Ambargo neden hassas bir silahtır?
Ekonomik ambargolar ya da ablukalar, hükümetlerden ziyade ülke halklarını toplu cezalandırmaya yönelik eylemlerdir. İsrail'e yönelik ambargo çağrılarını değerlendirirken de "Yaptırımlar kime yarar?" sorusunun yanıtını düşünmek gerekir.
İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla beraber ülkemizde düzenli aralıklarla ortaya çıkan “Neden ambargo uygulamıyoruz?” lobisi yeniden canlandı. Bu lobinin, 19’uncu yüzyılda iki defa Birleşik Krallık’ta Başbakanlık koltuğuna oturmuş olan Lord Palmerston (Henry John Temple) tarafından verilmiş olan diplomasinin en temel dersini duymamış olmaları mümkün değil.
Önce dersi hatırlayalım. Henüz Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturmakta olan Lord Palmerston’un 1 Mart 1848 günü Avam Kamarası’na hitaben yaptığı konuşmasındaki şu ifadeler, aradan geçen 175 yıla rağmen tüm canlılığını ve gerçekliğini koruyor.
Şu ya da bu ülkenin İngiltere’nin ebedi müttefiki veya ebedi düşmanı olarak belirlenmesi gerektiğini varsaymanın dar görüşlü bir politika olduğunu söylüyorum. Ebedi müttefiklerimiz yok, daimi düşmanlarımız da yok. Çıkarlarımız ebedi ve kalıcıdır. Bizim görevimiz de bu çıkarları takip etmektir.
Palmerston’un bu sözleri, günümüzde ekonomi ile iç içe geçmiş dış politika alanında, nasıl hem kaygan hem kırılgan bir zemin üzerinde yürünmesi gerektiğinin de özeti. Ve ambargo lobisi üyelerinin zihinlerinin arka planında başka düşünceler olmadığını varsaysak dahi, anlamadıkları ya da anlamak istemedikleri bir konu var. Ekonomik ambargolar ya da ablukalar, hükümetlerden ziyade ülke halklarını toplu cezalandırmaya yönelik eylemlerdir ve sonuçları uzun yıllar onarılamayacak etkiler yaratır.
Ayrıca ekonomik ambargoların etkileri de tartışmalıdır. Küba, ABD kaynaklı ekonomik ambargolara rağmen direnişini devam ettirmekte. Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimi, 1991’de orduları Kuveyt’ten çıkarıldıktan sonra uygulanan ekonomik ambargolara rağmen 2003’teki işgale rağmen ayakta kalmayı başardı. Bu süreçte olan Irak halkına oldu, yarım milyondan fazla çocuk gıda ve ilaç yokluğu nedeniyle hayatlarını kaybetti.
Ukrayna’yı topyekun işgal girişiminde bulunan Rusya, bugün ambargolara rağmen ayakta kaldığı gibi, Avrupa ülkeleri arka yolları kullanarak bu ülkeyle ticaretlerini sürdürüyorlar. Üstelik gelinen noktada Zelensky’yi müzakere masasına oturtup bir an önce Rusya pazarına dönecekleri günlerin planlarını yapıyorlar. Tabi bu esnada yine Türkiye’yi Rusya’ya yönelik ambargolara katılmadığı için eleştirmeyi de ihmal etmiyorlar.
1973 yılındaki Arap-İsrail Savaşı’nı takiben petrol üreten ve ihraç eden Arap ülkelerinin uyguladığı petrol ambargosunun etkileri de sınırlı olmuş ve bu eylemin sürdürülebilir olmadığı uygulayıcı ülkeler tarafından görülmüştü.
Uçurumun kıyısındaki Netanyahu hükümeti için ambargolar fırsat olur
Gelelim neden hükümetlere karşı alınacak tedbirlerle, halklara karşı alınacak tedbirleri birbirinden ayırmak gerektiğine. 24 Kasım Cuma günü itibarıyla İsrail’de yayınlanan kamuoyu araştırmaları, bugün Netanyahu liderliğindeki koalisyon hükümetinin meşruiyetini çoktan kaybettiğine işaret ediyor. Anketlere göre, eğer bugünlerde bir seçim yapılacak olsa henüz birinci yılını doldurmuş olan Netanyahu ve koalisyon ortakları ağır bir yenilginin eşiğinde. 64 sandalye kazandıkları parlamentoda sandalye sayılarının 41’e gerileyeceği görülüyor.
Gazze halkının gönüllü olarak sürgüne gitmesini savunan Maliye Bakanı Bezalel Smoritch liderliğindeki Ulusal Birlik - Tkuma Partisi’nin yüzde 3,25’lik seçim barajını dahi aşamayacağı anlaşılıyor. Koalisyonun büyük ortağı, Netanyahu’nun lideri olduğu Likud Partisi’nin sandalye sayısı ise 32’den 18’e gerilemiş olacak.
İsrail’in seferberlik nedeniyle iş gücünden kopmuş olan nüfusu üretimi durma noktasına getirmiş, savaşın günlük maliyeti 270 milyon dolara ulaşmışken, İsrail toplumu hiçbir başarı getirmediği aşikar olan saldırıya karşı cephe alıyor. Bu şartlar altında, Netanyahu’nun ekmeğine yağ sürecek ve İsrail kamuoyunun “dış düşmanlara” karşı kenetlenmesini sağlayacak bir ambargo gerçekte kimin işine yarayacaktır?
ABD’nin son 30 yıldır uyguladığı ambargo politikalarının önemli bir yan etkisini de gözden kaçırmamak gerekir. Ekonomik ambargolar hedef ülke kadar, uygulandığı ülkenin komşularında da telafisi zor kayıplara neden olmaktadır.
Ambargo uygulanan ülke ve komşularının ekonomileri zayıflarken, ABD’nin bu pazarları ele geçirmek için kapalı kapılar arkasında yürüttüğü projeler de hem hafızalarda hem de arşivlerde tazedir.
33 yıl öncesinden bir ambargo dersi
Bu noktada Türkiye açısından meseleye baktığımızda ise geçmişten alınmış olması gereken maliyetli bir ders mevcut. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgalini takiben Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 6 Ağustos’ta aldığı 661 sayılı ambargo kararını uygulamaya koyan ikinci ülke Türkiye oldu. Kararın hemen ertesi günü Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nın kapatılması gündeme geldi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ambargo kararlarının hızla yürürlüğe koymaktaki beklentisi, Türkiye ile ABD ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatma beklentileriyle örtüşüyordu. ABD Başkanı George Bush (Baba Bush) düzenli şekilde Cumhurbaşkanı Özal ile görüşüyor, Türkiye’nin kayıplarının telafi edileceği mesajlarını veriyordu. Türkiye’nin, boru hattının kapatılmasının üzerinden 1 yıl geçmeden sadece buradan uğradığı kayıp 350 milyon doları buldu. Yine 1 yıllık süreçte Türkiye’nin başka ülkelerde petrol ithal etmesi nedeniyle zararın miktarı 1 milyar dolara ulaştı.
Saddam Hüseyin’in bu savaş sonucunda devrilmemesi ambargonun uzamasına, Türkiye’nin kayıplarının ise inşaat, bankacılık ve turizm sektörleri de dahil olmak üzere on milyarlarca dolara yükselmesine yol açtı.Dahası ABD’nin hatalı politikaları Türkiye sınırına büyük bir göç dalgasının yönelmesini tetiklerken, PKK terörüne hem daha geniş alanlar açtı hem de Türkiye’nin terörle mücadelesini daha maliyetli hale getirdi.
Peki gelelim sadece bu örnek üzerinden, Irak’ın Kuveyt’i işgalinden hemen önce ABD - Irak ilişkilerindeki bazı ilginç satır başlarına bakalım. “Ambargoseverlerin” meselelerin arka planına bakmalarını gerektiren bir kronoloji okuyacaksınız:
Önce silahlandır sonra ambargo uygula ve savaş: Bir rezilliğin kronolojisi
9 Eylül 1988: ABD Senatosu’nda Irak’a yaptırımlar uygulanmasını öngören bir tasarı kabul edildi. Tasarının sebebi, Irak’ın İran ile savaşı sırasında kimyasal silahlara başvurmasıydı. 1984 yılının Mart ayında, kimyasal silah yapımında kullanılacak malzemelerin Alman şirketleri tarafından Irak’a satıldığı Birleşmiş Milletler tarafından saptanmıştı. Ancak tasarı dönemin ABD Başkanı Reagan tarafından veto edildi. ABD, tarım kredisi adı altında sağlanan paralarla Irak’ın silahlanmasına göz yumuyordu.
25 Ocak 1989: ABD Senatosu'nun Cumhuriyetçi Partili üyesi John McCain, ABD’nin Irak’a antkrastan 10 kat daha öldürücü bir bakteri temin ettiğini, bu maddenin biyolojik silah üretiminde kullanılabileceğini açıkladı.
Nisan 1989: ABD Enerji Bakanlığı yetkililerinin, Irak’ın nükleer silah yapmak için malzeme satın alma girişimlerine dair hazırladıkları rapor, Bush yönetimi tarafından sümen altı edildi.
Haziran 1989: “Kissinger Associates” grubundan Alan Stoga bazı işadamlarıyla birlikte Bağdat’a giderek ABD ile Irak arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesi için çalışmalarda bulundu. Burada “Kissinger Associates” için bir parantez açalım. Bu danışmanlık şirketi adından da anlaşılabileceği üzere 29 Kasım 2023 günü 100 yaşında ölen eski ABD Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın da aralarında bulunduğu bir grup bürokrat ve siyasetçi tarafından kuruldu. Kissinger, bu şirketin 19 Haziran 1982’de kuruluşundan sonra yaptığı açıklamada, yabancı ülkeler için Washington’da lobi faaliyeti yürütmeyeceğini duyurmuştu. Irak ile “ticari ilişkileri geliştiren” bu şirketin bir kurucusu da 1989 yılında başkanlığa gelecek ve Saddam Hüseyin’e savaş açacak Başkan Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevine getireceği Brent Scowcroft’tu.
4 Ağustos 1989: ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI), İtalyan bankası Banca Nazionale del Lavoro’nun ABD’deki tüm şubelerine operasyon başlattı. BNL Bankası’nın Atlanta şubesi, 13 Kasım 1984’te Reagan yönetiminin Bağdat ile kapsamlı diplomatik ilişki kurmasından sonra Washington yönetiminin göz yumması ile Irak’a tarım kredileri sağlamaya başlamıştı. Bu kredilerin neredeyse tamamının Saddam Hüseyin tarafından silahlanma için kullanıldığı ABD istihbarat kaynakları tarafından bilinmekteydi.
2 Ekim 1989: Başkan Bush, tüm bu soruşturmalara rağmen gizli bir direktifle Irak ile ticari ilişkilerin geliştirilmesi talimatını verdi. Bu direktif, ABD Kongresi’nin istihbarat komitesi üyeleri tarafından dahi ancak bir yıl sonra görülebildi.
Ekim 1989: ABD istihbarat ailesinin farklı birimlerinden gelen uyarılara rağmen Dışişleri Bakanı Baker, ABD Tarım Bakanı Clayton Yeutter’e gönderdiği notta, Irak’a verilen tarım kredilerinin Beyaz Saray tarafından desteklendiğini belirtti ve tüm engellerin kaldırılarak kredi akışının sürdürülmesini istedi.
7 Kasım 1989: ABD Başkanı Bush’un Beyaz Saray adli işleriyle sorumlu danışmanı Jay Bybee, Irak’a tarım kredisi sağlayan BNL Bankası’nın soruşturmasını yürüten Savcı Gail McKenzie’yi telefonla arayarak soruşturma sonuçlarının Bush yönetimini zor durumda bırakabileceği uyarısında bulundu. 2 ay sonra Irak’a sağlanmış 3 milyar dolarlık bir kredi ortaya çıkarıldı.
17 Ocak 1990: ABD Başkanı Bush, Kongre’nin itirazlarına rağmen ABD’nin ulusal çıkarlarını gerekçe göstererek Irak’a kredi verilmeye devam edeceğini söyledi.
14 Mart 1990: Kongre’nin Irak Tarım Bakanlığı’nı “kredi alacak kurumlar” listesinden çıkartma girişimi Beyaz Saray tarafından önlendi.
Nisan 1990: ABD Tarım Bakanlığı artan baskılar karşısında Irak’ı “kredi alacak ülkeler” listesinden çıkarma teşebbüsünde bulundu. Bu teşebbüs, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi April Glaspie’den, Ulusal Güvenlik Danışmanı Scowcroft’a ulaşan gizli bir mesaj ile engellendi. Büyükelçi Glaspie, daha sonra Saddam Hüseyin’e Kuveyt’i işgal etmesi için yeşil ışık yakan kişi olmakla itham edilecekti.
23 Temmuz 1990: Irak ordusunun Kuveyt sınırına yığınak yaptığı yönünde istihbarat Washington’a ulaşmışken, ABD Kongresi’nde bir kez daha Irak’a tarım kredilerinin kesilmesi için girişim başlatıldı. Ancak bu girişim, bir kez daha Beyaz Saray tarafından engellendi.
25 Temmuz 1990: Irak lideri Saddam Hüseyin, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi April Glaspie’yi kabul etti. Büyükelçi Glaspie, Irak’ın Kuveyt sınırındaki askeri yığınağı konusunda ülkesinin politikasına dair bir ifade kullanmadığı gibi, “ABD’nin bu konuda saptanmış bir politikası olmadığını” söyledi. Dahası Saddam Hüseyin’e “Başkanım George Bush’tan aldığım talimat, ülkelerimizin ilişkilerinin geliştirilmesi yönündedir” dedi.
2 Ağustos 1990: Irak, Kuveyt’i işgal etti.
8 Ağustos 1990: ABD Başkanı Bush, BM Güvenlik Konseyi’nin ambargo kararı ve Türkiye’nin bu karara uymasının hemen ardından şu açıklamayı yaptı: Irak’la ilişkilerden özel holding ve hisseleri zarar görecek ve çıkar çatışması alanına girecek 11 kabine üst düzey yetkilisi için “waiwer” uygulanacak. Yani Irak’la ilgili konularda bu kabine üyeleri görev almaya devam edecek ama özel hisseleri ve yatırımları zarar görmeyecek. Bu kişiler arasında Dışişleri Bakanı James Baker, Hazine Bakanı Nicholas Brady, Savunma Bakanı Richard Cheny ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Scowcroft bulunuyordu.
Eylül 1990: Bazı Kongre üyeleri ABD Ticaret Bakanlığı’ndan Irak için verilen ihracat belgelerini talep etti. Ticaret Bakanlığı’nın 68 belgeyi tahrif ettiği belirlendi.
26 Eylül 1990: ABD Adalet Bakanı Dick Thomburgh, Irak’a sağlanan tarım kredileri ve BNL Bankasıyla ilgili soruşturma yürüten Kongre üyesi Henry Gonzalez’e mektup yazarak, bu soruşturmayı “ulusal güvenlik” gerekçesiyle durdurmasını istedi.
6 Şubat 1991: ABC televizyonu, Irak’ın silahlandırılmasında 40 ABD şirketinin rol aldığını açıkladı.
19 Şubat 1991: BNL Bankası’nın Irak’a sağladığı tarım kredileri soruşturması nedeniyle bankanın başkanı Nerio Nesi ve yönetici Giaccomo Pedde istifa ettiler.
8 Nisan 1991: ABD Ticaret Bakanlığı eski Bakan Yardımcısı Dennis Kloske ABD yönetiminin 1985-1990 yılları arasında Irak’a 1,5 milyar dolar tutarında ileri teknoloji ürün sattığını açıkladı. Kloske, silah sanayinde kullanılması muhtemel bu ürünlerin satışını önlemek için yürüttüğü girişimlerin ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından engellendiğini de söyledi.
2 Mayıs 1991: Kissinger ile ortak şirket kuran ve ABD - Irak ticari ilişkilerinin gelişmesine katkıda bulunan ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Scowcroft’un 11 ABD savunma şirketinde hissesi olduğu ortaya çıktı. Bu şirketlerin büyük çoğunluğunun Irak’a malzeme sattıkları belirlendi.
24 Şubat 1992: Kongre soruşturması sırasında Scowcroft’un Ulusal Güvenlik Danışmanı olmadan önce, “Kissinger Associates” şirketinde çalışırken İtalya’ya gittiği ve Irak’a tarım kredisi sağlayacak BNL Bankası yetkililerini bir ücret karşılığında “bilgilendirdiği” ortaya çıktı.
10 Mart 1992: Kimliği meçhul kişiler İtalyan Senato binasına girerek, BNL Bankası skandalıyla ilgili dosyaları imha ettiler. Dosyalarda BNL Bankası ile İtalyan siyaseti arasındaki ilişkilere dair kanıtlar bulunuyordu.
İşte sevgili okuyucular, ABD’nin bir Ortadoğu ülkesini kendi yasalarını dahi çiğneyerek nasıl silahlandırdığının sonra da bölgeye müdahale etmek için yarattığı savaş fırsatının kısa hikayesi.
Farkındaysanız o günden bu güne Birinci Soğuk Savaş’ın da bitmesine rağmen ABD askeri varlığını Ortadoğu’dan çıkarmak mümkün olmadı. Şimdi soru şu: Bu oyunların oynandığı bir jeopolitik düzlemde yangını çıkarıp “yangın var” diye bağıran itfaiyecinin arkasına takılmak ve ambargo uygulamalarının peşine takılmak ne denli akılcı?
Arzu edenler ABD yönetiminin rezillik kronolojisinin tamamına merhum gazeteci Turan Yavuz’un “ABD’nin Kürt Kartı” adlı eserini edinerek ulaşabilirler.