War on the Rocks: Türkiye'nin dış politika hedeflerini yönetmek için yapılabilecek çok az şey var

ABD'nin Yunanistan'ın fiili garantörü gibi hareket etmesi ve Türkiye'nin karşısında olması, NATO ittifakının bütünlüğü hakkında soru işaretleri doğuracaktır. Türkiye'nin dış politika hedeflerini yönetmek için yapılabilecek çok az şey var.

1. resim

2022 yılı boyunca Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yunanistan'ı hedef alan açıklamalarına istikrarlı bir şekilde devam etti. Türkiye Dışişleri Bakanlığı da Yunanistan'ın Ege adalarını “militarize etmeye” devam etmesi halinde Yunanistan'ın bu adalar üzerinde egemenliğini “tartışmalı ” olarak ilan etmekle ilgili bir bildiri yayımladı.

Türkiye Cumhurbaşkanı ayrıca, Türkiye'nin ürettiği yeni bir balistik füzeyi bu konuda fırsat olarak değerlendirdi. Erdoğan, Türkiye'nin yeni Tayfun füzelerinin “Yunanlıları çıldırttığını” belirtti.

Erdoğan; "Atina, adalara Amerikan silahları göndermeye devam ederse, Türkiye gibi bir ülke muhtemelen armut toplamaz" ifadelerini kullandı.

Amerikalı temsilciler bu açıklamalara kamuoyu önünde karşılık verdiler. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price geçtiğimiz günlerde Washington'un Erdoğan'ın açıklamalarından duyduğu “rahatsızlığı” yineledi.

Price; "Retoriği tırmandırmanın tek yapacağı, gerilimi artırmak ve bizi amaç birliğinden uzaklaştırmak olacaktır." ifadelerini kullandı.

Türkiye'nin Yunanistan'a yönelik açıklamalarına yanıt olarak ABD'nin ne yapacağı muğlak. ABD'li yetkililer, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşı karşısında NATO müttefikleri arasında dayanışma ve koordinasyona duyulan ihtiyacı vurgulamakta kararlı davranıyor.

Ayrıca birçok uzman bu filmi daha önce de izledi. Türk-Yunan ilişkilerinin merkezinde uzun bir savaşlar silsilesinden kaynaklanan husumet yatmaktadır. Soğuk Savaş'ın ilk on yılından bu yana, Türkiye ve Yunanistan, egemenlik ve güvenlik konularında ihtilafa düştüler. İki ülke son zamanlarda birçok kez savaşın eşiğinden döndü ve Amerika Birleşik Devletleri birçok noktada gerilimi yatıştırmada etkili bir rol oynadı..

Bu tarih göz önüne alındığında, bu mevcut ateşin de düşeceğine inanmak gerçekçi olacaktır. Bir kriz meydana gelirse, tarih ABD'ye potansiyel bir arabulucu olarak hizmet etme güvenilirliğini veriyor gibi görünüyor. O halde belki de Biden yönetiminin çağın ilerisinde olmasına gerek yoktur.

Ancak tarihsel kayıtlara ve günümüz gerçeklerine daha yakından bakıldığında, bazı şeylerin değişmekte olabileceği öne sürülüyor. Geçmişle günümüzü karşılaştırırsak, Washington'un Atina ve Ankara ile üçlü ilişkileri önemli ölçüde değişti. Belki de en önemlisi, yeni Türk görüşü nün ABD ile ittifakını tamamen olumsuz terimlerle ifade etme eğiliminde olmasıdır. Bu nedenle, geçmişteki örneklerin ABD'nin günümüz Yunan-Türk krizine başarıyla arabuluculuk yapmasına yardımcı olacağına inanmak temelsiz olabilir.

Daha da önemlisi, Ankara ile Atina arasında olaylar doruk noktasına ulaşırsa, Washington bir dizi zor seçim yapmak zorunda kalabilir.

Türk-Yunan İlişkilerinde Amerikan Arabuluculuğunun Kısa Tarihi

Washington'un Türk-Yunan ilişkilerine ilk doğrudan müdahalesi 2. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle gerçekleşti. Çatışma sona ermeden önce temsilciler, Akdeniz'deki İtalyan sömürge mülkleri hakkında bir şeyler yapılması gerektiğini anladılar. Roma'nın yönettiği topraklar arasında Ege Denizi'ndeki Oniki Adalar da vardı. Savaşın ortasında, adalardaki askeri üsler Akdeniz trafiğini engellemek için kullanılmıştı. Amerikalı müzakereciler, İtalya'yı On İki Ada'dan çıkarmayı kabul ederken, adaya en iyi şekilde Yunanistan'ın yönetimi altında hizmet edileceğine inanıyorlardı.

Ancak Sovyetler Birliği başlangıçta adaları Yunanistan'a vermek istemedi ve ABD'li ve İngiliz yetkililer, Moskova'nın adaların stratejik potansiyeli konusundaki yaklaşımından şüphelenmeye başladı. Türkiye'nin II. Dünya Savaşı sırasındaki tarafsızlığına rağmen, Amerikalı müzakereciler Ankara ile Atina arasındaki gerilimlerin tarihine karşı duyarlıydılar. Bu faktörler, Washington'u adaları "askerden arındırma" planını onaylamaya yöneltti ve adalar "askerden arındırılma" koşulu ile Yunanistan'a verildi.

Taraflar, Yunanistan'ın kalıcı deniz üslerini ve tahkimatlarını yasaklayarak sadece yerel güvenlik güçlerinin bulunması koşulunda adaların Yunanistan'a verilmesini kabul ettiler. Amerikalı yetkililer, böyle bir düzenlemenin bölgesel istikrarın korunmasına yardımcı olacağını düşündüler.

Bu tür bir stratejik düşünce, Soğuk Savaş başladığında Washington'da hüküm sürmeye devam etti. 1950 ile 1974 arasında, Yunanistan ve Türkiye arasındaki Amerikan ilişkileri, ortak güvenlik çıkarlarına dayalı bir kapasite geliştirme ve dostane ilişkiler politikasına bağlı kaldı.

1970'lere kadar ABD'li politika yapıcılar, bir dizi krize rağmen Ankara ile Atina arasındaki barışı korumada başarılı olduklarını kanıtladılar. Bu dönemdeki gerilimlerin odak noktası ise Kıbrıs'ın egemenliği sorunu başlığı ile kısıtlı kaldı.

Ankara, 1964'te Kıbrıs'a asker çıkarmakla ilgili planını duyurduğunda, ABD Başkanı Lyndon Johnson, Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye, bir saldırı başlarsa bir dizi sonuçla karşılaşacakları yönünde tehdit içeren sert bir mektup gönderdi. Johnson özellikle, olası bir Kıbrıs işgalinin Ankara'nın NATO müttefiklerini "Türkiye'yi Sovyetler Birliği'ne karşı koruma yükümlülüklerini" yeniden gözden geçirmeye zorlayacağı imasında bulundu.

1970'lerde Türk-Yunan ilişkileri kötüleşirken bile, Amerikalı yetkililer iki taraf arasındaki uçurumu kapatabileceklerinden emindiler. Haziran 1974'te ABD istihbaratının tahmini; en kötü senaryoda bile; "Atina ve Ankara'nın ABD arabuluculuğu yoluyla çatışmaya girmeyeceği" yönündeydi.

Ancak Temmuz 1974'te Türkiye'nin Kıbrıs'a asker çıkarması bu tahminleri altüst etti. Amerikan hakemliği, Yunanistan ile Türkiye arasında tam teşekküllü bir savaşın önlenmesine yardımcı olsa da Washington'un hem Atina hem de Ankara ile bağları önemli ölçüde zayıfladı.

ABD tarafından ihanete uğradığını düşünen Yunanistan, kısa bir süre için NATO'nun askeri komuta yapısından çekildi ve Sovyetler Birliği ile daha yakın ilişkiler kurmaya çalıştı. Bu gelişmenin ardından ABD Kongresi, Türkiye'ye üç yıllık silah ambargosu uyguladı.

Daha önce Soğuk Savaş'ta olduğu gibi, NATO'nun bütünlüğüne ilişkin ortak kaygılar Washington, Ankara ve Atina arasındaki müzakereler için yeniden bir temel sağladı. Yunanistan yeniden NATO'ya döndü. Ancak; bir CIA analistinin 1978'de ifade ettiği gibi; "Ne Türkiye ne de Yunanistan, sahayı rakibine bırakmayı göze alamazdı."

Ankara ve Atina, 1998'de ıssız bir ada üzerindeki çelişkili iddiaları konusundaki anlaşmazlık nedeniyle savaşın eşiğine geldiklerinde, Bill Clinton taraflarla konuştu ve çatışmayı önlemek umuduyla gece geç saatlere kadar doğrudan Türkiye Başbakanı Tansu Çiller ile görüşmeler gerçekleştirdi.

Değişen zaman ve algılar

Washington'un Teröre Karşı Küresel Savaşı başladığında, Türk-Yunan ilişkilerindeki kopma tehdidi önemli ölçüde azaldı. Ancak bununla birlikte, Türk politika yapıcıların hem Yunanistan'a hem de ABD'yi algılama şekillerinde önemli değişiklikler ortaya çıkmaya başladı. Bu değişikliğin merkezinde, dönemin Başbakanı Erdoğan'ın hem bölgesel hem de küresel ilişkilerde daha iddialı bir yaklaşım benimsemesini vardı.

Bu yaklaşım; Akdeniz ve Ege'de Türk, Yunan ve Kıbrıs deniz hakları konusunda uzun süredir devam eden düşmanlıkları yeniden alevlendirdi. Erdoğan denizlerde Türkiye'nin çıkarları söz konusu olduğunda uluslararası baskılara direnme sözü verdi.

Erdoğan 2011 yılında; “Bundan sonra da milli çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa tereddütsüz uygulamaya devam edeceğiz" açıklamasında bulundu. Bu açıklamanın ardından “ Mavi Vatan” ifadesi ortaya çıktı ve bu ifade, Ankara'nın denizcilik haklarını tarif etmenin bir yolu olarak Türkçe sözlükteki yerini almaya başladı.

Erdoğan'ın iddialı yaklaşımı, Türkiye'nin ABD ile büyüyen anlaşmazlığı ile daha da beslendi. Washington, 2014'ten sonra Suriye'deki Kürt militanlarla yakınlaştıkça, Türkiye'de Mavi Vatan politikasını destekleyenler ABD'yi, Yunanistan, Kıbrıs ve Suriye'deki militanların yardımıyla Türkiye'nin haklarını gasp etmekle suçlamaya başladı.

Bu teori, ABD-Yunan ilişkilerinin derinleşmesinin ardından daha yaygın hale geldi. 2017 sonbaharında Başkan Donald Trump, Atina ile askeri ve siyasi bağları genişletme hedefiyle Yunanistan Başbakanı Alexis Çipras'ı Washington'da misafir etti. Bu görüşmeden sonra ABD ve Yunanistan arasında bir dizi anlaşma imzalandı.

Ancak belki de daha önemlisi, 2016 darbe girişiminden sonra Ankara ile artan gerilimler oldu. Türkiye'nin darbe sonrası tavrı, Washington'daki pek çok kişiyi Yunanistan'ı Doğu Akdeniz'de potansiyel olarak daha istikrarlı bir güvenlik ortağı olarak görmeye teşvik etti.

Atina ve Washington, 2019 sonbaharında karşılıklı bir savunma işbirliği anlaşmasına vardı. Askeri eğitim ve Yunanistan'daki ABD kuvvetleri için üs hakları da tanıyan bu anlaşma, iki ülke arasında kabul edildi.

Ancak Yunan yetkililer, anlaşmayı açık bir Türk karşıtı düzenleme olarak tanıtmamaya çalıştılar.

ABD-Yunan savunma anlaşmasına karşı Türkiye'nin tepkileri hep olumsuz ve şüpheli oldu. 2019 sonbaharından bu yana, Türk medya kuruluşları anlaşmayı düzenli olarak Türkiye ile savaşı amaçlayan bir "Greek-Amerikan paktı" olarak tasvir ettiler.

Bu iddialar Türkiye'de; ABD'nin Yunanistan'a silah transferine ilişkin haberler ve terörist faaliyetlere yönelik Yunan-ABD ortak desteği suçlamaları ile desteklendi. Erdoğan da bu görüşleri onayladı ve ABD'nin Türkiye'yi baltalamak için Yunanistan'ı kullanmayı planladığını öne sürdü.

Geçen Mayıs ayında Erdoğan; "Amerika'nın şu anda Yunanistan'da dokuz üssü var. Bu üsler kime karşı kuruluyor? Rusya'ya karşı' diyorlar. Bu yalan ve dürüst değiller. Bütün bunların Türkiye'ye karşı olduğu ortadadır.” ifadelerini kullandı.

Erdoğan'ın iddiaları aslında, tamamen ülke içi kaygıların veya "kişisel paranoyanın" bir ürünü değil. Bu görüşlerin, Amerika'nın Türkiye ile ilişkilerinin tarihi hakkında geniş bir fikir birliğini temsil ettiği söylenebilir. Erdoğan'ın muhalifleri arasında bile, ABD'nin Soğuk Savaş'ın ilk aşamalarından beri sürekli olarak Türkiye'yi "dizginlemeye" veya "küçük düşürmeye" çalıştığına inanılıyor. Trump yönetimi Türkiye'yi F-35 programından çıkarmakla tehdit ettiğinde, Türkiye'deki uzmanlar bu ültimatomu Johnson'ın Ankara'yı Kıbrıs konusunda uyaran 1964 tarihli mektubuna benzettiler.

ABD'nin suç ortaklığına dair yaygın şüpheler Türkiye'de yaşanan Temmuz 2016'daki darbe girişiminde de kendisini gösterdi. Bu girişim, ABD'nin 1980'de bir askeri cuntanın kurulmasına yardım ettiğine dair yaygın bir inanışı yeniden uyandırdı. Yani uzmanların, Türkiye'nin "dizginlenmesi" ile ilgili hamlelerin her zaman Amerika liderliğindeki bir Batı projesi olduğunu öne sürmeleri alışılmadık bir durum değil.

Bu durum; Erdoğan'ın ABD-Türkiye ilişkilerinin geçmişini, bugününü ve geleceğini nasıl gördüğü konusundaki görüşünün merkezini oluşturuyor. Erdoğan'ın "yeni Türkiye"si, sık sık tanımlandığı şekliyle, hiçbir ülkeyi bir hami olarak görmediği için eskisinden farklıdır. Erdoğan'ın ifadeleri ile "Türkiye eski Türkiye değil"

Erdoğan'ın iletişim başkanının ifadeleri ile; “Artık çıkarlarını ne pahasına olursa olsun koruyan, her muhatapla, her aşamada göz hizasında ilişki talep eden bir Türkiye var.”

Aaron Stein; "Türkiye'nin dış politika hedeflerini yönetmek için yapılabilecek çok az şey var" ifadelerini kullanıyor. Eğer durum gerçekten buysa, Washington'un iki komşu arasında arabulucu olma konumunu boşa çıkarıyor gibi görünüyor.

Brüksel'in uçurumu kapatmada daha başarılı olması mümkün olsa da, Avrupa arabuluculuğunun bile yalnızca sınırlı bir başarıya sahip olma olasılığı mevcuttur. Bazıları tartışsa da Yunanistan'ın egemenlik hakları ile Ankara'nın stratejik tasarımları arasında çok az uzlaşma alanı var gibi görünüyor.

Yakın zamanda Türk uzmanların da dile getirdiği gibi, artık rüzgar Türkiye'nin arkasında olabilir. Ukrayna'da hararetli bir savaş sürerken, Batı, Türkiye'nin 1974'te Kıbrıs'da yaptığı gibi, NATO'nun birliği adına bir Türk saldırısını sindirmek zorunda kalabilir.

Türkiye'nin Yunanistan'a karşı tavrı, Washington'u pek çok istenmeyen senaryoyla mücadele etmeye zorluyor. ABD yetkilileri Atina'ya egemenliğinin bazı yönlerinden vazgeçmesi için baskı yapabilir. Dahası Biden Yönetimi, Yunanistan ile karşılıklı savunma işbirliği anlaşmasından aniden vazgeçebilir.

Aksi takdirde, ABD'nin Yunanistan'ın toprak egemenliğinin fiili garantörü olarak hareket etmekten başka seçeneği kalmayabilir. Kısa vadede Ankara'yı caydırsa da bu rolü benimsemek, Amerikalı politika yapıcıları, müttefik bir devletle olası bir askeri çatışmayı planlamak zorunda kalmanın çelişkili konumuna getiriyor. Böyle bir durum şüphesiz NATO ittifakının bütünlüğü hakkında soru işaretleri doğuracaktır.

Daha ilerisi ise ABD, Yunanistan'ı savunmak zorunda kalırsa, Washington'daki politika yapıcılar daha derin bir şey yapmak zorunda kalabilir. Türkiye'yi doğrudan bir rakip veya düşman olarak yeniden tasavvur etmek. Böyle bir gerçekliğe uyum sağlamak, Amerikan politika yapıcıları için kesinlikle önemli bir zorluk olacaktır. ABD güvenlik planlaması ve NATO'nun savunma stratejisi bir bütün olarak, Türkiye'nin hem Avrupa'da hem de Ortadoğu'da bir müttefik olarak desteğine bağlı.

Tartışma