ABD’nin Ukrayna yorgunluğu
Rusya – Ukrayna Savaşı uzadıkça, Batı’nın Ukrayna’yı destekleme konusundaki isteği azalıyor.
Rusya – Ukrayna Savaşı’nın başladığı 24 Şubat 2022 tarihinden bu yana 22 ay geçti. Savaşın başında Batı’nın genel algısı, Soğuk Savaş’ın “ötekisinin” canlandığı ve Rusya’nın küresel güvenlik ortamı için tehdit oluşturduğu yönündeydi. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) liderliğindeki Batı, Ukrayna’nın desteklenmemesi halinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in durmayacağı ve sürecin tüm Avrupa’nın güvenliğini tehdit edeceği kanaatindeydi. Tıpkı Hitler’e uygulanan yatıştırma politikasının dünyayı İkinci Dünya Savaşı’na sürüklediği gibi. Öyleyse Putin durdurulmalı ve Ukrayna desteklenmeliydi.
Aslında savaş, ABD Başkanı Joe Biden’a en önemli seçim vaadi olan trans-Atlantik ilişkilerde Donald Trump döneminde oluşan hasarı giderme fırsatı da sundu. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) müttefikleri arasındaki dayanışma, Soğuk Savaş’tan beri hiç olmadığı kadar iyi durumdaydı.
Ancak Ukrayna’yı desteklemenin bir maliyeti vardı. Nitekim bir yıpratma savaşına dönüşen Rusya – Ukrayna Savaşı, aslında Kiev yönetiminin vekil aktör konumunda olduğu Rusya - Batı Savaşı’ndan başka bir şey değildi. ABD’nin beklentisi de Rusya’nın Ukrayna’da uzun yıllar sürecek bir savaşla güçten düşmesi ve büyük güç olma iddiasından vazgeçmesinin sağlanmasıydı. Bu anlamda Ukrayna, Amerikalı karar alıcıların zihninde Soğuk Savaş’ta Sovyetler Birliği’nin Afganistan’da aldığı yenilginin bir benzerinin yaşanacağı bir alan olarak düşünülmüştü.
Teori ile pratiğin her zaman örtüşmesi ise mümkün değil. Zira Ukrayna’nın direncinin korunması ve artırılması, Batı’nın meselenin maliyetini üstlenmesini gerektiriyor. Bu kapsamda ABD ve AB, Rusya’nın ekonomisini çökertmeyi ve Moskova açısından savaşı sürdürülebilir olmaktan çıkarmayı amaçlayan yaptırımları hayata geçirdi. Yaptırım savaşları ise Kremlin’in karşı yaptırımlara başvurmasını beraberinde getirdi.
Kuşkusuz Moskova yönetiminin elindeki en önemli koz, enerjiydi. Dolayısıyla Rusya’nın doğalgaz sektörünü hedef alan ve petrolde Rus petrolüne tavan fiyat uygulamasını hayata geçiren Batılı aktörler, alternatif tedarikçilere yöneldi. Rusya da Asya pazarını tercih etti. Ancak bu durumun enerjideki karşılıklı bağımlılık durumundan dolayı kaybet – kaybet temelli bir ilişki olduğu söylenebilir.
Böylesi bir ortamda gerek Rusya’ya uygulanan yaptırımların gerekse de Ukrayna’ya yapılan yardımların sürdürülebilirliği meselesi gündeme geliyor. Yani Batı, Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı yıpratma savaşı yürütmek istese de yıpranan tek aktör Rusya değil. Savaş uzadıkça, Ukrayna’yı destekleyen aktörlerde de savaş yorgunluğu gözlemlenmekte.
Esasen bu yorgunluk, AB ülkelerinde en başından beri var. AB, enerji krizini derinden hissediyor. Bu yüzden de Almanya, Rusya’yı kızdıracak stratejik silahları Rusya’ya vermekten imtina ederken, Fransa ise Çin başta olmak üzere çeşitli aktörlerin arabuluculuk çabalarını destekledi.
Bununla birlikte AB üyesi devletler, Rusya’nın Avrupa güvenlik mimarisine dönmesini istese de Batı dayanışmasının dışına da çıkmadı. ABD - İngiltere ikilisi yani anglo – Saksonlar ise savaşın sürmesinden yana. Ancak son dönemde ABD’den gelen mesajlar, Washington yönetiminde de savaş yorgunluğunun başladığına işaret ediyor. ABD’nin durumuna değinmeden önce İngiltere’nin tutumunda değişiklik olmadığını vurgulamak gerek. İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron’un Ukrayna için %10’luk bütçe artışıyla İngilizler ve Amerikalılar ölmeden Rusya’nın gücünün %50’sini kaybettiğini söylediği ABD ziyareti hafızalardaki yerini koruyor.
ABD açısından ise durum her geçen gün farklılaşmakta. Beyaz Saray, Ukrayna’ya yönelik yardımların süreceğini açıklıyor. Son olarak ABD Temsilciler Meclisi çoğunluk lideri Chuck Schumer, Ukrayna Devlet Başkanı Volodomir Zelenskiy ile 12 Aralık’ta yaptığı görüşmenin ardından Ukrayna’ya desteklerin süreceğini, aksi durumda Rusya’nın kazanacağını ve bunun da ABD’nin çıkarlarına uygun olduğunu açıkladı.
Schumer’in açıklamasına rağmen gelişmeler, ABD’de Ukrayna’nın desteklenmesi konusunda savaşın ilk günlerindeki iştahın olmadığını gösteriyor. İsrail’e koşulsuz destek sağlayan Biden yönetiminin hükümet kapanmaması için Ukrayna’ya yardımlardan vazgeçmesi ve Senato’da Ukrayna’ya yönelik yardımları içeren paketin veto edilmesi bunun somut bir göstergesi. ABD'li senatör James David Vance, Ukrayna'ya toprak kaybetme pahasına Rusya ile müzakere etmeyi önermesi de benzer bir yaklaşımı barındırıyor.
ABD'li senatör James David Vance, Ukrayna'ya toprak kaybetme pahasına Rusya ile müzakere etmeyi önerdi.
— gdh (@gundemedairhs) December 11, 2023
🗣 Vance:
💢 Ukrayna fiilen yok edilmiş bir ülke haline geldi. Bunu kabul etmeliyiz.
💢 Kiev yönetiminin Moskova ile müzakerelerde bulunarak savaşı sonlandırması gerekiyor.… pic.twitter.com/HHFqIDSaL8
ABD Temsilciler Meclisi üyesi Matt Gaetz’in Zelenskiy’ye müzakere önerisinde bulunan ve ABD’nin Ukrayna’ya zaten yeteri kadar tardım ettiğini belirten sözleri de Ukrayna konusunda çatlak seslerin yoğunlaşacağının habercisi.
ABD Temsilciler Meclisi üyesi Matt Gaetz:
— gdh (@gundemedairhs) December 11, 2023
ABD, Rus işgaline karşı mücadele eden Ukrayna'ya yeterince para gönderdi. Artık Volodomir Zelenskiy'e barış için çabalamasını söylemeliyiz. pic.twitter.com/LSDWeWC6TQ
Sonuç olarak Rusya – Ukrayna Savaşı uzadıkça, Batı’nın Ukrayna’yı destekleme konusundaki isteği azalıyor ve Ukrayna’ya yapılan yardımların yük olmaya başladığı daha net şekilde dile getiriliyor. Hatta Kiev’e Moskova ile müzakere masasına oturması tavsiye edilmeye başlandı. Bu da Eylül 2023’teki ABD ziyaretinde Zelenskiy’nin söylediği “Savaşı kazanacağımıza kimse benim kadar inanmıyor!” sözünü hatırlatıyor. Zelenskiy haklı çünkü Ukrayna’nın karşı taarruzunda istediği neticeyi elde edememesi sonrası her geçen gün daha da yalnızlaşan bir Ukrayna realitesi var.