gdh'de ara...

The Manohar Parrikar Institute: Gazze, Batı ile 'geri kalanlar' arasındaki uçurumu nasıl derinleştirdi?

Gazze Savaşı, Batı'nın ahlaki iflasını ve zayıflayan güvenilirliğini gösteren bir dönüm noktası oldu. ABD'nin dümende olmadığı BRICS gibi gruplar, Batı hegemonyasına karşı yükseliyor.

1. resim

Pakistan merkezli düşünce kuruluşlarından The Manohar Parrikar Institute'de, İsrail'in soykırım savaşının sadece İsrail ve Filistin arasındaki dengeleri değil, Batı ülkeleri ve diğer dünya devletleri arasındaki dengeleri de etkilediğinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Batı ülkelerinin 7 Ekim saldırısının ardından Gazze'ye karşı başlattığı savaşta İsrail'i kayıtsız desteklediği ancak beş ay boyunca 30,000'den fazla Filistinlinin öldürülmesi ve binlercesinin yaralanmasıyla birlikte, Batılı güçlerin kendilerini uluslararası sahnede izole edilmiş halde bulmaya başladığı belirtildi.

Analizde ayrıca, Gazze Savaşı'nın Irak'ın işgalinden sonra Batı'nın ahlaki iflasını ve zayıflayan güvenilirliğini gösteren bir dönüm noktası olduğu belirtildi.

İşte The Manohar Parrikar Institute'de yayınlanan analiz:

İsrail'de 7 Ekim'de gerçekleşen saldırıların ardından Batı, Tel Aviv'in Gazze'ye yönelik saldırılarına tereddütsüz destek vermiş ve İsrail'in "kendini savunma" hakkını desteklemişti.

Ancak şimdi, beş ay boyunca 30,000'den fazla Filistinlinin öldürülmesi ve binlercesinin yaralanmasıyla ve Gazze'de akan kanın durdurulması ve ateşkes uygulanması çağrılarının dünya çapındaki protestolarda bir araya gelen bir slogan haline gelmesiyle, Batılı güçler kendilerini uluslararası sahnede izole edilmiş buluyorlar.

Batı ülkeleri, ellerinde kalan az miktardaki meşruiyet ve otoriteyi kurtarmak için çabalıyorlar.

Avrupa Birliği Dış İlişkiler Şefi Joseph Borrell geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'i "İsrail yanlısı tutumu" nedeniyle eleştirirken, Ekim ayında İsrail'e yaptığı ve savaşa açık destek verdiği gezinin "Avrupa için yüksek bir jeopolitik maliyeti olduğunu" belirtti.

Borrell'in son açıklamaları AB'nin ve diğer Batılı güçlerin şu anda karşı karşıya olduğu muammayı gözler önüne seriyor. Karmaşık bir başlangıçtan sonra güvenilirliklerini korumak ve Gazze konusunda tek bir ses olarak konuşurken bu çatışmada daha dengeli ve tarafsız görünmek.

Neredeyse tüm AB ülkeleri ve diğer Batılı güçler, yaklaşık 1,200 İsraillinin ölümüyle sonuçlanan Hamas saldırılarını kınadı. Ancak İspanya, Belçika ve İrlanda gibi ülkeler de İsrail'in saldırılara verdiği karşılık konusunda endişelerini dile getirerek iki devletli çözümün uygulanmasını vurguladılar.

Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Almanya gibi diğer ülkeler ise İsrail'i kınama konusunda tereddütlü davrandılar. Prag ve Budapeşte, Avrupa Birliği'nin İşgal Altındaki Topraklar'daki İsrailli yerleşimcilere yaptırım uygulama girişimini de engelleyerek Filistinlilerin yaşamlarını hiçe saydıklarını gösterdiler.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, İsrail'in "bir demokrasi olduğu" göz önüne alındığında İsrail ordusunun uluslararası hukuka uyacağından "şüphesi olmadığını" söylerken, Avusturyalı lider Karl Nehammer de benzer duyguları yineleyerek "tüm ateşkes fantezileri ve düşmanlıkların durdurulması güçlenmesine yol açtı." ifadelerini kullandı.

İsrail'i eleştirme konusundaki tutumları ve isteksizlikleri dünyanın geri kalanıyla son derece çelişkili oldu.

Buna karşılık, birçok Latin Amerika, Asya ve Afrika ülkesi İsrail'in Gazze'ye karşı sürdürdüğü savaşa karşı sert bir duruş sergileyerek İsrail'in toplu cezalandırmasını eleştirirken acil ateşkes çağrısında bulundu.

Aralarında Bolivya, Şili ve Kolombiya'nın da bulunduğu çok sayıda Latin Amerika ülkesi ya ilişkilerini kesti ya da büyükelçilerini geri çağırdı.

Güney Afrika İsrail'i Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'na götürürken, Alman sömürgecilerin soykırımına maruz kalmış bir ülke olan Namibya, Johannesburg'un yanında durarak Almanya'ya meydan okudu ve Berlin'in Namibya topraklarında işlediği soykırımın kefaretini ödememesini kınadı.

Windhoek'un izinden giden Nikaragua da İsrail'e sağladığı mali ve askeri destekle "soykırımı kolaylaştırdığı" gerekçesiyle Almanya aleyhine Ululararası Adalet Divanı'nda dava açtı.

Malezya, Bolivya, Pakistan, Türkiye ve Brezilya gibi dünyanın dört bir yanına yayılmış diğer Küresel Güney ülkeleri de Güney Afrika davasına desteklerini açıklarken, Almanya karşı tarafta yer aldı ve ABD de soykırım suçlamalarını "temelsiz" ve "liyakatsiz" olarak nitelendirdi.

Emperyalizm, seçici insanlık ve benmerkezcilik, Küresel Güney'in Batılı elitlere karşı duyduğu hoşnutsuzluğun temel nedenleridir ve bu hoşnutsuzluk Filistin'e verilen büyük destekle kendini gösteren bir güven eksikliğini ortaya koymaktadır.

Çin ve Rusya daha fazla nüfuz sahibi olmaya çalışırken, dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Küresel Güney, milyarlarca insanın isteklerini temsil eden kilit bir ses ve günümüzün çok kutuplu dünyasında gerçek bir paydaştır.

Gazze savaşının çaplı jeopolitik sonuçları, Batı ile gelişmekte olan ülkeler arasında derinleşen uçurumu tamamen ortaya çıkardı.

Bu ülkeler aynı zamanda iklim felaketleri ve ekonomik krizlerden de muzdariptir ve bu krizler, Batı'nın sömürüsü, ırkçılık ve sömürge günlerinden kalma yapısal ve tarihsel eşitsizlikler nedeniyle daha da şiddetlenmektedir.

Küresel Güney'deki pek çok ülke Filistin davasını Batı egemenliğine karşı sömürgecilik karşıtı bir mücadele olarak görmektedir.

Gazze Savaşı, ABD ve müttefiklerinin yirmi yıl önce Irak'ı haksız yere işgal etmesinin ardından, Batı'nın ahlaki iflasını ve zayıflayan güvenilirliğini gösteren bir dönüm noktası oldu.

Bazı analistler ayrıca Batı'nın Tigray'deki savaş gibi dünyadaki diğer ciddi krizlerden bazılarını göz ardı etmesine veya yetersiz ilgisine, genişleyen bir bölünmeye ve Batılı güçlerin gelişmekte olan ülkelerle ticaret ve işgücü bağımlılıklarına rağmen neden gerçek etkiden yoksun olduğuna işaret ediyor.

Diğer yandan Gazze krizi, Abraham Anlaşmaları kapsamında ABD'nin aracılık ettiği barış sürecini de paramparça etti.

İsrail ile bir dizi Arap ve İslam ülkesi arasında 2020 yılında yapılan bir dizi anlaşma, Filistin meselesini arka planda tutarken normalleşmenin önünü açıyor olarak görülüyordu.

Suudi Arabistan gibi bölgenin ağır topları, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun Orta Doğu'da "kuantum sıçraması" olarak lanse ettiği 7 Ekim saldırılarından önce Tel Aviv ile ilişkileri normalleştirmeye yaklaşıyordu.

Washington'un çabalarına darbe vuran bu süreç, Gazze'de devam eden İsrail saldırılarını ve ABD'nin ateşkes çağrısı yapan BM kararlarını bloke ederek suç ortaklığı yapmasını kınayan bu ülkelerdeki kamuoyunun büyük ölçüde Filistinlilerden yana olması nedeniyle öngörülebilir bir gelecek için durma noktasına geldi.

Gazze savaşı, dünyanın büyük çoğunluğu ile Batılı güçler arasındaki güven eksikliğini ortaya çıkardı.

BRICS'in kendisini daha jeopolitik bir oluşum olarak lanse etmesiyle görüldüğü üzere, Çin ve Rusya'nın bundan kazançlı çıkması muhtemeldir.

Gelinen noktada BRICS, İsrail'in en sadık destekçisi ve müttefiki olan ABD'nin dümende olmadığı Batı hegemonyasına karşı bir denge unsuru olarak görülmeye başlandı.

İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşı, Küresel Güney'in Batı'nın çifte standartlarına ilişkin görüşlerini pekiştirdi ve bu güçlerin ABD'nin dümende olmadığı bir dünya arzunun harekete geçirdi.

Tartışma