The New Arab: Batı medyası, İsrail'in Gazze'deki soykırımına nasıl ortak oluyor?
Batı medyası, İsrail'i “bir kurban”, Filistinlileri ise "saldırgan" olarak gösteren çarpık bir bakış açısı yaratmaya çalışıyor. Batı medyası, İsrail'in Gazze'deki soykırımına nasıl ortak oluyor?
İngiltere merkezli yayın yapan The New Arab'da, Batı medyasının İsrail'in soykırım düzeyine varan saldırılarını aklamak için nasıl bir yol izlediğini ortaya koyan bir analiz yayınladı.
Batı medyasının yanlış bilgi ve çarpıtılmış anlatılar yayarak, İsrail'in "teröristlere" karşı kendini savunan bir kurban, Filistinlilerin ise saldırgan olarak resmedildiği çarpık bir bakış açısı yarattığı belirtilen analizde, Hamas'ın da DEAŞ ve El-Kaide gibi terörist oluşumlarla birleştirilmeye çalışıldığı belirtildi.
Analizde ayrıca, benzer manipülasyon süreçlerinin daha önce de Irak'ın işgali gibi gelişmelerde kullanıldığın, ancak Filistin konusunda Batı medyasının tüm çabasına rağmen dünyadaki milyarlarca kişinin duruma tepki veren bir hal aldığı belirtildi.
İşte The New Arab'da yayınlanan analiz:
Günümüzün medya ortamında, tarafsızlığa sarsılmaz bir bağlılık gazeteciliğin temelidir. Ne var ki, son dönemde yaşanan küresel çatışmalar ve zulümler, medya haberlerinde sık sık rahatsız edici ve yaygın bir önyargıyı gün ışığına çıkarmaktadır.
İsrail'in Gazze'ye yönelik mevcut savaşı gibi durumlarda, bu aleni tarafgirlik temel gazetecilik ilkelerini aşındırmakta ve dijital çağda bilgi bütünlüğü hakkında derin bir tartışma başlatmaktadır.
Aslında Batı medyası siyasi manipülasyona açık olduğunu göstermiş, kendi söylemlerini yinelemek, direktiflerine uymak ve en önemlisi de baskı, itibarsızlaştırma ve yalanları yayma taktiklerine başvurmak için bir piyon olarak kullanan politikacıların sözcüsü haline gelmiştir.
Tüm bunlar aslında, asırlık sahte propaganda süreçlerinin kullanımına dayanıyor ve bu yaklaşım şu anda, yalan, propaganda ve kamuoyunu manipüle etme konusunda Gazze'deki vahşete hizmet ediyor.
Medya, yanlış bilgi ve çarpıtılmış anlatılar yayarak, İsrail'in "teröristlere" karşı kendini savunan bir kurban, Filistinlilerin ise saldırgan olarak resmedildiği çarpık bir bakış açısı yaratıyor.
Bu yanlış propaganda süreci aynı zamanda durumu, hesap verme sorumluluğu olanlardan uzaklaştırarak işgalin altında yatan nedenleri ve sivillere verilen zararı gizliyor. Dahası, karşıt anlatıların inandırıcılığını zayıflatarak gerçeği ayırt etme zorlaştırıyor.
Ayrıntılara inildiğinde ise, 7 Ekim sonrası yaşanan bir dizi olay, medyanın politikacılarla uyum içinde olduğunu ve genellikle İsrail'in bakış açısını desteklediğini ortaya koymaktadır.
Açıkça görülüyor ki, Batı medyası ve siyaset orkestrası tek bir amaçta birleşti. Hedefleri; Gazze'ye yönelik askeri savaşın sürdürülmesinde güçlü bir sinerji yaratmak ve küresel ölçekte kamuoyu algılarını da manipüle etmektir.
Her şey bu orkestranın, olayların öncesini görmezden gelerek 7 Ekim'de yaşananları “bir terör saldırısı” olarak nitelendirmesiyle başladı.
İsrail ve ABD tarafından yapılan bu hesaplı söylem, hızla Batı medyasına ve Batılı politika yapıcıların söylemlerine sirayet etti.
İsrail'e sözde 'sebepsiz saldırıya' karşı koyma kisvesi altında meşru müdafaa iddialarıyla askeri saldırısını meşrulaştırmak için bahane ortamı oluşturuldu. Gerçekte ise, uluslararası toplum Gazze'yi uzun süre görmezden gelmiş, halkının on yıllardır çektiği acıları gözardı etmişti.
Gazze şu anda 17 yıl içinde beşinci yıkıcı savaşını yaşıyor. Gazze halkı, geçmiş mücadelelerin kalıcı acılarıyla boğuşmaya devam ederken, kendilerini kapana kısılmış, ihtiyaç maddelerine ve hayati malzemelere erişimleri İsrail tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilirken buldu.
İsrail, 7 Ekim saldırısından sonra bu hayat damarlarını keserek yiyecek, su ve yakıtı kesti. Günlük yaşam, dayanılmaz bir varoluş mücadelesine, yürek burkan bir çileye dönüştü. Batılı politikacılar ve medyanın 7 Ekim öncesi gözetimi, İsrail'in onlarca yıllık saldırganlığını görmezden gelerek 'kışkırtılmamış' ifadesinin kullanılmasını taraflı bir habercilik örneği haline getirdi.
7 Ekim'i takip eden günlerde bir başka rahatsız edici olay daha ortaya çıktı. Hamas saldırısı sırasında 40 İsrailli çocuğun kafasının kesildiği iddiaları ortaya atıldı. Bu iddialar, aralarında Amerikan Başkanı Joe Biden'ın da bulunduğu birçok siyasetçi tarafından desteklendi ve Biden başlangıçta bu haberleri fotoğraflı kanıtlar gördüğünü söyleyerek doğruladı.
Ancak Beyaz Saray daha sonra bu iddiaların doğrulanmadığını ve yalnızca doğrulanmamış İsrail raporlarına dayandığını açıkladı. Fakat bu açıklama istenilen zararı çoktan verilmiş ve bu aldatıcı açıklama kamuoyunun algısını etkilemişti.
Bunun amacı Hamas ile DEAŞ ve El-Kaide gibi gruplar arasında paralellik kurmaktı. İsrailli yetkililer saldırının başından bu yana bu açıklamaları sürekli tekrarladı ve Hamas'ın durmaksızın DEAŞ ile ilişkilendirilmesi, Filistinlileri terörist olarak resmetmeye yönelik kasıtlı bir projeydi.
Dünya bu anlatıyı daha önce de gördü ve bu taktikler, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiasının,yanlış olduğunun ortaya çıktığı 2003 Irak işgaline giden yolda da kullanıldı.
Tıpkı Irak savaşı için ürettiği gibi, medya şimdi de Gazze'ye karşı devam eden savaşın gönüllü bir ortağı gibi hareket ediyor..Dezenformasyon ve yanlış anlatıların yayılmasıyla damgasını vuran bu ortaklık, cezasızlık ortamında geliştirdi.
Özellikle ilk günlerde, Gazze ve Filistin'i destekleyen sayfalar ve sosyal medya paylaşımları da kısıtlamalara tabi tutularak erişimleri azaltıldı.
Avrupa'nın önde gelen haber toplama uygulaması ve medya şirketi Upday, çalışanlarına İsrail yanlısı içeriğe öncelik vermeleri, Filistinli kayıp haberlerini sınırlandırmaları ve Filistin yanlısı olduğu düşünülen başlıklardan kaçınmaları yönünde talimat verdiği iddialarıyla karşı karşıya kaldı.
Ayrıca bazı raporlar; İsrail'in sosyal medya fenomenlerine destekleri karşılığında nasıl mali teşvikler sunduğunu ve bu şekilde Gazze'de devam eden soykırımı doğrulayan her türlü bilgiyi nasıl bastırdığını göstermiştir.
Filistin davasına ilişkin kamuoyu algısı üzerinde kuşkusuz derin bir etkisi olan tüm bu gelişmelere, manipülasyonlara ve yanlış propagandanın sürdürülmesine rağmen, dünya çapında milyonlarca insan Filistin'e olan desteğini giderek daha fazla ifade etmekte ve önyargılı haberciliği reddetmektedir.
Sonuç olarak, bu gelişmeler bazı kritik soruları gündeme getiriyor.
Bu kitlelerin Filistinlilere verdiği destek mevcut anlatıda önemli bir değişikliğe yol açabilir mi? Batılı medya kuruluşlarının bağımsızlığını gözden geçirmenin zamanı geldi mi? Bu kuruluşlar gerçekten önyargısız habercilik mi yapıyorlar yoksa belli siyasi çıkarlar için paravan görevi mi görüyorlar?
Tarafsızlık arayışı devam ettiği sürece, İsrail saldırısını destekleyen çarpıtılmış anlatıların, uyanmış ve birleşmiş bir küresel vicdan karşısında parçalanmaya devam etmesi muhtemeldir.