The New Arab: İsrail, ABD liderliğindeki dünya düzeninin sonunu mu getirecek?
İran bir Irak'ı değil ve Rusya, Çin ve Kuzey Kore gibi ülkeler İran'ı yalnız bırakmayabilir. İsrail'in İran'ı vurması, ABD liderliğindeki dünya düzenine son darbeyi indirebilir!
İngiltere merkezli yayın organlarından The New Arab'da, İsrail'in İran'a olası saldırısının hem bölge hem de küresel düzen için olası sonuçlarının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
İsrail'in, ABD'nin körü körüne desteğine de güvenerek üstün bir bölgesel güç olma hedefi ile bölgesel bir savaş istediği tespiti yapılan analizde, İsrail'in olası bir saldırısında Rusya, Çin ve Kuzey Kore'nin İran'ı yalnız bırakmayacağına dikkat çekildi.
Analizde ayrıca; İsrail'in İran'ı vurması, Netanyahu tarafından zaten ciddi bir şekilde tehlikeye atılmış olan ABD liderliğindeki dünya düzenine son darbeyi indireceği iddia etti.
İşte The New Arab'da yayınlanan analiz:
Savaşların kimin kazandığından bağımsız olarak jeopolitik sonuçları vardır.
Örnek olarak; daha geniş kapsamlı olan Arap-İsrail çatışması, Filistin sorununun önümüzdeki yirmi yıl boyunca izleyeceği yolu belirledi.
Nitekim diğer çatışmaların ardından da, Filistin Kurtuluş Örgütü, ardından Hizbullah ve Hamas gibi yapılar ortaya çıktı. Diğer bir ifade ile her turda yeni bir jeopolitik gerçeklik ortaya çıktı.
Oslo anlaşması, Ürdün'le barış, intifadalar ve Oslo'nun çöküşü, Gazze'de Hamas'a karşı askeri operasyonlar, İsrail'in geri çekilmesi ve ardından tam abluka ve 2006 İsrail-Hizbullah savaşı.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu tarihten ders aldığını iddia ediyor. Netanyahu'nun gündemi her zaman Filistin meselesinin üstünü örtmeye, Filistin halkını bölmeye, İsrail'in düşmanlarını zayıflatmaya ve “yeni Ortadoğu” bayrağı altında bölgede yeni ittifaklar kurmaya odaklanmıştır.
Bu plan çerçevesinde İsrail, en sadık destekçisi olan ABD'nin körü körüne desteğine de güvenerek üstün bölgesel güç olmayı umuyordu.
Netanyahu'nun bu hedeflerine ulaşması ve mevcut jeopolitik paradigmayı değiştirmek için bir çatışmayı tetiklemesi gerekiyordu. Bu fırsat 7 Ekim 2023'te ortaya çıktı. Filistinlilerin o günkü saldırıları Netanyahu'ya Gazze'yi yok etme ve nüfusunu sürme, Batı Şeria'da terörü yayma, fiili ilhaktan önce ekonomik boğulmayı uygulama ve nihayetinde Filistinlilerin çoğunu yerinden etme fırsatı verdi.
Ancak Netanyahu'nun fark edemediği şey, bunun bir 1948 anı olmadığıdır.
Gazze'de kısa ve kararlı bir savaş yerine orada sıkışıp kaldı. Bu arada Hizbullah da devreye girmeye karar vererek İsrail'in kuzeyine füzeler fırlattı ve on binlerce İsrailliyi yerinden etti.
İran yanlısı gruplar Yemen, Irak ve Suriye'den İsrail'e saldırmaya başladı. Netanyahu İsrail'i şimdiye kadarki en uzun savaşına sürükledi ve bu savaş, artık varoluşsal bir savaş haline geldi. Ancak Amerika'nın yardımı olmadan kazanılamaz.
Gazze'deki korkunç soykırım savaşının ortasında Netanyahu, savaşı genişletmesi ve derin bir şekilde kutuplaşmış Amerika'yı yanına alması gerektiğini fark etti. Askeri haçlı seferi, adeta bir intihar görevine dönüştü.
Hizbullah'ı yok etmek, Husileri ve Irak'taki İran yanlısı milisleri felç etmek ve şimdi de İran rejimine ölümcül bir darbe indirmek. Bunun için de İsrail, ABD ve bölge ülkeleri ve halklarına maliyeti ne olursa olsun İsrail'in nihai galip olarak çıkacağı bölgesel bir savaşa ihtiyacı var.
Bu vizyon kendi kendini yok etmekten başka bir şey değil.
Evet, İran bölgesel bir tehdit olarak görülebilir. Ama ona karşı tam teşekküllü bir savaş çözüm değil. Aynı şekilde Netanyahu yönetimindeki İsrail de bölgesel bir tehdit ve büyük bir bozguncu haline geldi. Ancak onunla da tam teşekküllü bir savaş çözüm değil.
Geride kalan bir yılın ardından Netanyahu sonunda istediğini elde ediyor gibi görünüyor. Zira ABD'yi, İsrail'i korumak için devreye girmeye zorlayan bölgesel bir savaş artık bir adım uzaklıkta.
Ancak işler planladığı gibi gitmeyebilir. Kuzey Gazze'de mahsur kalan 400.000'den fazla Filistinliyi zorla yerinden etmek için umutsuz bir çaba sarf ederken, Gazze'ye karşı bir yıldır sürdürdüğü savaş hiçbir yere varmıyor.
İsrail'in çeşitli acı verici ve stratejik darbelere rağmen, Hizbullah'ı tamamen dize getirme girişimi de işe yaramadı. Hizbullah toparlanmış görünüyor. Kadrolarını yeniden inşa ediyor ve Pazar gecesi Hayfa yakınlarındaki bir ordu üssüne düzenlenen insansız hava aracı saldırısının da kanıtladığı gibi İsrail şehirlerini ve askeri üslerini artan bir güç ve hassasiyetle vuruyor.
Bu arada, Netanyahu'nun Nisan ayında Şam'daki İran konsolosluğunu bombalayarak ve ardından Temmuz sonunda Tahran'da Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye'ye suikast düzenleyerek kasıtlı olarak başlattığı Tahran ile doğrudan yüzleşme, İran'ın iki büyük tepkisini tetikledi. Sonuncusu iki hafta önce İsrail hedeflerine balistik füze yağmuru şeklinde gerçekleşti.
Hemen ardından Netanyahu İran'ı en ağır şekilde vurma sözü verdi. Basında yer alan haberlere göre, ilk hedefleri enerji ve petrol tesislerinden nükleer tesislere kadar uzanıyordu.
Ancak Biden yönetiminin İsrail Başbakanı'nı sadece askeri tesislere odaklanmaya ikna ettiği bildirildi.
İran, kırmızı çizgileri olmayan daha da güçlü bir misilleme tehdidinde bulundu. Tahran için bu aynı zamanda varoluşsal bir savaş haline geldi. Bu senaryo bölgeyi ve dünyanın geri kalanını diken üstünde tutuyor.
Ancak bu 1980'lerin Irak'ı değil. İran, kendisine on milyarlarca dolara mal olan ve şimdiden parya bir devlete dönüşmesine neden olan İsrail'e karşı savaşı uzatabilir.
Dahası, günümüz dünyasının jeopolitik gerçekleri bu gelişen krizin üzerine gölge düşürecektir.
Rusya, Çin ve Kuzey Kore, ABD liderliğindeki dünya düzeninin çöküşün eşiğinde olduğu bir dünyada İran'ı bir müttefik olarak görüyor. İran'ın bu müttefikler tarafından terk edilmesi pek olası değil.
Diğer yandan, İran'a yönelik bir saldırı küresel enerji piyasalarını tehdit edecek ve Vladimir Putin'in istediği çok kutuplu dünyanın yükselişini hızlandıracaktır.
İsrail'in İran'ı vurması, Netanyahu'dan başkası tarafından zaten ciddi bir şekilde tehlikeye atılmış olan ABD liderliğindeki dünya düzenine son darbeyi indirecektir.
Aklı başında hiç kimse, İsrail'in Gazze halkını bitirmesi, Batı Şeria'yı ilhak etmesi ve kolayca yayılabilecek bölgesel bir savaşı tetiklemesinin ardından dünyanın her zamanki işine ve normalliğe geri döndüğü bir senaryoyu kabul edemez.
Netanyahu'nun bitmek bilmeyen savaşları mevcut jeopolitik paradigmayı değiştirecek, ancak sonuç İsrail'i güçlendirmek yerine zayıflatacaktır. Dahası, çok kutuplu bir dünya arayışı daha da belirginleşecektir.
Netanyahu'nun gözden kaçırdığı bir gerçek de İsrail'in Orta Doğu'nun merkezi olmadığıdır.
Diğer ülkeler “yeni Orta Doğu ”nun kendi görüşlerine ve vatandaşlarının görüşlerine göre nasıl şekilleneceği ve şekillenmesi gerektiği konusunda söz sahibidir.