ABD-Taliban temasları: Batı cephesinde yeni bir şey yok!

💢 ABD, Afganistan’da istikrarlı bir düzen istemiyor.

💢 Taliban yönetiminin tanınma konusundaki koşulları yerine getirmemesi, Washington’un gerçek beklentileriyle örtüşüyor.

1. resim

Ağustos 2021’den beri Afganistan’a egemen olan Taliban yönetimi, aradan geçen iki yıla rağmen hiçbir devlet tarafından tanınmıyor. Taliban’ın meşruiyet sorunu, Afganistan’a yatırım çekilmesini zorlaştırırken; insani yardımların ulaştırılmasında dahi çeşitli problemler yaşanıyor. Buna bağlı olarak da ülkedeki insani kriz derinleşiyor.

Her ne kadar çeşitli aktörler ve özellikle de Afganistan’ın yakın çevresinde yer alan bölge devletleri, Taliban’la de facto ilişkiler geliştirse de tanıma adımının atılması noktasında gözler ABD’de. Hiçbir ülke, Washington yönetimine rağmen ilk adımı atan devlet konumuna düşmek istemiyor. Zira aktörler, tanıma hamlesini yapmaları halinde ABD’nin ağır bir fatura kesebileceğini düşünüyor.

ABD’nin ikinci Taliban dönemine ilişkin yaklaşımı ise en başından beri net. Beyaz Saray, 29 Şubat 2020 tarihli Doha Antlaşması çerçevesinde Taliban’dan üç şey istiyor. Birincisi, Afganistan’ın terör örgütleri için güvenli bir liman haline gelmesinin önlenmesi ve bu bağlamda Afganistan topraklarının üçüncü devletlere karşı kullanılmayacağının garanti altına alınması. İkinci olarak ABD, Taliban’dan Afganistan’daki tüm kimlik gruplarının temsil edileceği kapsayıcı bir hükümet kurulmasını talep ediyor. Üçüncü husus ise kadın hakları başta olmak üzere insan hakları konusunda somut adımlar atılması.

Bu noktada ifade etmek gerekir ki; esasen ABD’nin talepleri, aynı zamanda uluslararası toplumun da tanınma mevzusunda Taliban’ın önüne koyduğu temel koşullar. Taliban ise Söz konusu taleplere karşısında terör örgütü DEAŞ’a karşı çeştili operasyonlar düzenleyerek terörle mücadele ettiği mesajını veriyor. Ancak Taliban, El Kaide terör örgütünün Afganistan’daki varlığını reddediyor. Oysa El Kaide terör örgütü lideri Eymen El-Zevahiri’nin 1 Ağustos 2022’de ABD tarafından Kabil’de düzenlenen İHA operasyonuyla etkisiz haline getirildiği bilgisi hafızalardaki yerini koruyor.

Öte yandan Taliban, kurduğu hükümetin “zaten kapsayıcı olduğunu” dile getiriyor. Taliban, kadın hakları başta olmak üzere insan hakları temelli eleştirilerde de “İslam dininin belirlediği ölçütlere uygun olmak kaydıyla” her türlü özgürlüğü tanıdıklarını ifade ediyor. Burada Taliban'ın İslam dininin belirlediği ölçütler diyerek kastettiği ise Diyobendi Medreseleri’nin dini yorumu.

Anlaşılacağı üzere Taliban ile özelde ABD ve genelde ise uluslararası toplum arasında ciddi bir yaklaşım farklılığı var. Söz konusu farklılık, Taliban’ın tanınmasının önündeki engellerin kaldırılmarını da önlüyor.

Böylesi keskin farklılıklar söz konusuyken; 30-31 Temmuz’da ABD heyeti ile Taliban yetkililerinin Doha’da bir araya gelmesi oldukça mühim bir gelişme. Lakin görüşmeye dair ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklama, uluslararası toplumun Taliban’a ilişkin yaklaşımında ya da Taliban’ın kendisinden beklenen taleplerin yerine getirilmesi hususunda somut bir adım atmayacağının habercisi. Yani Batı cephesinde yeni bir şey yok!

Mevzubahis açıklamada kadınların ve kız çocuklarının haklarındaki kötüye gidişin durdurulmasının istendiği vurgulanmış ve Taliban’dan terörle mücadele konusunda hassasiyet göstermesinin beklendiği dile getirilmiştir. Bu da Washington yönetiminin Taliban’la çeşitli seviyelerde temas kurarak Afganistan’a ilişkin çıkarlarını korumak istediğini gösterse de Taliban yönetiminin meşruiyet sorununu aşmasına yönelik somut bir adım olarak nitelendirilebilecek herhangi bir gelişmeden bahsedilemeyeceği anlamına geliyor. Öyleyse sorulması gereken soru şu: ABD, niçin Taliban’la görüşüyor?

Kuşkusuz ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, tüm jeopolitik teorilerde özel önem atfedilen Avrasya’nın kalbinde büyük bir güç boşluğu yarattı. Washington yönetiminin bu güç boşluğunun oluşmasını tercih etmesinin iki nedeni var. Bunlardan ilki, ABD’nin küresel güç mücadelesindeki temel rakibi olan Çin’e odaklanmak istemesi. Bu anlamda Asya-Pasifik’e yoğunlaşan ABD, Avrasya’daki etkisinin azalmasını rasyonel buldu.

ABD’nin çekilme kararının diğer nedeni ise bölgede oluşan güç boşluğunun radikalleşme ve teröre alan açacağı ve bunun da Orta Asya üzerinden geleneksel ötekisi olan Rusya’yı ve Vahan Koridoru üzerinden potansiyel hegemon güç şeklinde değerlendirilen başlıca rakibi Çin’i istikrarsızlaştırabileceği düşüncesi.

Dolayısıyla Beyaz Saray yönetiminin henüz Afganlar arası uzlaşı sağlanmadan; üstelik Taliban, Kabil’i ele geçirmişken Afganistan’dan çekilme sürecini tamamlaması, bir noktada bölgesel kaos senaroysunun bir parçası olabilir. Yani belki de Doha Antlaşması’nın imzalandığı günden beri ABD’nin planı şuydu: Taliban’ın yönettiği, dünyanın tanımadığı ve uluslararası toplumdan tecrit edilen bir Afganistan!

Bununla birlikte Taliban’ın işgal döneminden birtakım dersler çıkararak Rusya ve Çin başta olmak üzere çeşitli aktörlerle de facto ilişkiler kurması, ABD’nin Taliban’la niçin görüşmeye devam ettiği sorusunun da yanıtı.

Kısacası Washington yönetimi, bölgeyi kaosa sürüklemek isterken; başlangıçtaki planın aksine Rusya ve Çin’in Afganistan’daki etkisinin artmasından çekiniyor. Yani 30-31 Temmuz’daki temaslar, tıpkı geçmiş dönemlerde gerçekleşen görüşmelerde olduğu gibi Taliban’ın Rusya ve Çin’e yönelmesini sınırlandırma gayesiyle gerçekleşmiş olabilir. Aynı zamanda bu görüşme, Taliban’a tanınma koşullarının değişmediğinin bir kez daha hatırlatılmasını da sağladı.

Neticede ABD, Afganistan’da istikrarlı bir düzen istemiyor. Bu yüzden de uluslararası toplumun Taliban’ı tanımasını zorlaştırıyor. Elbette Taliban yönetiminin tanınma konusundaki koşulları yerine getirmemesi de Washington’un gerçek beklentileriyle örtüşüyor.

Tartışma