Washington Post: Türkiye'de bir muhalefet galibiyeti, Batı için oyunun kurallarını değiştirebilir
14 Mayıs'ta bir muhalefet galibiyeti, hem Türkiye hem de Batı için oyunun kurallarını değiştirebilir. Türkiye'nin dönüşmesinde, hem Avrupa'nın hem de ABD'nin çıkarları var ve bu kaçırılmaması gereken bir fırsat.
ABD'nin önde gelen yayın organlarından Washington Post'da Türkiye'de artık günler kalan seçimlerle ilgili yeni bir analiz yayımlandı.
Türkiye'deki seçimin Batı'nın çıkarları açısından oyun değiştirici bir potansiyele sahip olduğu belirtilen analizde, Millet İttifakı adayı Kılıçdaroğlu'nun kazanması durumunda, Batı ülkelerinin Türkiye'ye ve yeni yönetimine yardım etmesi gerektiği belirtildi.
Analizde, Türkiye'nin dönüşmesinde hem Avrupa ülkelerinin hem de ABD'nin büyük çıkarları olduğu belirtilirken, bu seçimlerin bu anlamda tarihi bir fırsat olduğu değerlendirilmesi yapıldı.
İşte Washington Post'da yayımlanan analizin tamamı:
Yaklaşan Türkiye seçimleri ve özellikle görevdeki Recep Tayyip Erdoğan ile muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki cumhurbaşkanlığı yarışına ilişkin küresel ilginin çoğu, Türk demokrasisinin durumuna odaklandı.
Erdoğan'ın haleflerinin, 14 Mayıs'ta galip gelmeleri halinde, Türkiye'nin otoriter gidişatını tersine çevirebileceklerine dair umutlar yüksek.
Ancak bu seçimdeki en önemli soru, Erdoğan sonrası Türkiye'nin dünya düzeninin jeo ekonomisi için ne anlama gelebileceğidir. Basitçe söylemek gerekirse, ekonomik olarak canlanmış bir Türkiye, Çin'e olan bağımlılığını yeniden ayarlamaya ve tedarik zincirlerini çeşitlendirmeye çalışan bir Batı için kritik bir ortak haline gelebilir. Türkiye'nin dönüşmesinde, hem Avrupa'nın hem de ABD'nin çıkarı var.
Türkiye, Avrupa'nın eşiğindeki büyük bir ekonomi ve bölgesel bir güç merkezidir. Geniş bir endüstriyel üretim üssüne, sofistike bir iş ortamına ve yetenekli, eğitimli bir iş gücüne sahiptir. Ayrıca Türkiye, önemli bir net tarım ürünleri ihracatçısı, yenilenebilir enerjide ilerlemeler kaydediyor ve yakın zamanda kendi elektrikli otomobilini üretmeye başladı.
Avrupa Birliği ile 1995 yılında imzalanan bir serbest ticaret anlaşması, Türkiye'nin düzenleyici çerçevesini Avrupa'nınkilerle aşağı yukarı uyumlu hale getirdi.
Economist'in 2010'da yazdığı gibi:
"Türkiye mobilya, araba, çimento (dünyanın en büyük ihracatçısı), ayakkabı, televizyon ve DVD oynatıcı gibi şeyler yapıyor. Türkiye bir anlamda Avrupa'nın Çin'i olarak adlandırılabilir.”
Türkiye son yıllarda Avrupa'nın Çin'i olmak yerine Avrupa'nın Arjantin'i gibi görünmeye başladı. Erdoğan gücünü pekiştirirken, bağımsız kurumların içini boşaltmaya, ülke bürokrasisinin her düzeyine adamlarını yerleştirmeye ve ekonominin çarklarını döndürmek için devasa hükümet harcamalarına bel bağlamaya başladı.
Tüm bunlar zaman içinde önemli ölçüde beyin göçüne, yatırımcı güveninin kaybına ve enflasyonun kontrolden çıkmasına neden oldu.
Erdoğan gidişatı kendisi değiştirebilir mi?
Adil olmak gerekirse, Erdoğan ideolojik olarak piyasalara düşman değil. Ancak faiz oranlarına ilişkin eksantrik görüşleri, finansal sistemi kasıp kavurdu ve yabancı ve yerli sermayeyi korkuttu.
Muhalefet kazanırsa, önünde zorlu bir görev olacak. Ancak Türkiye'yi yeniden Batı'ya bağlama ve yönlendirme şansı daha yüksek. Türkiye'nin seçimden sonra şiddetli ekonomik rüzgarlarla karşı karşıya kalacağı kesin. Erdoğan'ın devrilmesini kutlamak için bir piyasa rallisi, kazanacak olan yeni yönetime başlangıçta yardımcı olabilir.
Geçen ay Washington'da yapılan IMF/Dünya Bankası toplantılarında olası bir hükümet değişikliğinden çokça bahsedildi. Nedenini sorduğumda bir uluslararası hedge fon temsilcisi,
"Erdoğan giderse Türkiye yılın en büyük kazanımı olacak"
ifadelerini kullandı.
Ancak sıcak para, Türkiye'ye yalnızca kısa vadeli yardımcı olur. Eninde sonunda, bir Kılıçdaroğlu hükümetinin Türkiye ekonomisini derinden yeniden yapılandırması gerekecek. Eski maliye bakanı Ali Babacan gibi Kılıçdaroğlu'nun koalisyonundaki ekonomistler, piyasaları istikrara kavuşturmak için Türkiye'nin “Erdoganomik” yaklaşımını tersine çevirmesi ve kendisini kurallara dayalı ve öngörülebilir ekonomik yönetişime adaması gerektiğini anlıyor.
Kılıçdaroğlu'nun danışmanları, ABD ve Avrupa ekonomilerinin Çin'e aşırı güvenmekten “riski azaltmak” istemesiyle bir fırsat seziyor. Türkiye'nin Çin'in onlarca yıl önce yaptığını yapması gerekecek: inovasyonu desteklemek ve sübvanse etmek, geleceğin teknolojilerine yatırım yapmak ve endüstriyel üssünü Batı pazarlarının ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlemek.
Batı yardım edebilir
Avrupa zaten Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı ve en büyük yatırımcısı. Halihazırda yürürlükte olan bir serbest ticaret anlaşması var. Ancak Erdoğan ile ilişkiler bozulduğu için daha fazla entegrasyon durdu.
Türkiye bir zamanlar AB üyeliği yolundaydı. Ve kendisinden önceki Orta ve Doğu Avrupa'daki aday ülkeler gibi, Türkiye de düzenli olarak ekonomik ve siyasi reformlar gerçekleştiriyordu. Ancak on yıl önce, Erdoğan liberal olmayan bir tavır takındı ve Avrupalılar da AB'nin genişlemesinden bıkmaya başladı. Bu kısır döngü karşılıklı yabancılaşmaya yol açtı ve zaten zahmetli olan katılım süreci artık tamamen rafa kalktı.
Ülkenin AB ile üyelik müzakerelerinin yeniden canlandırılması, Türklerin kendi ülkelerinde ihtiyaç duydukları ekonomik ve siyasi reformlar için çerçeveyi sağlayabilir.
2000'lerin başında ABD, Avrupa'yı Türkiye'yi kulübe davet etmeye itmede kilit bir rol oynadı. Biden yönetimi, Avrupalı liderleri Türkiye'nin katılım müzakerelerini yeniden canlandırmaya ve Türkiye ile AB arasındaki miadını doldurmuş serbest ticaret anlaşmasını modernize etmeye teşvik ederken aynı şablonu izlemelidir.
14 Mayıs'ta bir muhalefet galibiyeti, hem Türkiye hem de Batı için oyunun kurallarını değiştirebilir. Aynı zamanda böyle bir galibiyet, Batı'nın tedarik zincirlerini Çin'den dost ülkelere doğru yeniden yapılandırmaya başlaması için de anlamlı bir fırsat sağlayacaktır. Bu kaçırılmaması gereken bir fırsat.