Al Jazeera: İsrail'in soykırım stratejisinin anatomisi
İsrail'in işgal stratejisi ile “yerleşimci kolonisini” meşulaştırma çabaları günde geçtikçe artıyor. İşte İsrail'in "meşru müdafaa" kisvesi altında saldırganlığı ve soykırım stratejisinin anatomisi...
Katar merkezli Al Jazeera'da, İsrail'in 7 Ekim'i bahane ederek Filistinliler'e yönelik uygulamaya koyduğu soykırım politikasının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
İsrail'in Filistin toprakları üzerinde hedeflerine ulaşmak için tarihteki mağduriyetlerini kullandığı belirtilen analizde, İsrai'in uygulamalarının Stanford hapishane deneyinde ve Milgram itaat çalışmasında görülen kalıplarla benzerlik gösterdiği tespitinde bulunuldu.
İşte Al Jazeera'da yayınlanan analiz:
7 Ekim'de Hamas savaşçıları Gazze'yi çevreleyen cezaevi bariyerini aşarak en az yedi İsrail askeri tesisine ve çevredeki 20'den fazla yerleşim birimine eş zamanlı bir saldırı düzenledi.
Hazırlıksız yakalanan ve kargaşa içindeki İsrail ordusu, saldırıya çılgınca karşılık verdi. Hamas'ın girdiği bölgelere ayrım gözetmeksizin ateş açtı ve bu süreçte Hamas savaşçılarının yanı sıra İsrailli esirleri de öldürdü.
Hamas'ın saldırısının ardından İsrail'in halkla ilişkiler aygıtı, korku ve öfkeyi kışkırtmayı amaçlayan bir yanlış bilgilendirme kampanyası başlattı ve doğrulanmamış bilgilerle bir vahşet propagandası yaymaya başladı.
Bebeklerin "topluca kafalarının kesildiği", "yakıldığı" ve "çamaşır ipine asıldığı" hikayelerini içeren kampanya, İsrail halkının yaşadığı şoku soykırımcı bir noktaya dönüştürmeye yardımcı oldu ve dikkatleri İsrail'in saldırıya zemin hazırlayan siyasi, istihbari ve askeri hatalarından uzaklaştırdı.
Kampanya aynı zamanda hükümetin, Gazze Şeridi'ne yönelik geniş çaplı kara harekatını mümkün kılan yedek birliklerin kitlesel seferberliği için önemli bir kamuoyu desteği toplamasına da yardımcı oldu.
İsrail, başta Washington olmak üzere Batı'daki emperyal destekçilerinin koşulsuz askeri, siyasi ve diplomatik desteğini sağladıktan sonra, Hamas'a karşı koymak ve esirleri kurtarmak bahanesiyle Gazze'de o zamandan beri kelimenin tam anlamıyla yapay zeka güdümlü "kitlesel suikast kampanyası" olarak tanımlanan saldırıyı başlattı.
On hafta süren saldırıların ardından Gazze'nin büyük bir kısmı yerle bir oldu, yaklaşık 20 bin Filistinli öldü, birçoğu hala enkaz altında ve dünya gerçek zamanlı olarak bir soykırımın ortaya çıkışını izlemeye devam ediyor.
Bu olayları davranışsal-nörobilimsel bir mercekten incelemek, genel olarak Siyonist yerleşimci sömürgeci dinamiğine, İsrail'in Gazze'deki mevcut soykırım eylemlerinin arkasındaki özel motivasyonlara ve ileriye dönük potansiyel yollara ilişkin bir bakış sunabilir.
Siyonist propagandanın sacayakları
Tarihsel travmaya tepki olarak, Yahudi halkı antisemitizme karşı derin bir korku duymaktadır. Bu korku, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında, zalimlere karşı duyulan küçümseme ile birlikte, çeşitli coğrafyalarda özerk Yahudi öz savunma gruplarının oluşmasına yol açmıştır.
Bir Avrupa sömürge hareketi olan Siyonizm, bu dinamiğin potansiyelini fark etmiştir. Yahudilerin güvenlik ve öz savunma özlemlerini beyaz üstünlükçü, mesihçi ve faşizan ideolojilerle sentezlemiştir. Bu sentez, Yahudilerin güvenliğini bölgenin yerli nüfusunun yerinden edilmesi yoluyla Filistin'de dışlayıcı bir anavatanın inşasıyla eşitleyen yeni, milliyetçi bir Yahudi kimliği doğurmuştur.
“Yerleşimci” sömürgeci çabalar tipik olarak hedeflenen bölgeyi "ıssız" ve mevcut sakinlerini de herhangi bir toprağa layık olmayan insanlık dışı barbarlar olarak tasvir etmeye dayanır.
Bu tasvir, Siyonistlerin Filistin'in yerli nüfusunu ahlaki bir kaygı duymadan yerlerinden etmelerine, İsrail'in kuruluşunu bir halkın yok edilmesi olarak değil, "ormanda bir villa inşası" olarak tasvir etmelerine olanak sağlamıştır.
Toprak ve kaynak hırsızlığına dayanan İsrail toplumunda, "meşru müdafaa" kisvesi altında saldırganlık en başından beri ödüllendirilmiş ve pekiştirilmiş ve sonuç olarak hayatın rutin bir parçası haline gelmiştir.
Siyonist liderler, Yahudi halkının geçmiş ve şimdiki olumsuz deneyimleriyle ilişkili korku ve kaçırılma travmasını yeniden canlandırarak, yerleşimci nüfusun saldırgan, yayılmacı, hegemonyacı, soykırımcı politikalara sürekli desteğini sağlamış, yolsuzluklarını ve diğer suç girişimlerini kamu denetiminden korumuştur.
İsrail'in şiddet içeren baskıcı statükosunu sürdürmek ve “yerleşimci kolonisinin” topraklarını genişletmek için Siyonistler fırsatçı bir şekilde sömürgeci ideolojilerini Yahudilikle birleştirmiştir.
İlahi takdire atıfta bulunan radikal, aşırı sağcı “yerleşimciler” Filistin topraklarındaki tepeleri ele geçirmeye, orada yaşayanları kovmaya ve yasa dışı karakollar kurmaya teşvik edilmiştir. Bu ileri karakollar daha sonra İsrail ordusu tarafından tahkim edilmiş ve nihayetinde Siyonist devlet tarafından "yasallaştırılmıştır".
Şiddet içeren toprak hırsızlığını meşrulaştırmanın ötesinde, Siyonizm ve Yahudiliğin birleştirilmesi, Siyonizm'e veya İsrail'in Filistinlilere yönelik politikalarına yönelik herhangi bir eleştiriyi Yahudilere yönelik bir saldırı olarak eşitleyerek Yerli direnişini gayrimeşrulaştırmaya hizmet etmektedir.
Dahası, emperyal güçler tarafından desteklenen işgalci “yerleşimciler” ile işgal altındaki yerli halk arasında toprak ve kaynaklar üzerinde yaşanan siyasi mücadeleyi, "eşitler arasındaki sözde eski bir dini çatışma" olarak göstererek sömürgecilik karşıtı direnişi engellemektedir.
Bu birleştirme, Yahudi mağduriyetinin Siyonistlerce sahiplenilmesini ve istisnai hale getirilmesini teşvik etmektedir. İsrail Hasbara'sı, Holokost'u eşsiz bir soykırım olarak sunarak Yahudilere özel bir kurban statüsü vermektedir.
Siyonizmin liberal kanadı, hareketin gerici çekirdeğini aklamaya ve gerçek hedefleri olan yayılmacılık ve apartheid'ı gizlemeye hizmet etmektedir. Liberal Siyonistler yanıltıcı bir şekilde Siyonizmi demokratik, ilerici değerler ve insan hakları ile uyumlu bir ideoloji olarak tasvir etmekte ve yanlış bir şekilde barış, adalet ve Ortadoğu ile tam entegrasyona yönelik gerçek bir bağlılık yansıtmaktadır.
Korku ve soykırım
İsrail, 7 Ekim'e kadar kuruluş amacını sürdürmüş ve bir yandan sonsuz işgal doktrinini uygularken, diğer yandan da İsrail'in 2005'te kuşatma altındaki Filistin bölgesinden "çekilmesinden" bu yana Gazze'ye yönelik periyodik saldırılarına atıfta bulunarak sıklıkla "çim biçme" olarak tanımlanan soykırımın örtülü ve açık biçimleri arasında gidip gelmiştir.
Bu süre zarfında İsrailli Siyonistler modern, zengin, sözde demokratik bir tüketim cennetinde Filistin topraklarından ve kaynaklarından faydalanmıştır. Yakın komşularından ziyade beyaz ABD ve Avrupa ile petrol/nakit zengini Körfez monarşileriyle güçlü bağlantılar ve özdeşleşmeler geliştirmişlerdir.
7 Ekim'de İsrail toplumunu saran yoğun korku ve şok, Binyamin Netanyahu'nun aşırı sağcı hükümetine yolsuzluğa karşı yükselen muhalefeti bastırmak ve koalisyon üyelerini soykırımcı bir toprak gaspıyla memnun etmek için altın bir fırsat sunmuştur.
İsrail'de korku, militarizasyon, Filistin karşıtı söylemler, direnişin "terörizm" olarak tasviri, geçmişteki zulümlerin hatırlanması, algılanan tehditlere odaklanılması ve ayrımcılığın, yani apartheid'ın teşvik edilmesi yoluyla sürdürülmektedir. Kronik korku, travma sonrası stres bozukluğuna benzer semptomlara neden olarak İsrail halkını "kendini savunma" maskesi altında saldırganlığa eğilimli hale getirmektedir.
Korku, insanlıktan çıkarıcı propaganda, saldırganlığın ödüllendirilmesi ve yoğun apartheid'ın zehirli karışımı, İsraillilerde Filistinlilere karşı empati eksikliği yaratmıştır. Gazze çatışmasının "meşru müdafaa" olduğunu iddia etmelerine rağmen, İsrailli liderler açıkça Filistin toplumunu bir bütün olarak suçlamakta ve esasen sivillerin toplu cezalandırılmasını onaylamaktadır.
İsrailli kurumsal liderler her gün Filistin kültürüyle alay etmekte ve Filistinlilerin işkence görmesini, yerlerinden edilmesini ve yok edilmesini alkışlayarak rahatsız edici bir soykırım zihniyetini ortaya koymaktadır.
İleriye giden yol
7 Ekim'de Siyonistlerin liberal/demokratik bir çerçeve içinde özenle inşa ettikleri aşamalı soykırım cephesi çökmüş ve İsrail'in soykırımcı ve faşizan özü ortaya çıkmıştır. İsrail'deki ve ötesindeki Siyonistler bu maskaralığın sona ermesinin yasını tutmak yerine, Filistinlileri herhangi bir kısıtlama ya da gösteriş olmaksızın öldürme ve yok etme özgürlüğüne kavuşmalarını kutlamıştır.
Bu gelişme sadece Filistin halkı için bir yok etme tehdidi oluşturmakla kalmamıştır. Aynı zamanda, işgal altındaki topraklar yeni askeri teknoloji ve stratejilerin geliştirilmesi ve test edilmesi için bir laboratuvar olarak kullanıldığından, Küresel Güney'deki ezilen toplulukların yanı sıra Küresel Kuzey'deki BIPOC ve göçmen topluluklara karşı da benzer şiddet tırmanışlarına zemin hazırlayabilir.
İsrail'in Gazze'deki ve tarihi Filistin'in başka yerlerindeki soykırımcı davranışları, Stanford hapishane deneyinde ve Milgram itaat çalışmasında görülen kalıplarla benzerlik göstermektedir. Bu deneylerde, otorite tarafından yönlendirilen bireyler diğer katılımcılara potansiyel olarak ölümcül şoklar uygulamıştır.
İsraillilerin saldırganlık bağımlılıklarını kırabilmeleri için bir yeniden programlama ve dekolonizasyon sürecinden geçmeleri gerekecektir. Bu da ülkelerinin tarihi ve doğası hakkındaki gerçekleri kabul etmelerini, samimi bir hesap verebilirlik taahhüdünde bulunmalarını, Filistinlilerin insanlığını tanımalarını ve onların acıları ve kötü durumlarıyla empati kurmalarını gerektirecektir.
Baskıcı yapı olan Siyonizm bir kez parçalarına ayrıldığında, etkin bir şekilde ortadan kaldırılabilir ve empati yoluyla yeniden insanlaştırma ve uzlaşma sürecinin önü açılabilir.
Özgürleşme, uzlaşma ve İsrail'in soykırımcı şiddetine son verilmesi ancak daha geniş sol, ırkçılık karşıtı ve sömürgecilik karşıtı değerlerle uyumlu, kararlı ve tereddütsüz bir anti-Siyonist çerçeve içinde başarılabilir.