e katılma isteği durup dururken ortaya çıkmadı.

Türkiye ilk olarak 2018 yılında, o yılki BRICS zirvesine davet edildikten sonra bu fikri düşünmeye başlamıştı. Tam üyeliğin gerçekleşmesinin ise artık sadece bir zaman meselesi olduğu görülüyor.

Avrupa ve Asya kıtaları arasında yer alan Türkiye, dünyanın en büyük tek pazarı ve önemli bir Batı kurumu olan Avrupa Birliği'ne uzun zamandır ilgi duyuyor ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 21 yıllık iktidarı boyunca birliğe katılmak için defalarca girişimde bulundu.

Ancak AB, Türkiye'yi tam üye olarak kabul etmeye hazır olmadığı konusunda kararlı.

Avrupa'nın stratejisi; Türkiye ile ticaret anlaşmaları mı? Evet. NATO aracılığıyla askeri işbirliği mi?

Evet. Ama Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu'nda oy hakkı veren tam üyelik? Hayır,

Türkiye, 85 milyonu aşan nüfusuyla AB'ye katılması halinde, yaklaşık 84 milyonluk Almanya'yı geride bırakarak AB'nin en büyük ülkesi olacak ve dolayısıyla AB'nin yönetiminde ve liderliğinde kilit bir rol oynayacaktır.

Ancak Avrupa'ya yönelik Arap ve Afrika göçünün arttığı ve buna paralel olarak göçmen ve Müslüman karşıtı duyguların yükseldiği bir ortamda, Avrupa'nın çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeyi kabul etmesi her zamankinden daha az olası görünüyor.

Ukrayna'daki savaşa ve Gazze'deki savaşa verilen zıt tepkilerde de görüldüğü üzere, pek çok Avrupalı kıtayı “beyaz ve Hıristiyan” olarak tanımlıyor.

Hatta Avrupa'yı, medeni olmadığını düşündükleri dünyanın geri kalanı tarafından kuşatılmış olarak görüyorlar.

Bu düşünce son Avrupa seçimlerinde aşırı sağın yükselişiyle pekişti ve hatta Brüksel'deki üst düzey politika yapıcıların bazı söylemlerine de yansıdı.

Örneğin Avrupa Birliği'nin dış ilişkiler ve güvenlik politikasından sorumlu yüksek temsilcisi Josep Borrell, 2022 yılında genç Avrupalı diplomatlara yaptığı bir konuşmada;

“Avrupa bir bahçedir. Biz her şeyin yolunda gittiği bir bahçe inşa ettik. Dünyanın geri kalanının çoğu bir orman ve orman bahçeyi istila edebilir”

ifadelerini kullandı.

Batı'nın ötesine bakmak

AB'den soğuk bir tavırla karşılaşmanın yanı sıra Türkiye, Batı'nın egemen olduğu daha geniş küresel düzen tarafından da engellenmiş hissediyor gibi görünüyor.

Erdoğan hükümeti, Batı'yı ve özellikle de ABD'yi savunma sektörünün ve genel olarak sanayisinin büyümesini engellemekle ve ülkenin yükselen bir orta güç olarak dünya meselelerinde hak ettiği yeri almasına izin vermemekle suçluyor.

Örneğin, Türkiye'nin 2019 yılında Rus S-400 füze savunma sistemini satın alması ABD ile uzun süreli bir tartışmaya yol açmış ve bunun sonucunda Türkiye'nin F-35 savaş uçaklarını alması engellenmiştir.

Washington ise bu yılın başlarında Türkiye'nin 40 adet F-16 savaş uçağı satın almasına ancak gönülsüzce yeşil ışık yaktı ki bu işlem ABD Senatosu'nda ciddi bir muhalefetle karşılaştı.

Batılı kuruluşlarla olan çeşitli farklılıkların ötesinde, Türkiye'nin mevcut küresel düzenle ilgili şikayetleri de var.

Özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin yapısı ve veto hakkına sahip beş daimi üyesi Erdoğan'a göre 21. yüzyılın jeopolitik gerçeklerini yansıtmıyor.

Elbette Türkiye NATO'da kalmaya ve Avrupa ile yakın ilişkilere devam ediyor. Ancak bazılarının Asya yüzyılı olarak adlandırdığı dönemin ardından Türkiye dünyanın farklı bir yöne doğru ilerlediği açıkca görülüyor.

Dolayısıyla BRICS'e katılmak, Türkiye'ye hem ekonomik hem de diplomatik alanda yeni fırsatlar yaratacaktır.

Böyle bir hamle; Türkiye'yi Doğu ile Batı ve Kuzey ile Güney arasında diplomatik bir köprü olarak kilit bir konuma getirecek, dünyadaki kampların her birinde bir ayağı olacak ve aynı zamanda hepsindeki konumunu güçlendirecektir.

Nitekim Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan da Eylül ayı başında yaptığı bir açıklamada;

“Türkiye, Doğu ve Batı ile ilişkilerini eş zamanlı olarak geliştirdiği takdirde güçlü, müreffeh, itibarlı ve etkin bir ülke haline gelebilir. Bunun dışındaki herhangi bir yöntem Türkiye'ye fayda değil zarar getirecektir.”

ifadelerini kullandı.

BRICS'in evrimi

BRICS, 2006 yılında kurulduğu ve Batı medyasındaki pek çok yorumcunun bu örgütü iyi konuşan ama pek bir şey yapmayan bir oluşum olarak nitelendirdiği günlerden bu yana çok yol kat etti.

Örgüt artık, Şanghay merkezli ve başlangıçta 50 milyar doları sermayesi olan bir kalkınma bankasına sahiptir. BRICS'in ayrıca, üye ülkeleri küresel likidite baskılarına karşı korumak için bir kredi yapısı bulunmaktadır.

Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin'den oluşan ilk dört üyeye 2010 yılında Güney Afrika'nın da eklenmesiyle grubun şu anda dokuz üyesi bulunuyor.

Mısır, Etiyopya, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri 2024 yılında gruba katılırken, Suudi Arabistan da kendisine yapılan daveti kabul etmeyi düşünüyor.

Artık “BRICS Plus” olarak adlandırılan oluşum, dünya nüfusunun %46'sını, dünya GSYH'sinin %29'unu, petrol üretiminin %43'ünü ve küresel ihracatın %25'ini temsil ediyor.

BRICS ekonomilerinin Türkiye'nin ekonomisini tamamladığı açıktır.

Son olarak ve belki de en önemlisi, BRICS grubu Türkiye'ye taleplerini dile getirebileceği ve nüfuzunu kullanabileceği daha büyük bir diplomatik platform sağlayacaktır.

Küresel Güney'deki diğer pek çok ülke gibi Batı'dan haksız muamele gördüğüne inanan ve mevcut düzeni reforme etmeye hevesli bir ülke için bu şaşırtıcı olmamalıdır.

Singapurlu diplomat Kishore Mahbubani, Asya yüzyılının 13 Mart 2015'te, yani İngiltere'deki Muhafazakar hükümetin Washington'un açık isteklerine karşı gelerek Pekin merkezli Asya Yatırım ve Altyapı Bankası'na katılmak için başvurduğu gün başladığını iddia etmişti.

Şimdi ise; Türkiye'nin BRICS'e katılmak için başvurmasıyla birlikte, daha az Batılı bir dünyaya doğru geçişte önemli bir sayfanın açıldığını görüyoruz.

Tartışma