Ukrayna’nın NATO üyeliği: ABD’nin samimiyet testi ve Türkiye’nin kararlı duruşu

💢 ABD, Ukrayna'nın NATO üyeliği konusundaki samimiyet testinde sınıfta kaldı. Türkiye'nin bu konudaki duruşu ise son derece net.
💢 Bayraktar TB2'ler başta olmak üzere Türk yapımı askeri ekipmanlar, Ukrayna'nın savunulmasında belirleyici rol oynuyor.

1. resim

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik müdahalesinin nedenleri incelendiğinde, pek çok gerekçeden bahsetmek mümkün. Fakat Moskova yönetimini savaş kararına iten en önemli hususun Kiev’in NATO yönelimi olduğu aşikar. Çünkü gerek 2014 yılında Kırım’ın ilhakına giden süreç gerekse de 24 Şubat 2022 tarihinde başlayan savaş, Rusya’nın kuşatıldığını düşünmesinden kaynaklanmıştır. Zira Batı’nın Soğuk Savaş sonrasında Kremlin’e verdiği güvencelere rağmen NATO’nun doğuya doğru genişlemesi devam etmiş ve Rusya, çevrelendiğini düşünmüştür.

Esasen Rusya-Batı ilişkilerinde yaşanan gerginliklerin temelinde de Soğuk Savaş sonrasında “tampon bölge” olarak planlanan ülkelerin bu vasıftan uzaklaşması yatmaktadır. Yani Ukrayna’nın NATO yönelimi, Moskova’daki karar alıcılar tarafından Rusya’nın ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit şeklinde değerlendirilmiştir.

Bununla birlikte savaştan önce Ukrayna’yı NATO üyeliği konusunda cesaretlendiren aktörlerin bu konuda ne kadar samimi oldukları da tartışmaya açık. Kuşkusuz bu aktörlerin başında ABD gelmekte. Özellikle de Washington yönetimi, Ukrayna’nın NATO üyeliğini Rus müdahalesini tetiklemek için gündeme getirmiş gözükmekte. Nasıl mı?

Hatırlanacağı üzere, 2004 senesinde Romanya ve Bulgaristan’ın NATO üyesi olmasının ardından Rusya, ittifakın eski Varşova Paktı ülkelerinde ulaşabileceği maksimum sınıra ulaştığını ve Rus yakın çevresindeki dengeleri değiştirecek gelişmeleri “savaş sebebi” olarak sayacağını açıklamıştı. Nitekim 2008 senesindeki Rusya-Gürcistan Savaşı ve 2014 yılında Kırım’ın uluslararası hukuka aykırı bir biçimde ilhak edilmesi, Moskova’nın bu konudaki kararlılığını gözler önüne sermiştir.

Dolayısıyla ABD’nin Kiev yönetimini NATO üyeliği konusunda teşvik etmesi, bir noktada Moskova’yı da Ukrayna’ya yönelik müdahale konusunda tahrik etmesi anlamını taşımaktaydı. Zaten savaştan önce ABD Başkanı Joe Biden’ın “Küçük çaplı bir savaş olursa, küçük çaplı yaptırımlar olur.” şeklinde bir çıkış yapması da bunun göstergesiydi. Peki ABD, niçin böyle bir tablonun oluşmasını istedi?

Anımsatmak gerekirse, iki kutuplu dünya döneminde Sovyetler Birliği’ni çöküşe götüren en kritik gelişme 1979-1988 yılları arasında yaşanan Afganistan’ın işgaliydi. Söz konusu ülkede başarılı olamayan Sovyetler Birliği, uzun yıllar devam eden bir savaşın içine sürüklenmiş ve yıpranmıştır. Üstelik bu başarısızlık, o dönemde Sovyetler Birliği’ne bağlı özerk yönetimlerde yaşayan uluslar açısından da bağımsızlık noktasında cesaret yaratan bir etkinin oluşmasını sağlamıştır.

Gelinen nokta itibarıyla ABD’nin Ukrayna’daki savaşa ilişkin beklentisinin de benzerlik taşıdığı ifade edilebilir. Yani Beyaz Saray, Ukrayna’yı Rusya’nın “Afganistan Sendromu”nu yaşayacağı bir yer olarak görmüştür.

Mevzubahis politikadaki hedef ise büyük güç olma iddiası taşıyan Rusya’ya orta büyüklükte bir güç olduğunun kabul ettirilmesi ve Moskova yönetiminin sınırlarının ve sınırlılıklarının hatırlatılması. Yani güçten düşen ve küresel sisteme liderlik etme vasfını her gün biraz daha yitiren ABD, çok kutuplu dünya arayışlarını baltalamak istemiştir. Bunun için de çok kutuplu dünya talebini dile getiren aktörlerden olan Rusya’nın bir yıpratma savaşının içine çekilmesi gerekmiş ve Kiev’in NATO üyeliği teşvik edilerek Ukrayna halkı Amerikan hırslarına kurban edilmiştir. Çünkü savaş, yalnızca Rusya açısından değil; aynı zamanda Ukrayna için de yıpratma savaşına dönüşmüş mahiyette.

Nitekim yaklaşık 1,5 yıldır devam eden savaşın, yiten binlerce canın, göç etmek durumunda kalan milyonlarca insanın ardından ABD, Ukrayna’nın NATO’ya üye olması gerektiğini dile getirmemekte; bilakis Kiev yönetimine birtakım güvenlik garantilerinin verilebileceğini ifade etmekte. Öyleyse sorulması gereken soru şu: Rusya ile Ukrayna niçin ve kimin için savaşıyor?

Sorunun cevabı belli olduğuna göre, ABD’nin Ukrayna konusundaki samimiyet testinde sınıfta kaldığını öne sürmek de mümkün. Esasen kolektif Batı’nın da Ukrayna mevzusunda ciddi sınamalarla karşı karşıya olduğu ve başarılı bir sınav veremediği iddia edilebilir. Bu süreçte başarılı diplomasisiyle ve kararlı duruşuyla öne çıkan tek aktör ise Türkiye.

Her ne kadar Türkiye, son yıllarda Batı’yla ilişkilerinde çeşitli eleştirilere maruz kalsa da bu tenkitlerin temelinde Ankara’nın çok kutuplu dünyada bir güç merkezi-kutup olarak konumlanmaya hazırlanan dengeye dayalı ve çok yönlü dış politika anlayışı yatmakta. Batı, Türkiye’nin bu politikasından rahatsızlık duysa da Ankara’nın stratejisinin başarısını Ukrayna’daki savaş üzerinden teyit etmek mümkün.

Öncelikle Türkiye, savaşa rağmen Rusya’yla olan münasebetleri sürdürmesi hasebiyle baskı altına alınmaya çalışılmakta. Oysa Ankara’nın Moskova’yla olan münasebetleri Rusya’yla sınırlı değil. Türkiye’nin enerji güvenliğinden hava savunma sistemlerine, Suriye’den Libya’ya pek çok konuda Rusya’yla çok boyutlu ilişkilere sahip olduğu bilinmekte. En temelde Ankara’da Batı’dan bunun anlaşılmasını istemekte. Ancak daha mühim olanı, Rusya ile Ukrayna’nın sonsuza kadar savaşamayacağı. Tarafları mutlaka birinin barıştırması gerekecek. Bu noktada da barış yapıcı aktör olarak ön plana çıkan ülke Türkiye. Bunu Zelenski de açıkça ifade etmekte.

Nitekim Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hem Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le hem de Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenski’yle dostane ilişkilere sahip olmasının da etkisiyle Türkiye, tarafları aynı masa etrafında oturtmayı başaran tek ülke konumunda. Yalnızca bölgeyi değil; başta Afrika olmak üzere dünyayı derinden sarsacak olan gıda krizi karşısında Ankara’nın öncülüğünde geliştirilen “Tahıl Koridoru” da bunun göstergesi.

Dahası Türkiye, 2014 senesinde Kırım’ın uluslararası hukuka aykırı bir biçimde ilhak edilmesini tanımamakta. Yani Rusya’yla ilişkileri sürdürürken BM tarafından tanınan Ukrayna sınırlarını ve dolayısıyla Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmakta.

Vurgulamak gerekir ki; Ankara, savaş sırasında da Rusya’yla olan ilişkilerine rağmen Ukrayna’yı destekleme hususunda en ufak bir tereddüt etmemiş ve Kiev’e her türlü desteği vermiştir. Örneğin Yılan Adası’nın kurtarılması esnasında Bayraktar TB2’lerin dengeleri değiştirdiği realitesi hafızalardaki yerini korumakta. Benzer bir şekilde Rus Donanması’nın en kritik gemilerinden olan Moskova Kruvazörü’nün batırılması hadisesinde de Bayraktar TB2’ler etkili olmuştu. Üstelik Türkiye, Ukrayna’ya yalnızca S/İHA tedarik etmemiş; aynı zamanda “Serdar” isimli tanksavar füze sistemleri, BMC Kirpiler ve Aselsan tarafından üretilen yazılım tabanlı telsizler gibi çok sayıda askeri teçhizat vermiştir.

Anlaşılacağı gibi, pek çok Batılı ülkenin Rusya’yı kızdırmamak adına Ukrayna’ya silah tedariki konusunda tereddüt olduğu dönemlerde bile ve hatta savaştan önce dahi Türkiye, Ukrayna’nın savunulmasında kilit bir rol üstlenmiştir.

Elbette mesele bundan ibaret değil. Aynı zamanda Türkiye, Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda da Kiev’i destekliyor. Nitekim bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ankara’nın bu konudaki yaklaşımını net bir şekilde dile getirmiştir.

Netice itibarıyla Türkiye’nin Ukrayna’daki savaşta gerek barış yapıcı aktör olma çabasıyla gerekse de söz konusu ülkenin savunulması hususundaki kararlı duruşuyla dünyaya diplomasi dersi verdiğini söylemek mümkün. Buna karşılık ABD ise savaşın yalnızca Rusya için değil; aynı zamanda Ukrayna için de yıpratma savaşına dönüşmesinden memnun. Biden’ın Kiev’e savaştan sonra güvenlik garantileri verileceğini belirtirken; Ukrayna’nın NATO üyeliğine dair tek kelime etmemesi de bunun çıktısı olarak okunabilir.

Tartışma