gdh'de ara...

Türkiye'nin İsrail, Suriye ve Körfez politikaları İran'ı endişelendiriyor

Ankara, Riyad ve Körfez yönetimleri arasında Kuzey Irak’tan Yemen’e kadar olan geniş coğrafyada büyük çaplı bir işbirliği İran’ın müttefiklerini savunmasız kılabilir.

1. resim
29.05.2022

İlişkilerin normalleştirilmesi ve yeni bir sayfa açılması amacıyla bir yıldır devam eden yoğun diplomatik faaliyetler netice vermeye başladı. Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Riyad’a gerçekleştirdiği iki günlük ziyaretin ardından ısınmışa benziyor.

Uzmanlar, Riyad ve Ankara yönetimleri arasındaki ilişkilerin şekillendirilmesi sürecinde tarihi olarak sürekli öncelik gören jeopolitik ve bölgesel güvenlik şartlarını geri plana atarak iki devlet arasında başlayan bu yeni sürecin ekonomik faktörlerini gereğinden fazla ön plana çıkardı.

İran ve ABD’nin bölgesel politikaları Suudi Arabistan-Türkiye ilişkilerinin dinamikleri içinde özel bir başlıktır.

Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki barış havası, kendi jeopolitik ve güvenlik faktörleri nedeniyle İran tarafında pek hoş karşılanmayan bir gelişme oldu.

İranlıların bakış açısına göre, bu iki bölgesel gücün kendi aralarında uzlaşması Tahran’ın başta Suriye olmak üzere, Irak ve Yemen gibi bölgelerdeki nüfuzunu olumsuz şekilde etkileyecek ve buna ek olarak Suudi Arabistan ile İran arasında bölgesel meseleler üzerine devam eden pazarlık sürecinde Riyad’ın elini güçlendirerek Tahran yönetiminin Suudi Arabistan’ı belirli tavizler vermeye zorlama isteğini zora sokacaktır.

ABD’nin asıl yapmak istediği nedir?

İranlı uzmanlar barış havasını, ABD’nin müttefiklerini birbirine yakınlaştırma amacıyla yürüttüğü faaliyetlerin bir parçası olarak algıladı. Bu bakış açısına göre, buradaki nihai arzu, Amerikan kuvvetlerinin bölgeden ayrılmasının ardından başlayacak süreçte ABD müttefiklerinin İran, Rusya ve Çin’in faaliyetlerinin karşısında durabilecek kapasiteye nail olmalarıdır.

Eğer Türkiye ve Suudi Arabistan her iki tarafın çıkarlarını da zedelemeyecek yollar bulmayı başarır ve belirli bir seviyede iş birliğini devam ettirilebilirse Riyad ve Ankara arasındaki yeniden yakınlaşma süreci iki ülkenin Irak siyaseti üzerindeki toplam nüfuzunu kat ve kat arttıracaktır.

İran’ın Bağdat büyükelçisi Iraj Mescidi geçtiğimiz yılın şubat ayında yaptığı açıklamada Irak’taki Türk nüfuzunu Tahran yönetiminin tasvip etmediğini ifade ederek Türk kuvvetlerinin Irak topraklarından çekilmesi çağrısında bulunmuştu.

Irak’taki İran yanlısı militanlar son aylarda sürekli artan şekilde Irak’ın kuzeyindeki öncü üslerde konuşlu Türk kuvvetlerini hedef almaktadır.

Bölgeden gelen haberlere göre Türkiye bu saldırılara, bu militanları Irak toprakları içinde TB2’lerle hedef alarak cevap verdi. Irak’ta cereyan etmekte olan Türk-Fars rekabetinin güncel dinamikleri bölgede düşük yoğunluklu bir vekil savaşına dönüşme potansiyeli taşımaktadır.

Türkiye-İsrail iş birliği korkusu

İranlılar, Suudi Arabistan-Türkiye arasındaki yeni sürecin içine başka devletleri de çekerek birleşmiş bir bölgesel gündem maddesi haline gelme potansiyeline sahip olduğu hususunda endişe duymaktadır. Hatta bazıları Ankara’nın bu faaliyetler çerçevesinde İsrail’i de safına katarak İran’ı bir ana hedef haline getirmeye gücünün yeteceğini düşünmektedir.

Suriye, özellikle Rusya’nın Ukrayna batağına saplanmasının ardından İran’ın bölgedeki nüfuzu ve pozisyonunun Türkiye-Suudi Arabistan yakınlaşması nedeniyle tehlikeye girebileceği bir diğer sahnedir.

Türkiye ile İsrail arasında son birkaç yıldır İran’ın Suriye’deki nüfuzuna karşı durulması hususunda üstü kapalı da olsa çıkar uyuşması mevcuttur. İsrail Suriye’deki İranlı hedeflere yönelik binden fazla hava harekâtı icra etmesine rağmen Türkiye hiç bu saldırıları kınamadı.

Erdoğan geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada Türk kontrolü altındaki kuzey Suriye topraklarında yaklaşık bir milyon Suriyeli mültecinin geri dönüşünü sağlayacak yeni toplu konutlar inşa edilmesine dair bir planı tanıttı. Suudi Arabistan dahil Körfez ülkelerinin bu plan çerçevesinde bir rol oynayabileceği düşünülmektedir.

YPG ve Yemen

Kürt milis gruplar YPG ve PKK’nın Irak ve Suriye’deki finansal kaynaklarının kuruması, Suriye hususunda Ankara’nın elini güçlendirirken İran’ı kullanabileceği bir vekil güçten mahrum bırakacaktır.

Anadolu Ajansının Farsça servisi üzerinden verilen haberde Ankara’nın Suriye’deki İran yanlısı militanlar hakkında “İran yanlısı teröristler” ifadesini kullanması gibi güçlü bir hamle de gözlerden kaçmadı.

Riyad ve Tahran yönetimleri arasındaki bağlar özellikle 2016 yılında diplomatik ilişkilerin kesilmesinin ardından dozu yükselen ve sonu görülmeyen amansız mücadeleden oldukça etkilendi. İki taraf neredeyse tüm bölgesel meselelerde birbirlerine zıt pozisyonlarda mevzilendi.

Hem Suudi Arabistanlı hem de İranlı siyasiler bölgedeki ülkelerde meydana gelen dahili gelişmeleri iki taraflı jeopolitik mücadele merceğinden izledikleri için her harekete aşırı önem vermektedir. Bu bölgesel güç rekabeti bağlamındaki en aktif cephe ise Yemen’dir.

Suudi Arabistan, Yemen’de patlak veren yıkıcı iç savaşın başından beridir ülkedeki Husi varlığına ve bu grubun kontrol ettiği alanların büyümesine karşı çıktı ve bu politika doğrultusunda 2015’in mart ayında Yemen’e askeri olarak müdahale etti.

Diğer taraftan İran ise Yemen’deki asileri birçok yönden destekledi. Yemen, Tahran ile Riyad arasında devam etmekte olan konuşmalarda hala önemli bir başlık olarak gündemdeki yerini korumaktadır.

Kritik süreç

Türkiye-Suudi Arabistan yakınlaşmasının ne derece dayanıklı olacağı İran ile alakalı meseleler dahil birçok faktöre bağlıdır. Bu bağlamda aynı anda yürütülecek iki pazarlık süreci özellikle önem arz etmektedir.

Bunların ilki, Riyad ile Tahran yönetimlerinin ilişkileri normalleştirmek ve ikili arasında uzun süredir devam eden rekabeti belirli bir seviyede tutma potansiyeline sahip her iki tarafın da kabul edebileceği bir “geçici görüş birliği” bulmak için sürdürdüğü konuşmalardır.

Suudi Arabistan ile İran arasındaki meselenin bir anlaşmaya bağlanması halinde İran’ın Türkiye-Suudi Arabistan yakınlaşmasına dair endişeleri bir nebze olsun hafifleyecektir.

İkinci pazarlık süreci ise İran ile batı arasında imza edilmesi planlanan nükleer anlaşmaya dair Viyana’da devam eden toplantılardır. Her ne kadar Türkiye ve Suudi Arabistan bu sürece direkt olarak dahil olmasa da bu toplantılardan çıkacak sonuç her iki ülkenin dış politikaları açısından da büyük önem taşımaktadır.

Middle East Eye'de yayımlanan analiz gdh.digital tarafından çevrilmiştir.