The Jerusalem Strategic Tribune: ABD'nin Ortadoğu ikilemi ve İran politikası
ABD, İran ve Afganistan başarısızlıklarının ardından, Orta Doğu'da yeni bir askeri angajmana cesaret edebilir mi? ABD'nin İran'a yönelik “çekingen askeri politikası” Orta Doğu'da büyük bir savaşın yaşanmasına neden olabilir.
İsrail merkezli düşünce kuruluşu The Jerusalem Strategic Tribune'de ABD'nin Ortadoğu ve İran politikasının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
ABD'nin özellikle Afganistan ve Irak savaşlarında yaşadığı başarısızlıklar nedeniyle bölgeye dair “askeri çekingenlik” yaklaşımına girdiği tespiti yapılan analizde, ancak İsrail güvenliği sözkonusu olduğunda bu yaklaşımın daha büyük bir savaşa neden olabileceği iddia edildi.
Analizde ayrıca; ABD'nin İran'a yönelik ortak askeri ve siyasi çekilme politikalarının altında iki temel varsayım yattığı ve son üç ABD başkanının bu varsayımlar çerçevesinde benzer yaklaşımlar izlediği değerlendirildi.
İşte The Jerusalem Strategic Tribune'de yayınlanan analiz:
Siyasi liderler ve temsil ettikleri insanlar genellikle silahlı çatışmadan kaçınmayı tercih ederler. Diğer bir ifade ile ülkeler, yaşadıkları en son çatışmadan çıkardıklarına inandıkları derslere kulak vererek yeni bir savaştan kaçınmaya çalışırlar.
Amerika Birleşik Devletleri ve yirminci yüzyıldaki iki dünya savaşı da böyle olmuştur. Her savaşın ardından ABD hükümeti, kamuoyu desteğini de arkasına alarak, bir daha böyle bir savaşa girme zorunluluğundan kaçınmak üzere tasarlanmış bir dış politika benimsemiştir.
Ancak ülkenin iki çatışmanın ardından benimsediği yaklaşımlar birbiriyle taban tabana zıttı. Birinci Dünya Savaşı'nın sonuçlarından hayal kırıklığına uğrayan Amerika, bu kıtada başka bir çatışmaya girmemek için Avrupa'nın güvenliğinden uzaklaştı. Ancak bu yaklaşım başarısız oldu. Ülke İkinci Dünya Savaşı'na sürüklendi ve savaş sonrasında tamamen farklı bir yol izleyerek Avrupa'ya derinlemesine angaje oldu ve Amerikan ve Avrupa güvenliğine en büyük meydan okuma olarak Nazi Almanya'sının yerini alan Sovyetler Birliği'ne karşı başarılı bir caydırıcılık politikası yürüttü.
Şimdi ise Amerika Birleşik Devletleri kendisini Orta Doğu'da da benzer bir durumda buldu.
ABD yakın geçmişte bölgede ya da bölgeye yakın yerlerde (Afganistan ve Irak'ta) başarısızlıkla sonuçlanan ve çok fazla cana ve maliyete neden olan iki savaşa girdi.
Bu savaşların ardından Amerika şimdi Orta Doğu'da ciddi bir tehditle karşı karşıya. Saldırgan, terörizmi destekleyen ve nükleer silah programını sürdürerek dünyaya meydan okuyan bir İran gerçekliği var. Önceki iki savaşın etkisiyle olsa gerek son üç ABD başkanı, bölgeden tamamen çekilmemekle birlikte bir savaş stratesini de reddetti.
Barack Obama, İran'ın nükleer silah geliştirmesinin en önemli adımı olan uranyum zenginleştirmesine izin vermeme yönündeki uzun süredir devam eden Amerikan politikasını terk etti ve Tahran'ın nükleer programını kapsayan ve en iyi ihtimalle İran'ın nükleer silah edinmesini engellemeyip sadece geciktirecek olan Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nı (KOEP) müzakere etti.
Donald Trump ABD'yi JCPOA'dan çekti ancak İran'ın nükleer altyapısına saldırmak için Obama'dan daha hazırlıklı olmadığını açıkça ortaya koydu ve Suudi Arabistan'ın Abqaiq kentindeki önemli petrol tesislerine yönelik İran'dan esinlenen küstah bir saldırıya askeri olarak karşılık vermeyi reddederek bu noktayı en açık şekilde ortaya koydu.
Joe Biden ise, Obama'nın imzaladığı ve Trump'ın bir kenara attığı anlaşmayı bir şekilde eski haline getirmeye çalıştı ama şu ana kadar başarılı olamadı.
Her üç yönetim tarafından da hiçbir zaman tam olarak ifade edilmemiş olsalar da, İran'a yönelik ortak askeri ve siyasi çekilme politikalarının altında iki varsayım yatmaktadır.
Bunlardan birincisi, Soğuk Savaş sırasında hem barışı hem de güvenliği koruyan türden güçlü bir caydırıcılığın üstlenilmesinin olası sonuçlarıyla ilgilidir. Diğeri ise İran'ı yöneten radikal mollaların nükleer bir cephaneliğe sahip olmasıyla sonuçlanma ihtimali çok yüksek olan mevcut rotayı takip etmenin sonuçlarıyla ilgilidir. Her iki varsayım grubu da eleştirel bir incelemeyi hak etmektedir.
ABD'nin mevcut politikası, İran ile bir savaşın Afganistan ve Irak örneğini izleyeceği ve yürütülmesinin maliyetli ve sonuçlarının tatmin edici olmayacağı inancına dayanmaktadır.
Etkili caydırıcılık, gerektiğinde savaşa da girmeye istekli olmayı gerektirir. ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra benimsediği politikadan İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra seçtiği yola geçmesi halinde İran ile doğrudan bir askeri çatışma ihtimal dışı bırakılamaz. Dahası, savaş her zaman öngörülemezdir ve Amerika'nın İran'la gireceği bir savaş, muhtemelen hoş olmayan sürprizler getirecektir.
ABD'nin Doğu Asya'da Çin'den ve Avrupa'da Rusya'dan kaynaklanan meydan okumalarla karşı karşıya olduğu düşünüldüğünde, Orta Doğu'da yeni bir askeri angajman ihtimali daha da vahim bir hal almaktadır.
Ancak İran'la yapılacak bir savaş, Amerika'nın Afganistan ve Irak'taki çatışmalarına benzemeyecektir. Amerikan askeri operasyonları büyük olasılıkla, Amerikan kara birliklerinin katılımı olmaksızın hava ve deniz muharebeleriyle sınırlı kalacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi, savaş halinde olduğu ülkenin hükümetini değiştirmeye de çalışmayacaktır ki İran örneğinde bu arzu edilen bir durumdur. Amerika'nın savaştaki amacı daha ziyade İran'ın nükleer programını mümkün olduğunca geriletmek, nükleer bombaya ulaşma süresini şu anda olduğu gibi haftalardan yıllara yaymak olacaktır. Bu hedefe ulaşmanın maliyeti muhtemelen Afganistan ve Irak savaşlarının maliyetinden çok daha düşük olacaktır.
Diğer yandan İran'la ilgili riskler daha farklı ve daha yüksektir. Dünyanın en güçlü silahlarının dünyanın en saldırgan ve Amerikan karşıtı rejimlerinden birinin eline geçme olasılığı söz konusudur. Yine de mevcut Amerikan stratejisi zımnen dünyanın geçmişte nükleer silahların yayılmasına zarar vermeden uyum sağladığını ve İran söz konusu olduğunda da bunu yapabileceğini varsaymaktadır. Diğer nükleer güçlerin silahlarını düşmanlarına karşı kullanmaları engellenmiştir ve bu Orta Doğu için de geçerli olabilir.
Amerika Birleşik Devletleri'nin son savaşlardan sonra yaşadığı hayal kırıklığı ve bunun sonucunda bu savaşların tekrarlanmasından kaçınma arzusu güçlü bir siyasi duruş haline gelmiştir. Ancak Amerikan hükümeti, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra uyguladığına benzer bir çekilme yoluyla İran'la benzer bir deneyim yaşamaktan kaçınmaya çalışarak iki savaş arası dönemdeki deneyimi tekrarlama riskini taşımaktadır.
Sonuç olarak ABD'nin İran'a yönelik “çekingen askeri politikası”, İsrail'de göz önünde bulundurulduğunda Orta Doğu'da daha büyük bir savaşın gelişmesi riskini taşımaktadır.